Açık uçlu sonlar, masallı öyküler

Her şeyi olabilir kılan bir yaşam sunuyor Holst, gerçeklikle oynuyor, onu kesinliklerin sınırından çıkarıyor, parçalıyor. Masalı andıran bir yerde, karakterlerine son yazabileceğiniz öykülerle buluşmak isterseniz dikkatinizden kaçmayacaktır.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Okurken, içine masal kaçmış öyküler olduğunu düşündüm. Normal başlayan hikâyeler bir şekilde mucizelerle, büyülerle, fallarla örülü hâle geliyor ve hiç beklemediğiniz şekilde ilerleyiveriyordu. Öykülerin sonları da ayrı bir durum, yazar aslında bu öyküye başka bir sonda yazılabilir cümlesini kurup çekiliyordu kenara oturup düşünüyordu okur başka nasıl bir son olabilir acaba diye? Farkında değildi belki ama parçasıydı artık o hikâyenin, yazar onu da dâhil etmişti serüvenine ve bak işte şimdi kafasında sonlar yazıyordu. Bununla da kalmamıştı aslında öykünün birinde yine aynı cümleyi kurup, yani “bu öyküye başka sonlar da yazılabilir” deyip, başka başka sonlar da yazıyordu. Sonra akla sorular geliyordu ve bir düşünce acaba bugüne kadar okuduğumuz her öyküye başka sonlar yazsak nasıl olur?

OKUR İLE İLİŞKİ KURAN ÖYKÜLER

Bu cümlelerin sebebi, Spencer Holst’un “Büyücünün Kızı” adlı kitabını okurken aklımdan geçenlerle ilgili. Kitap Dedalus Yayınları tarafından basıldı. Holst bu sefer bizi büyülerin, falların, içine masal kaçmış öykülerin olduğu bir dünyaya götürüyor. Ve yukarıda bahsetmeye çalıştığım gibi okuru kendi dünyasına sürükleyip, öykülerinin içerisinde ona da yer açıyor. Yazar sohbet ederek yazıyor sanki öyküyü, size de soruyor, cevap vermek istiyorsunuz. Belki kitabın kenarına notlar almak zorunda hissediyorsunuz çünkü sizinle ilişki kuruyor ve siz de kendinizi bir bakıma ona karşı sorumlu hissediyorsunuz.

BOZGUNCU BİR YAZAR

Büyücünün Kızı, Spencer Holst, Dedalus Yayınları, Çev: İrem Uzunhasanoğlu, 208 syf, 2017

Spencer Holst bu kitabındaki öykülerinde bizi mucizelere inanmaya çağırıyor, hiç olmadık anda bir şeylerin büyülü bir şekilde gerçekleşeceğini veya umduğunuz gibi olmayacağını hayal edebiliyorsunuz. Hayal demişken, onun hayal gücü ile tanışmak gerek çünkü onun dünyasında yaşam oldukça ilginç. Masal mı öykü mü olduğunu ayırt edemeyeceğiniz bir okuma serüveni, Holst’un “Büyücünün Kızı” kitabındaki hikâyeler. Mesela hep Noel Babalar var değil mi her durumda olduğu gibi yine erkekler var Noel’in o parıltılı günleri üzerine düşündüğümüzde, çocukların hediye hayallerinde. Ama Holst’un öyküleriyle tanıştıysanız Noel Annelerin yılbaşı zamanı sokaklarda dolaştığını görebilirsiniz, hâttâ dünyadaki pek çok sorunun bugüne kadar Noel Annelerin konuya el atmadığı için çözülmediğini bile düşünebilirsiniz. Veya bir başka öyküde kendi uydurduğu dile hapsolup kalan bir karakterle karşılaşıp gülümseyebilirsiniz. Herkesin yüzünde aynası olduğu için dünyaya bir şekilde tutunduğu bir ortamda aynasız yüzüyle, olduğu gibi olduğu için, olmadık işlerde çalışan bir şairin hayatta var kalma çabasına tanık olup, ona bir türlü son yakıştıramayıp, yazarın belirlediği sonlardan birisini seçebilirsiniz. Holst’un dünyası böyle işte eğer suç işleme hayali kuruyorsanız mesela o suç değil burada çünkü hayallerin suç olmaması gerekir zaten değil mi? Holst’u okurken bir şeylerin tersine döndüğünü görüyorsunuz, yazar dünyanın olması gerekenlerini bir kenara bırakıp, bozgunculuk ediyor. Böyle de olabilir diyor ve baştan beri sözünü etmeye çalıştığım gibi sizi de buna ortak ediyor çünkü onun öykülerinde yazar kadar okur da özne benim fikrimce.

HİKAYESİ ANLATILMASI GEREKEN KİM?

Spencer Holst ilginç bir yazar, öykülerinde dikkat çeken bir yan da sizi hikâyesinin başkahramanına odaklayıp, sonra asıl hikâyesi anlatılması gerekenin öyküde çok az yer kaplayan bir karakter olduğundan söz edivermesi. Mesela “Monroe Sokağı Canavarı” öyküsünde olduğu gibi. Bu öykü üzerine biraz düşünelim, başlığından da anlayacağımız gibi öykünün kahramanı bir canavar ve anlatı onun üzerinden ilerliyor. Bu canavar daha çok sanatçıların yaşadığı ve herkesin zaten kostümlerle dolaştığı bir yerde yaşıyor. İnsanlar onu merak ediyorlar. Bir gün bir “sokak serserisi” kendisinden ateş istiyor ve canavar serserinin sigarasını yakıyor, sarhoş olan serseri canavarın üzerine düşüyor, canavarın pelerini üzerinden düşüp, çırılçıplak kalıyor. Canavarın etrafında toplanan insanlar, onun aslında korkunç olmadığına kanaat getirip, onunla birlikte uzaklaşıyorlar ve kimse serseri ile ilgilenmiyor. İşte Holst birdenbire diyor ki oysa hikâyesi anlatılması gereken o serseriydi. Yazar bunu başka öykülerde de yapıyor. Bu aslında üzerine düşünülmesi gereken bir durum hem edebiyat hem sinema gibi sanatın başka alanlarına dair de fikirler veriyor çünkü. Genellikle “büyük” olanın anlatısına odaklanıyoruz, kahramanlarımız hep krallar, prensler veya kendine göre bir özelliği bulunanlar kısacası zaten hikâyesi göz önünde olanlar. Biz zaten görünür olanla, bir şekilde dikkati üzerine çekenle uğraşırken, “sıradan” olanın veya yaşamın göz önünde olmayan ayrıntılarının uzağına düşüyoruz. Açıkçası Holst’un böyle bir şeye dikkat çekmeye çalıştığını düşünüyorum.

Spencer Holst’un “Büyücünün Kızı” kitabındaki öyküler; ironik dili, olayları ters yüz eden bakışı, okur ile kurduğu ilişki ve açık uçlu sonlarıyla dikkat çekiyor. Her şeyi olabilir kılan bir yaşam sunuyor Holst, gerçeklikle oynuyor, onu kesinliklerin sınırından çıkarıyor, parçalıyor. Masalı andıran bir yerde, karakterlerine son yazabileceğiniz öykülerle buluşmak isterseniz dikkatinizden kaçmayacaktır.