Kadıköy'den Bağcılar'a: İstanbul'un 'bekâr' kadınları
Ceren Lordoğlu'nun kaleme aldığı 'İstanbul’da Bekar Kadın Olmak' İletişim Yayınları'ndan çıktı. Lordoğlu, İstanbul'un çeşitli bölgelerinde yaşayan kadınların sistemle, 'mahalleyle', devlet yaptırımlarıyla olan mücadelelerini irdeliyor.
DUVAR - Sosyal sınıf, etnik aidiyet, fizyolojik özellikler fark etmeksizin her kadının aklının bir köşesinde olan korku “tecavüze uğrama korkusu.” Çocuklukta tembihlenenler, tecrübelerin aktarılması, kulak kabartılarak dinlenenler ve zamanla bunların ne yazık ki yaşanılarak öğrenilmesi. En basiti bir kadının hiç üşümezken omuzlarına şal alma ihtiyacı nereden gelir?
“Biz dünyada özgürce dolaşamayız. Eğer dolaşırsak, bilmeliyiz ki bunu bedenimizle ödemek zorunda kalırız. Tehdit budur. Sokakta ne yaptığınızı sormazlar, size tecavüz ederler ve bedeninizi tahrip ederler ki yerinizin neresi olduğunu hatırlayın.” Bu cümleleri June Jordan’dan aktaran “İstanbul’da Bekâr Kadın Olmak” kitabının yazarı Ceren Lordoğlu.
Lordoğlu yine kitabında Özgecan Aslan cinayetinden bahsediyorken şöyle diyor: “Bu satırların yazarının da lise servis aracında sona kalan kadın öğrenci olarak aracı yavaşlatıp uzun sohbetler eden erkek servis şoförünün tavrından tedirgin olup servis kullanmayı bırakması, kendisinin ve ailesinin benzer korkusuyla bağlantılıdır.” Muhtemelen, bu satırları okuyan (ve azade değilim, yazan) bir kadın da tam şu anda kimi yaşadıklarını hatırlıyor olacak. Deneyimler zincirinin geçmişi uzun, sonu ise hiç gelmedi.
Türkiye’de kadınların kamusal alanda erkek şiddetinden kaynaklı korkuları üzerine yapılmış geniş kapsamlı bir araştırma olmadığı için ve kaldı ki cinsel taciz ve saldırı olaylarını polise bildirme oranları düşük olduğu için kullanılabilecek veriler sınırlı. Kadına yönelik suçlarla ilgili resmi kayıtlar ise Emniyet Teşkilatı’na bağlı İçişleri Bakanlığı ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı web sitelerinde yayınlanıyor. Bianet’in, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun verileri olsa da ayyuka çıkan erkek şiddetinin yaşattığı saklı korkuları hemen bütün kadınlar yaşıyorken, bu duyguları da tarif etmek gerek. Kaldı ki, ayda şu kadar kadın öldürülüyor gibi veri çıkartılıyor olması ya da Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu gibi adla mücadele ediliyor olması durumun korkunçluğunu zaten yeterince anlatıyor.
SAAT GEÇMİŞ, EVE NASIL ULAŞILACAK?
Hal böyle olunca Ceren Lordoğlu, İstanbul’un Kadıköy, Bağcılar, Üsküdar, Sarıyer gibi semtlerinde oturan bekar kadınlarla konuşmuş. Kadıköy ayrı bir hayat, Bağcılar ayrı bir hayat ama tabii ki de kadınların ortak çilede buluştukları yerler var: "Didem arkadaşlarıyla Taksim’de buluştuktan sonra akşam tek başına eve dönüyordu. Sarıyer’de sevimli bulduğu mahallesine, evine. Arkadaşlarıyla sohbeti uzadıkça ve saat ilerledikçe, otobüs bulma imkanının kalmadığını, minibüse bineceğini düşünüp huzursuzlanmaya başlamıştı. İstiklal Caddesi’ndeki kalabalığın içinden hızlı adımlarla ilerleyip Beşiktaş dolmuş durağına ulaştı ve hemen dolan dolmuşla Beşiktaş’a geldi. Beşiktaş’ta Sarıyer minibüslerine binmeden evvel düşündü. Taksiye binse ne kadar tutardı?"
Bu deneyimle başlıyor kitap. Toplu ulaşımın belli saatlerden sonra olmadığı semtlerde oturan kadınlar için eve ulaşmak, duracak raddeye gelecek kadar kalp atışlarının artması demek. Taksiye binildiğinde, dikiz aynasıyla yaşanılan gerilimle saniyeler geçmek bilmez. Minibüste iseniz, hayat memat meselesi, aracın boşalmaması gerek. Kısaca özet geçtim. Birazı bu yaşananların. Anlatmış kadınlar ve kaydetmiş Lordoğlu.
Kent imkanlarından kadınlar ne kadar faydalanır? Zihniyetin belirlediği kurallar dışına çıkan kadının başına ne, neler gelir? Meltem Ahıska’nın “Metropol ve Korku” adlı makalesinden faydalanıyor Lordoğlu: “Kendi normlarını, aidiyet duygusunu, anlam haritalarını yitiren birey, sınırsız görünen seçenekler arasında yolunu bulmaya çalışır. Hiç bir koruyucu meleğin kanatlarını hissetmeden.” Kadın olma halinin getirdikleriyle mekansal sınırlılıklar artar. Koskoca şehrin imkanlarından belirli saatlerde, semte uygun kıyafetlere göre yararlanabilirsiniz ve bunun yanında “Akşam eve döneceğimiz saate göre rota belirlemek, evden çıkarken şehrin nerelerinden geçeceğimize göre kıyafet seçmek gibi gündelik hayatımıza dair ayrıntılar yanında bir de pek görünür olmayan konular var: Yalnız yaşayacaksak ve ekonomik imkanlarımız dolayısıyla seçme imkanımız varsa, şehrin neresinde oturmak daha güvenli ve rahat olur?” diyor Lordoğlu.
Ev kiraları almış başını uçmuş. Üstüne bir de göçle gelen aileler var. Ancak bütün aile birlikte yaşarsa ayakta kalabilirler. Aksi takdirde değil kentte barınma hakkı açlık sınırında yaşamak var. Kadınların tanıklıklarıyla tüm bu gerçekliklerden bahsediyor Lordoğlu. 'Gelinlikle girdiğin evden kefenle çıkarsın' var bir taraftan. Kocanın şiddetinden aileye, 'yuva' denilen yere sığınmak ne mümkün.
EVLİ OLMAYAN, BOŞANMIŞ BEKÂRLARA DEVLETİN YARDIMI YOK
Diyeceksiniz ki “nerde bu devlet?” Hemen açıklıyor Lordoğlu: “Ailenin korunması ve kadına yönelik şiddetin önlenmesine dair 6284 numaralı yasa, koruyucu ve önleyici tedbirleri ile kadına barınma imkanlarının sağlanması için mülki amir, hakim ve kolluk kuvvetlerini yetkilendirmiştir. Ancak sınırlı sayıdaki sığınma evleri ve uygulamadaki yetersizlikler nedeniyle yasa pratikte yaygın şekilde uygulanamamaktadır. Sığınma evleri dışında kadınlara devletin sağlayacağı konut edinme kolaylıkları, kira yardımı gibi sosyal destek politikalarına hükümet politikalarında ya da kalkınma planlarında yer verilmemektedir.”
2012 yılından itibaren Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı eşi vefat eden kadınlara yönelik düzenli nakdi yardım programı yürütüyor. Fakat kadınların bu yardımı alabilmesinin belirli koşulları var. Nedir onlar? Örneğin dul ve yetim aylığı almıyor olması ve tek başına yaşıyor olması gerekiyor. Burada tek başına yaşamayla kastedilen ne? “… evlerinde yaşayan ve/ya da kadına bakan bir erkek olmamasıdır. Bu koşulların sağlanıp sağlanmadığı ise Valilikler bünyesinde çalışan Sosyal Yardımlaşma Vakfı’nın hane ziyaretleri ve merkezi incelemeleriyle takip edilir” diyor Lordoğlu.
Dul kadınlarla aynı zorluklar yaşansa dahi devlet, evli olmayan, eşinden ayrı yaşayan, boşanmış yoksul kadınları bu programa dahil etmiyor ve Bağcılar’da oturan Hatice, devletin bu politikasının sonucu olarak anlatıyor hikayesini:
“… gündüz Halk ekmeğinde çalışıyor, gece sabah altıda eve geliyorum, üç saat, uyku var, saat on bir deyince, gözümü açıyorum hemen Güngören’e bina silmeye gitmeliyim. Kızım dört yaşında, o lambaların düğmelerine bas diyorum, o merdivenlerdeki demirlerden tutuyorum böyle bu şekil, çünkü zaten uyumuyorsun iştesin, yorgunluk da var, böyle yapıyorum, bu şekil. Allahım yarabbim ne olursun, iki saat gözümü dinlendireyim, gözümü dinlendireyim, böyle yapıyordum.” (Hatice, Bağcılar, 48, temizlik işçisi)
MAHALLELİYLE KURULAN ÖLÇÜLÜ İLİŞKİ
Konda Araştırma ve Danışmanlık Şirketi’nin “Toplumdaki Ayıp, Günah ve Suç Algı ve Tanımları” adlı 28 ilde 2.610 kişiyle yürüttüğü araştırmaya göre evlilik dışı ilişki yani diğer anlamıyla bekar olarak ilişkide olmak %85 oranında günah, %90 oranında ayıp sayılıyor. Bu algı “mahalledeki” bekar kadına nasıl yansıyor? Kadınlar, muazzam bir dengeyle kurdukları ilişkilenme biçimlerini anlatıyor. Mahallenin onu “kirli” görmemesi için “aile kızı” görüntüsünde roller yapmak gerekiyor. Bunun için misal erkek arkadaşla apartmana girilirken nişan yüzükleri takılıyor. Komşularla sohbetler kısa tutuluyor. “Merhaba- merhaba.” Ne çok fazla soru gelmeli, ne de ahlaksız ilan edilmeli. Boşanılmışsa ve henüz bunu kimse bilmiyorsa, kapının önündeki erkek ayakkabıları öyle tez tez kaldırılmıyor. Yani mesafe öyle ayarlanmalı ki, mahalleliyle kurulan yakınlık, gerekli zamanlarda himaye edilme imkanları sağlasın. “Mahallenin bir yandan onları izleyen ‘bakış’ı bir baskı unsuru olabilirken, diğer yandan aynı ‘bakış’ sayesinde kendilerini güvende hissederek mahallede oturmayı tercih ediyorlardı. Dolayısıyla mahallede bekar kadın olarak rahat etmek, güvende hissetmek kadınların anlatımında adeta yazılı olmayan bir sözleşmeye bağlıydı” diyerek anlatıyor Lordoğlu.
Bir zaman önce “mihaniki" diye bir sözcüğe denk gelmiştim. Alışkanlığın verdiği kolaylıkla, hiç düşünmeksizin, kendiliğinden, yalnız kasların devinmesiyle yapılan (iş, devinim vb.) anlamına geliyor. Kadınlara ait yalanlar, o muazzam ilişkilenme biçimleri, farklı farklı yaşanılan hayatlar arasında denge kurmak, yaşanılan her şeyi ayrı ayrı yerlerde biriktirmek ve bunları birbirine hiç karıştırmamak. Kısaca kadın olmak.