Hermann Hesse: Ağaçları dinlemeyi bil!
Hermann Hesse’nin “Görkemli Dünya” adlı kitabı Everest Yayınları'ndan çıktı. Metinde yazarı bir seyyah olarak tanıyoruz ve daha çok doğaya, gezginliğe ve varoluşa dair yorumlarıyla karşılaşıyoruz. Hesse’nin gözünden yerleşiklik ve seyyahlık arasındaki farkı okurken, güneşi, yağmuru, ağacı, inançları, varoluşun hezeyanlarını, evde kalmayı ve yolda olmayı sorguluyoruz.
DUVAR - Michel Onfray “Yolculuğa Övgü” adlı kitabında şöyle der, “seyyah kendi kendine yeten göçebe olarak, toplumsal, kolektif, zorlayıcı zamanı, öznel sürelerden ve istenmiş, arzulanmış şenlikli anlardan oluşan tekil bir zamandan yana reddeder” (age.15). Bu tespit önemlidir çünkü zamanın denetimini kendi eline geçirmek gibi bir anlam ifade eder. Zamanın öznenin denetimine geçmesi verili zamanın sınırlarından taşmak, çizgisel zamanda patikalar açmak, sapmalar yaratmak demektir. Bunu en iyi başaranlar seyyahlardır. Yine Onfray’ın söylediği gibi onlar; “toplumsallaştırılabilir ve ıslah edilebilir olmayan, toplum dışı göçebe saatten habersizdir, güneşe ve yıldızlara göre hareket eder; takımyıldızlarını ve gökcisimlerinin seyrini öğrenir, saati yoktur ama tanların ağarmasını, seherleri, fırtınaları, yıldırımları, alacakaranlıkları, tutulmaları, kuyruklu yıldızları, yıldızların parıldamasını ayırt etmeye talimli hayvani gözleri bulutların yapısını okumayı ve vaatlerinin şifresini çözmeyi bilir”(age. 15). Böylece göçebe veya seyyah, doğanın içerisinde bir coğrafyanın veya zamanın sınırına hapsolmadan dolaşırken, dünyanın asıl görülmesi gerekenlerini ve bunun yanında kendisini keşfeder. Doğanın göstergelerini daha iyi yorumlar ve varlığını sorgularken onun küçük bir parçası olduğunu anımsar.
YOLLAR VE DOĞA: 'GÖRKEMLİ DÜNYA'
Hermann Hesse’nin “Görkemli Dünya” adlı metninde yazarı bir seyyah olarak tanıyoruz ve daha çok doğaya, gezginliğe ve varoluşa dair yorumlarıyla karşılaşıyoruz. Kitapta yukarıda bahsettiklerimizin pratiğe geçirilmiş haliyle buluştuğumuzu da söyleyebiliriz. Bir gezi anlatısı gibi görünse de onu aşan, edebi tadı yoğun bir metin “Görkemli Dünya”. Yazar, yolları, seyyahlığı bazen şiirsel bir duyuşla bazen deneme tadında yazılarla bazen de kendi varoluşunun hissettirdiği kişisel kaygılarla yorumluyor. Hesse’nin gözünden yerleşiklik ve seyyahlık arasındaki farkı okurken, güneşi, yağmuru, ağacı, inançları, varoluşun hezeyanlarını, evde kalmayı ve yolda olmayı sorguluyoruz. Bir kente, köye veya çiftliğe hapsolmakla yollarda olmak arasındaki farkı, doğanın coğrafyaya göre değişen yanlarını görebilmek için yazarın duyguyla harmanladığı anlatısından payı almak gerek. Çünkü bulut yorumlamayı, ağacı dinlemeyi, suyun sesini işitmeyi bırakmış bir tür için Hesse’nin bir dünya yorumuna dönüşen anlatısı, bize kendimizi hatırlatan bir yerde duruyor.
DÜNYANIN GÖRKEMİ
Dünya görkemli bir yer bunu inkâr edemeyiz. Ancak dünyanın görkemini görmekte artık zorlanıyoruz çünkü dünya betondan görünmez bir yer hâline gelmek üzere. O görkemini doğaya borçlu bu nedenle onu görmek için doğayı görmek gerekiyor. Hesse kitapta, “Görkemli Dünya” adlı yazısında kendi deneyimini şöyle anlatıyor:
“Sık sık gerçeğin korkutucu yolunu denedim.
Geçerli olan şeyler; meslek, yasa, moda, maliye,
Fakat düş kırıklıklarına uğramış ve özgür bırakılmış olarak”
Buradan anladığımız, Hesse de sistemin bireye dayattığı dünyanın gerçekliğiyle baş etmek zorunda kalmış, meslek edinmek, aylaklıktan kaçınmak, yasalara uymak, modayı takip etmek gibi yani bizleri dünyanın ve doğanın asıl görkeminden uzaklaştıran şeyler, yazar için de sorun olmuş. Ancak hayal kırıklığına uğramış olsa da tüm bu deneyimlerin olumsuz yanlarının getirdiği şey “özgür bırakılmak” anlamına gelmiş Hesse için. Çünkü metnin devamında bunu görebiliyoruz:
“Gök gürültüsüz şimşeklerin beni işaret ettiği
Sesinin beni çağırdığı
Her zaman geri döndüğüm görkemli dünya”
Yazarın dönüp geldiği “görkemli dünyayı” doğa olarak düşünebiliriz bu durumda gök gürültüsünün kişiyi çağırdığı yer, insanın kendisini ait hissedebileceği belki de tek yer çünkü her ne kadar varlığını inkâr edecek kadar doğadan kopmuş olsa da insan türü, oraya ait yani dünyanın görkemini hissedebildiği yere.
'GÖLGELİ' DÜNYA
Dünyanın her zaman iç açıcı bir yer olduğunu söyleyemeyiz elbette. İnsan türü dünyanın görkeminden yani doğadan uzaklaştıkça, faydacı bir anlayışla ona sahip olma arzusuyla hareket ettikçe, egosantrik bir tavırla dünyayı bir sona doğru sürüklediğinin farkına varmadıkça, dünya görkemini her an kaybedebilir. Dünyanın bu gidişatının en önemli sebeplerinden birisi de kuşkusuz savaşlar. Hesse, bu durumu “Köprü” adlı metninde şöyle anlatıyor; “Savaş ve sorumluluk, ayrılmak ve geri dönmek zorunluluğu, şu kırmızı kâğıtlar, yeşil kâğıtlar, ekselanslar, bakanlar, generaller, bürokratik daireler. Ne kadar inanılmaz ve gölgeli bir dünyaydı o, hâlâ da devam ediyor, hâlâ toprağı zehirleyecek kadar güçlü, şu küçük gezgini, suluboya ressamını, beni barınağımda yakıp kül etmek için çağıracak trampetlere sahip hâlâ.” Savaşlar dünyayı görkemli hâlden gölgeli bir hâle getiriyor, Hesse’nin de işaret ettiği gibi. Keşke onun yazdığı dönemde geçip gitmiş olsaydı ama savaşlar hâlâ toprağa, doğaya, hayvana ve insana zarar vermeye devam ediyor. Ve gezginleri de etkiliyor bu çünkü gitmeyi ve kalmayı da belirliyor. Dünyanın güzel yanlarını görme arzusunu tüketiyor, kül ediyor. Gezginin sorumluluklarını değiştiriyor. Ve bürokratlar, bakanlar, generaller Hesse’nin metnini yazdığı zamanda olduğu gibi şimdilerde de dünyayı “gölgeli” bir yer yapmak için elinden geleni ardına koymuyor.
'AĞAÇLAR'
Galeano 'Dilsizler' adlı metninde şöyle diyor: “Gövdesine doğum günleri çizmiş halkalar bu koca ihtiyarlar, yüzyıllardır toprağın derinliklerine çivilenmişler kaçamıyorlar. Elektrikli testerenin önünde savunmasız çatırdayıp düşüyorlar. Her devrilmede dünya yerle bir oluyor ve kuşlar evsiz kalıyor” (2018: 120). Ağaçlardan bahsediyor yazar, hani artık insanın mülküymüş gibi satılmasında bir sakınca görülmeyen, her gün bir şekilde insan türü tarafından zarar verilen, yakılan, doğanın kıymetli varlıklarından.
Hesse’nin “Görkemli Dünya” kitabında kendi okuma deneyimimde en çok etkilediğim metinlerden birisi olan “Ağaçlar” adlı yazısı, yukarıdaki Galeano cümlelerini anımsattı. Yazarın ağaç ile kurduğu ilişki ona yüklediği anlam, doğanın devamlı olarak tahrip edildiği bir coğrafyada yaşarken, okuru etkisi altına alacaktır diye düşünüyorum. Hesse’ye göre ağaç, bazen ev, bazen anne mezarı, bazen bir ibadet yeri, okunacak bir metin, seni dinleyecek bir dost, Beethoven ve Nietzsche gibi büyük, konuşulacak kadim bir tanrı, olduğundan başka bir şey olmak istemeyen, içinde tanrıyı taşıyan bir varlık. Kendi anlatısıyla ağaçların şöyle bir anlamı var; “Benim için ağaçlar en etkileyici vaizler olmuşlardır. Onları aşiretler, aileler, ormanlar ya da korular içinde yaşadıkları zaman yüceltirim. Tek başlarına bile dursalar yüceltirim”. Ve onların söylediklerine kulak vermeyi öneriyor yazar insan türüne çünkü ona göre; “ağaçların derin düşünceleri vardır, bizden daha uzun yaşamları olduğu gibi, huzur dolu uzun süre nefes alırlar”. Bir ağaç insan için ne söyleyebilir diye düşünürsek, ağaçlar aslında tanıklarıdır dünyanın diyebiliriz ancak onu duymak, dinlemek, ona bakmak, ondan huzur almak gerekir. Eğer insan isterse ağaçlar, yazarın hatırlattığı gibi bize anlatırlar, kabuklarıyla, üzerlerindeki bir işaretle. Bu nedenle işte Hesse diyor ki, “Ağaçlar bir çeşit tapınaktır. Kim ki onlarla konuşmayı ve onları dinlemeyi becerir, gerçeği öğrenebilir. Onlar öğretilerden ve kurallardan bahsetmezler, titizce yaşamın eski yasalarını anlatırlar”. Tüm bunları düşününce ağaçlara kulak vermeye değmez mi ne dersiniz?
EVİNİ İÇİNDE TAŞIMAK
Hesse uzaklarda olmayı, seyahati, bir çeşit ev arzusuyla da örtüştürüyor. Küçük bir ev istiyor ancak onun içindeki gizemli yerde saklı. Her ne kadar bir ev arzusu duysa da yazar, onun hayali merkezi belli bir yer olmadığı için evi de anlaşılan içinde bir yerde gizli. Ayrıca yazar biliyor ki bir kere evden ayrılan ile geride bırakılan aynı kalmıyor. Hesse, ev özlemi ile gezginlik arasında kaldığından söz etse de anlıyoruz ki onun için seyyahlığın ayrı bir önemi var. Çünkü o aynı zamanda yolun yeterli uzaklığına ulaşamayacağını veya kendisi için ulaştığı uzaklığın yeterli gelmeyeceğini de düşünüyor. Bu nedenle yazar melankoli duygusunun hissedildiği bir anlatı ortaya koyuyor. Bana kalırsa Hesse için bu metin özelinde şu söylenebilir ki yazar evini içinde taşıyor, böylece bir yere bağlı kalmamayı becerip, yollarda kendi kendine yetiyor. Çünkü zaten gezgin, Onfray’ın deyimiyle “kendi kendine yeten bir göçebedir”.
Hesse “Görkemli Dünya” kitabında bizi yollara düşürüyor, onunla birlikte gün doğumlarını, geceleri, yağmuru, bulutu, toprağı duyuyoruz. Dünyanın hâlâ görkemli bir yer olabileceğini tahayyül edip ağaçları dinlemeyi, doğayı içimize yansıtmayı, renklerle büyülenmeyi hatırlıyoruz. Ancak yazar tüm bunları insan varoluşunun sıkıntısından uzağa konumlamıyor. Yılgınlığı, bıkkınlığı, yalnızlığı, özlemi, savaşı, zaman zaman gelen iç karartısını da anlatısına taşıyor. Böylece Hesse ile birlikte farklı duygu durumları yaşayıp, yollara düşüyorsunuz: Gün nereye götürürse, rüzgâr nereye savurursa.
Kaynaklar
- Galeano, E., (2018), “Zamanın Ağızları”, (Çev. Bülent Kale), İstanbul: Sel Yayıncılık.
- Onfray, M., (2017), “Yolculuğa Övgü ‘Coğrafyanın Poetikası’”, (Çev. Murat Erşen), İstanbul: Redingot.