Ahmet Oktay'dan Edip Cansever'e: Şiir ve otel
Modern Türkçe şiirin “otel şairi” nitelenmesine de uygun üç ismi sırasıyla Necip Fazıl Kısakürek, Attilâ İlhan ve Edip Cansever olarak sayılabilir… Otel imgesi Necip Fazıl da psikanaliz gerektiren duygusal süreçlerin dışavurumu olarak görünürken Attilâ İlhan’da yaşantının gerçekleştiği mekânlardan biri olarak yer bulur. Son kitabı oteller kentine gelinceye kadar otel motifini birçok şiirinde işleyen Edip Cansever’de ise gerçek anlamda bir imgeye, modern insanın varlık ve varoluşundan kaynaklanan yalnızlığın imgesine dönüşür.
DUVAR - Yol, yolculuk ve göç olgusunun modern zamanlarda ortaya çıkardığı en önemli uğraklardan, mekânlardan biri olmuştur oteller. Hiç kuşkusuz bunda modern yaşantının hareketli ve akışkan niteliğinin dayattığı zorunluluğun ve zorlayıcılığın büyük payı vardır. Hareket, hız, akışkanlık modern dönemde tarihin önceki dönemlerine göre çok daha fazlasıyla egemen olmuştur yaşama. Marx’ın ifadesiyle modernizm, katı olan her şeyi buharlaştırırken insanı da yersiz, yurtsuz ve evsiz bırakan bir süreç. Otellerin bu boşlukta ortaya çıktığını; yolculara ya da yolda olanlara, hiçbir yere gitmese bile her an gidecekmiş gibi yaşama tutunanlara, varoluş tarzları “hiçbir yerdelik” ya da “her yerdelik” üzerine kurulmuşlara mekân olduğunu söyleyebiliriz. Ancak otellerin zaman içinde önemli ölçüde değişim geçirdiği, buna karşın yerleşik algısının nerdeyse aynı kaldığı görülüyor. Otel yalnızca yolculukta bir durak değildir. Aynı zamanda coğrafyanın ve mekânın değiştiği süreçten bir kesittir. Yolculuğa mola verilen otellerde, insanın içsel yolculuğu durmaz. Yolda olmanın durdurulamaz akışı başlamıştır bir kez. O nedenle hangi süreyle olursa olsun sığınılan otel odası, (otel odaları bir sığınaktır evet) asla bir yerleşme hali değil, tam anlamıyla bir duraktır. Ama asla “son” olmayan bir durak. “Otel insanı” için en belirleyici olanın yersiz yurtsuzluğunun açık saçık biçimde dışa yansımasıdır diyebiliriz.
'EV'İN POETİKASI
“Otel insanı”na karşın bir de “ev insanı” var mıdır? Oteli belki kısaca evden uzak kalmış, hatta kopmuş insanların mekânı olarak değerlendirebiliriz. Bu yönüyle “Otel insanı”yla “ev insanı” arasında bir ayrım söz konusu olabilir. Ancak çağımızda “ev” ne kadar var ve mümkünse “ev insanı” da o kadar var ve mümkün olabilir. Ünlü Fransız düşünür Gaston Bachelard “Mekânın Poetikası” adlı yapıtında evle ilgili düşüncelerini de dile getirir. Bachelard’a göre ev “düşlemeyi barındırır, düşleyeni korur ev, huzur içinde düş kurmamızı sağlar. Ev hem beden hem de ruhtur. İnsan varlığının ilk dünyasıdır.”
Modernizm iki yüzlüdür diyebiliriz. Bir yüzünde her şeyin gelip geçiciliğini tüm çıplaklığıyla vurgulayan 'life stil'i yer alır. Bununla birlikte bir de karanlık yüzü vardır. Orada da dünyada ebediyen kalma iştahıyla kontrolden çıkmış bir “sermaye gücü” yer alır. Talana, yağmaya, yıkıma dayalı bu barbar anlayışın egemenliği yalnızca mekânların tüketimini değil, evlerin de aslında birer otele dönüşmesini sürdürüyor. Var olan koşullarda bu kontrolsüz gücün sahipleri, bu sermaye barbarlığının failleri de dahil, artık hiç kimse, evet, evinde değildir. Buna karşılık herkes gücünün yettiği, imkânlarının elverdiği ölçüde bulduğu bir otele yerleşiyor diyebiliriz. Kimileri gökyüzünün şakağına adeta bir namlu gibi dayanmış kulelerde sürdürüyor yaşamını… Kimileri göçmen kampında, kimileri kaldırımlarda, parklarda, kimileriyse eğer batmamışsa, açıkta sığınma talebi beklediği gemilerde… Bu bahiste zalim de, mağdur da evde, evinde olmanın “huzurundan” mahrum kalmış durumda… Yani özetle aslında herkesin evsiz kaldığı; mutlak evin de, en büyük otellerin de sokaklar olduğu bir çağda yaşıyoruz.
Ahmet Oktay “Gece Defterleri” adıyla yayımlanan günlüğünde Orhan Kahyaoğlu’yla yaptığı söyleşiye değiniyor. Sözü “Ağıtlar ve Övgüler” kitabında yer alan son şiirde temel mekânın otel olmasına ve bu motifin Edip Cansever’de de önemli bir yer tuttuğuna getirerek şunları yazıyor: “Otel, bizim kuşak için (Cansever, Uyar, E. Ayhan, ben, vb) bir nirengi noktası ya da bilimsel söyleyişiyle matris - gerçekten de Attilâ İlhan'dan devralınmış ("Emperyal Oteli", "Pia" vb nice şiiri) otel kavramı, 1950-1960 (hatta 1970) şiiri içinde önemli bir yer edinmiştir” diyor. Oktay günlüklerinde yer verdiği otelle ilgili düşüncelerini şöyle tamamlıyor: Yahya Kemal'in yanına soru işareti koymuşum. Gerçekten de ömrü otel odalarında geçmiş bir şairin bu öz mekânına hiç değinmemesi şaşırtıyor insanı. Kim bilir neden? Oysa Necip Fazıl, otelin şiirsel potansiyelini hemen görmüştür. Yahya Kemal, somut olguları fazla önemsemiyordu belki de. Şiiri iyice duyguya ve düşünceye çekmek, soyutlamak istiyordu.”
Otel hem mekân, hem ortam hem de imge olarak modernizmin bir sonucu olduğunu bir kez daha vurgulayalım. Dünyaya egemen olan kapitalistleşme, daha eski ve kadim mekânlar olan ticaret yolları üzerindeki hanların da dönüşmesine yol açmıştır. Bununla birlikte oteller zaman içinde mekân olarak değişse de imgesi ve bellekteki yeri hemen hemen aynı kalmıştır.
Modern Türkçe şiirde önemli bir motif olarak otel imgesinin nasıl oluştuğunun ve yansıtıldığının izini sürelim istedik.
Ahmet Oktay’ın kuşağıyla birlikte kendisinden önceki ve sonraki şair kuşakların da yaşantısında önemli olduğunu belirtmesine karşın modern Türkçe şiirde otel imgesini etkili ve dönüştürücü biçimde kullanarak şiirlerinde yansıtan şairlerin sayısı çok değil. Bıraktıkları iz ve etki bakımından otel şiiri ya da şiirleriyle saptanabilen üç şairden söz edebiliriz… Belki bu üç isme bir dördüncü olarak “Han Duvarları” şiiriyle Faruk Nafiz Çamlıbel eklenebili.. İstanbul’da otellerden başka evi olmamış bir şair olmasına karşın bundan şiirlerinde hiçbir zaman söz etmemiş Yahya Kemal’e karşın onu üstat olarak gören ve şiir anlayışının da takipçisi olan bir ismin, Faruk Nazif Çamlıbel’in “Han Duvarları”nı yazması hem ilginç hem de düşündürücüdür. Ancak Çamlıbel’in “Han Duvarları” yazıldığı tarihte bile duyarlılık olarak ve dile getirdiği yaşantıyla eski bir şiirdir. Yazıldığı dönemden daha eski zamanlara ait bir duyarlılığı yansıtır. Şiirin dilinin yeniliğine karşın duygu ve duyarlılık olarak bir yeniliği yoktur. Zamana yenilmiş bir şiirdir. Bu farkın hanın eskiliğinde ve otelin yeniliğinde de ortaya çıktığını ve yansıdığını söyleyebiliriz. Şiirin yazıldığı dönemde artık han geçmişte kalan bir hayat tarzının otelse yeni hatta henüz ufukta olan bir geleceğin habercisidir. Şair ufku görememiştir. Aslında ufka baktığı da söylenemez. Yeri gelmişken yeniliği ıskalamış olmak açısından da dikkat çeken “Han Duvarları”nı birkaç dizeyle anımsayalım:
Alaca bir karanlık sarmadayken her yeri
Atlarımız çözüldü, girdik handan içeri.
Bir deva bulmak için bağrındaki yaraya
Toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya.
Bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı,
Gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı.
Modern Türkçe şiirin “otel şairi” nitelenmesine de uygun üç ismi sırasıyla Necip Fazıl Kısakürek, Attilâ İlhan ve Edip Cansever olarak sayılabilir… Otel imgesi Necip Fazıl da psikanaliz gerektiren duygusal süreçlerin dışavurumu olarak görünürken Attilâ İlhan’da yaşantının gerçekleştiği mekânlardan biri olarak yer bulur. Son kitabı oteller kentine gelinceye kadar otel motifini birçok şiirinde işleyen Edip Cansever’de ise gerçek anlamda bir imgeye, modern insanın varlık ve varoluşundan kaynaklanan yalnızlığın imgesine dönüşür.
Bilindiği üzere Necip Fazıl Kısakürek’in şairliği aslında ilk şiirlerini yayımladığı 1924’le bir şeyhin müridi olarak yol ve yön değiştirdiği 1934 yılları arasındaki dönemi kapsar. Bu süreçte yayımlanan şiirleri ve kitaplarıyla şairliğini kabul ettirir ve pekiştirir. Ünlü şiiri “Otel Odaları” da bu dönemde yazılmış ve yayımlanmıştır. “Otel Odaları”ndan bir bölüm okuyalım:
Bir merhamettir yanan, daracık odaların,
İsli lâmbalarında, isli lâmbalarında.
Gelip geçen her yüzden gizli bir akis kalmış,
Küflü aynalarında, küflü aynalarında.
Atılan elbiseler, boğazlanmış bir adam,
Kırık masalarında, kırık masalarında.
Şiirde biçimsel açıdan dikkat çeken adeta bir yedi “takıntısı” söz konusudur. Tamamının yedi beyit olmasının yanı sıra dizeler de yedi artı yedi biçiminde on dört hecelidir. Bu biçimsel deneyin şairin iç dünyasındaki çatışmalarla ilişkili olmaması mümkün mü?
Modern Türkçe şiirde oteli sosyal bir ortam, bir yaşantı mekânı olarak yansıtan şair Attilâ İlhan’ın özellikle iki şiiri ünlüdür. “Emperyal Oteli” ve “Pia”… Önce birkaç dizeyle “Emperyal Oteli”ni anımsayalım:
emperyal otelinde bu sonbahar
bu camların nokta nokta hüznü
bu bizim berhava olmuşluğumuz
bir nokta bir hat kalmışlığımız
bu rezil bu çarşamba günü
intihar etmiş kötümser yapraklar
öksürüklü aksırıklı bu takvim
ben hiç böylesini görmemiştim
Bir sosyal ortam, yaşantının aktığı bir mekân olan otelde, bu durakta, duraklama anında kışkırtılmış duygunun, düşünceyle birlikte algının tüm kapıları açılmıştır. Otelde olmak adeta kalıplardan kurtulmaya da işaret eder. Algı bombardımanı içerisinde imgeler “otel insanı”nın özlem arzu ve arayışını yansıtmaktadır.
Otelin gelip geçenin, gelip geçmenin imgesine dönüştüğü ve bu imgenin çağrıştırdığı duygularla daha büyük, daha geniş biçimde kuşatıcı bir imge oluşturduğu şiirlerin şairi Edip Cansever’dir. Şair dünyadaki varlığını, varoluşunu bazen bir oteldeymiş, bazen de bir otelin kendisiymiş gibi duyumsar. “Ben Ruhi Bey Nasılım” adlı yapıtındaki “Bir Otel Kâtibi” başlıklı şiirinde olduğu gibi. Şiirin girişini oluşturan betiği okuyalım:
Anlamadığım şu
Ben neden bir otel kâtibiyim
Eskiyim, renksizim, kimsesizim
Yontulmuş kalemlerden, sosisli sandviçlerden iğrenirim
Papazlardan, homoseksüellerden iğrenirim
Kız kurularından ve saldırgan dullardan
Ve yaşlı adamların sararmış dudaklarından
Ve deli saraylılardan, onların aybaşı kokularından
Kendimden kendimden
Ve nedendir ki ben
Sararmış bir sürahide kirli bir su gibi bekletirim.
Şairin “Adını Funda Oteli Koy” başlıklı şiiri gelip geçenin, aynı zamanda başa gelip geçenin ve bu süreçte ötekiyle ilişkinin yansıtıldığı bir şiir olarak dikkat çeker. Otel imgesi burada da adeta bir ayna işlevi görür:
Adını funda oteli koy
Aklından gelip geçen bir yazın
Ve akşam güneşlerinde orda burda
Bir deniz kıyısında, eski bir yıkıntıda
İnce ince gezinen turuncu adamların.
Adını funda oteli koy
Sevdamızın da adını
Ayakları dibinde gün batımının.
Ve ağzında binlerce güneşin tadı
Dilinin ucunda yalnızca kendi adın.
Çünkü sevdikçe beni sen kendini tanıdın.
Edip Cansever’in otel imgesiyle, bir otelde yaşar gibi yaşamanın duygusuyla, düşüncesiyle cebelleştiği şiirler bu kadarla kalmaz. Öyle ki sağlığında yayımlanan son şiir kitabının adı “Oteller Kenti” olur. Kitap, oteli bir mekân olmaktan imge düzeyine taşıyarak ve insanın yalnızlık boyutunu bir kez daha, ancak bu defa yeni bir bakış açısıyla sorunlaştırmasıyla dikkat çeker. Kitapta yer alan “Bir Otel De Sizin Adınız” başlıklı şiir bu açıdan da son derece önemlidir. Şiirin tamamını okuyalım istiyorum:
Giriniz
Giriniz, giriniz
Elbette, tam zamanında geldiniz
Sardunyalar sardunyalara akarken
Günler tane tane günlerimize sarkarken
İç içe geçmiş bardaklar gibi
Dış dışa geçmiş kolyeler gibi
Odalardan odalara bakışımlı
Aşk ışıklı sürahiler gibi
Günler günlerimize tane tane damlarken
Diyorum
Bir kuşluk vaktinin sarı solgun söylemiyle
Düşlerde görülen bir başkasının düşünden
Neden olmasın siz de geçiniz.
Geçiniz
Geçiniz, geçiniz
Üstelik tam zamanında geldiniz
-Az önce, biraz sonra ve şimdi-
yani vakitlerden bir dokunma vakti
Ne güzel, hep birden çıkageldiniz.
İyi yaptınız, doğrusu çok iyi yaptınız
Siz sayın bayanlar, siz sayın baylar
Değil mi bundan böyle
Bir otel de sizin adınız.
Cansever’in, doğumundan ölümüne kadar İstanbul’da yaşamış bir şair olduğunun altını çizelim. Onun oteller kenti dediği yerin İstanbul olması kuvvetle muhtemel. Bunun önemi, İstanbul’un zaman içinde gerçekten de her milimetrekaresiyle bir oteller kentine dönüşmüş olmasıdır ve şairin bunu sezinleyip önceden adlandırmasıdır. Şair üstelik yalnızca İstanbul’un gelecekte oluşacak imgesini erkenden dile getirmekle kalmamış, geleceğin insanının her haliyle bir “otel insanı”na dönüşeceğine de işaret etmiştir.
Evde olunan bir altın çağ var mıydı, yok muydu ayrı bir soru. Ama gerçek şu ki; bugün artık otel temalı şiirleri, dünyanın giderek büyük bir otele dönüştüğünü de duyumsayarak okuyoruz.