Karşılaştırmalı edebiyat kavgası!
Orhan Koçak'ın karşılaştırmalı edebiyata dair eleştirileri gündem oldu. Devrim Dirlikyapan ve Süha Oğuzertem, Koçak'a yanıt vererek karşılaştırmalı edebiyatın imkanlarını tartıştı.
DUVAR - Yazar, eleştirmen Orhan Koçak'ın, K24'te kaleme aldığı Karşılaştırmalı edebiyat burda niye olmuyo? başlıklı yazısı tartışmalara yol açtı. Koçak, karşılaştırmalı edebiyat zemininde tartıştığı yazısında, akademisyen, yazar Devrim Dirlikyapan'ın hazırladığı Şiiri Şiirle Ölçmek kitabını ele aldı. Koçak, Türkiye'de edebiyat karşılaştırmalarının eksik ve temelsiz yapıldığını iddia ettiği yazısında, "Bilge Karasu gibi bir yazarı, başka herhangi bir yazarla kıyaslamaya gerek var mı, böyle bir kıyaslama onu okurken alacağımız zevki azaltmaz mı? Böyle böyle, Akatlı’nın en yakın dostlarından şair Edip Cansever’in yazıları ve söyleşilerini kapsayan kitap da YKY’den Şiiri Şiirle Ölçmek gibi bir isimle çıktı. Editör mü sezememişti, Cansever’in başkasından işittiği anda derhal hücuma geçeceği bir tez olduğunu bunun? Bilmiyor muydu Cansever’de, Uyar’da, Ece Ayhan’da filan şiirin hep şiirden fazla, şiirden artık bir şey olmaya doğru hırslandığını? Ah bu çocuklar, ah bu yayın sektörü.
Cansever’i anlamalı mıyız, o başlığa çıkan sözüyle? Şüphesiz bir teorisyen, bir “fikir adamı” değildi ama, muhtemelen şöyle bir şey hissettirmek istiyordu: şiirin de “kendi imkânlarıyla” devreye soktuğu bir akıl vardır, ne kadar sulu sepken duygusal görünse bile: o aklı siz okurlar seçemiyorsanız eğer, ya siz çok şeysinizdir, ya da daha büyük ihtimalle benim şiir bir fiyasko. Ama 70’li yıllarda bile her ağzını açtığında Eliot’tan, Mayakovski’den, Kafka’dan, hatta (az sonra) García Márquez’den ve evet, Celal Sılay’dan (!) söz eden adamın “benim satırın tek rakibi kendisidir” gibi bir şey demek istemiş olacağını sanmam. “Sanatın kendi ölçüleri, kendi kıyas noktaları vardır”? – ama o yıllarda bunu 70’li yılların devrimci şairleri bile artık kabul ediyordu" dedi.
'CANSEVER'İN BİR YAZISININ BAŞLIĞI'
Orhan Koçak'ın eleştirilerine Devrim Dirlikyapan ve eleştirmen, akademisyen Süha Oğuzertem'den yanıt geldi. Dirlikyapan, 'Şiiri Şiirle Ölçmek' ne demek? başlıklı yazısında "Edip Cansever’in poetikasında şiiri şiirle ölçmek, şiiri kendine özgü parametrelerle değerlendirmenin yanı sıra, hatta daha çok, onu bütün bir dünya şiir tarihinin içinde düşünmek, daha öncesinde yazılmış şiirlerle karşılaştırarak çözümlemek, estetik değerine bu yolla karar vermek anlamı taşır. Şiiri şiirle ölçmenin tersi, şiiri alışılmış beğenilerle ölçmektir.
Cansever, “Şiiri Şiirle Ölçmek” başlıklı yazısını 1961 yılında Yeditepe’de yayımlamıştır. O yıllarda yayımlanan diğer yazılarında olduğu gibi, bu yazıda da “soyut, anlamsız, kapalı” bulunan bir kuşağın içinden seslenir Cansever. Bu yazılarda genel olarak şunu savunur: Bizim şiirimize, alışmış olduğunuz şiir anlayışlarıyla, yerleşik beğenilerinizle yaklaştığınız için soyut, anlamsız ya da kapalı buluyorsunuz. Oysa, şiiri beğenilerinizle değil, şiirle ölçtüğünüzde böyle olmadığını anlayacak, onu gerektiği gibi değerlendirmeye başlayacaksınız. Şiiri değerlendirmenin en iyi yolu onu şiirle ölçmektir.
Orhan Koçak, geçen hafta K24’te yayınlanan “Karşılaştırmalı edebiyat burda niye olmuyo?” başlıklı yazısında şairin düzyazılarını topladığım kitaba Şiiri Şiirle Ölçmek adını vermemi eleştiriyor.
Şiiri şiirle ölçmenin “Cansever’in başkasından işittiği anda derhal hücuma geçeceği bir tez” olduğunu söylüyor. “Şiiri Şiirle Ölçmek” ifadesinin bana ait olmadığı, Cansever’in bir yazısının başlığı olduğu ortada. Şiiri şiirle ölçmenin Koçak’ın belirttiği gibi Cansever'in hücuma geçtiği/geçeceği değil, hep savunduğu bir tez olduğunu söylememe de gerek yok sanırım. Öyleyse Orhan Koçak, neden yakıştıramıyor şiiri şiirle ölçme düşüncesini Cansever’e? Cansever’in “‘benim satırın tek rakibi kendisidir’ gibi bir şey demek istemiş olacağını sanmam” diyor. Şiiri şiirle ölçmekten “benim şiirimin rakibi yoktur, şiirimi yalnızca benim şiirimle ölçebilirsiniz” demek istediğini mi düşünüyor gerçekten? Daha doğrusu benim Cansever’in kitabına Şiiri Şiirle Ölçmek adını vererek, bir bakıma ona bunu dedirtmiş olduğumu düşündüğü için mi karşı çıkıyor? Koçak’ın verdiği örnekler arasındaki bağlantıları anlamaya çalışıyorum. Füsun Akatlı’nın “Benim için her yapıt, her şiir, her öykü tektir, biriciktir. Kendinden ibarettir, sadece kendi yapıp yapamadıklarıyla ölçülür” şeklindeki sözünü eleştirmek için Akatlı’nın en yakın arkadaşının düzyazılarının toplandığı kitabın adını malzeme yaptığına göre, şiiri şiirle ölçmenin “şiiri kendisinden ibaret görmek” anlamı taşıdığını mı düşünüyor acaba? Öyle görünüyor. Eğer öyleyse, Cansever buna gerçekten hücum ederdi işte! Şiiri yalnızca kendinden ibaret gören bir adam şunu demez çünkü: “şiiri şiirle ölçme yeteneği olanlar [….] bir şiiri başka bir şiirle, bir çağın şiirini başka bir çağın şiiriyle, hatta bir ülkenin şiirini başka bir ülkenin şiiriyle oranlayabilecek kimselerdir.”
Edip Cansever, yaygın kanının aksine, yabancı dil bilmese bile Türkçeye çevrilmiş metinleri çok iyi takip etmiş, dünya edebiyatının başyapıtlarıyla ilişki kurabilmiş, metinlerarası göndermelere sıklıkla yer vermiş bir şair. Onun şiirini antik Yunan tragedyalarıyla da, Eliot’la da, Berger’la da ölçebilir, mukayese edebilirsiniz. Edip Cansever’i “karşılaştırmalı edebiyat” bahsine konu edecekseniz, işte buradan etmeniz gerekir. Daha baştan bir mukayese ifadesini yanlış anlayarak, bu yanlış anlamayı da adını anmaktan bile imtina ettiğiniz editöre bağlayarak değil" diyerek eleştirilere yanıt verdi.
'OKUR BOŞUNA ÜMİTLENMİŞ'
Orhan Koçak'a bir yanıt da Süha Oğuzertem'den geldi. Oğuzertem, Türkiye'de karşılaştırmalı edebiyat üzerine yapılan çalışmaların yerinde ve gelişmekte olduğunu belirtti. Oğuzertem, Koçak'ın eleştiri yöntemini ve üslubunu eleştirdiği yazısında, "K24'te yayınlanan bir yazının başlığı hâliyle dikkatimi çekti: “Karşılaştırmalı edebiyat burda niye olmuyo?” Başlık neden tırnak içindeydi, neden laubaliydi? Başlıktaki iddiaya ve olumsuzluğa bakılırsa, belki de yazar, disiplinin duayenlerinden René Wellek’in 1959 tarihli “The Crisis of Comparative Literature” (Karşılaştırmalı Edebiyatın Krizi) başlıklı ünlü makalesi ile Gayatri Chakravorty Spivak’ın 2005 tarihli Death of a Discipline (Bir Disiplinin Ölümü) kitabının izinden giderek meselenin Türkiyeli boyutunu ele alacaktı.
Okur boşuna ümitlenmiş. Orhan Koçak (OK) bambaşka bir şey yapmış.
Editörün dikkat çekici bulup özetleyerek spota aldığı cümlelerden başlayalım: “Şimdi ‘bu topraklarda’ hem Sabahattin Ali’nin Kuyucaklı Yusuf’unu hem de Balzac’ın Goriot Baba’sını okumuş binlerce kişi vardır. Ne var ki, ben bu iki romanın nerdeyse ‘özdeş’ bitişini birbiriyle kıyaslayan herhangi bir yazı görmedim…”
Yazarın bu yaklaşımı metin boyunca sürüyor. Türkiye’de henüz nelerin karşılaştırılmadığını kendince örneklerle listeliyor. İzlenimlerini, bilgi kırıntılarını “neden araştırılmadı” kipinde sunuyor. Olmayan yazarları olmayan metinleri yüzünden haşlamak gibi abes bir huy edinmiş OK. Neden herkes onun bildiklerini bilmiyor ki? Okur, OK’nin yazısını okuyup bilgilenmek isterken, maruz kaldığı, kökeni belirsiz, sınırsız bir agresyon. OK, Nurdan Gürbilek’teki eksiklikler dâhil olmak üzere, aklına gelenleri sıralamış.
İnsanın “Başkalarının eksikliklerini sıralayacağına sen yazsaydın Orhan” diyesi geliyor. Fakat mesele biraz daha derin; hatta epey derin.
Bu devirde, iki metni “mukayese” edince, benzerlikleri, farklılıkları listeleyince “karşılaştırmacı” olmuyorsunuz. “Tuz”un, “siyah güneş”in izinde ilerleyerek, “veri sunuculuğu” yaparak, “hırsızlıklar”ın, “aşırmaların” peşinde koşarak olmuyor o iş.
Oysa OK demektedir ki: “Şimdi, herhangi bir karşılaştırmalı edebiyatın asgari zeminidir bu, bundan aşağısı olmaz.” Aşırmaların incelenmesi mi? Değilse, üç şairin metninde aynı sözcük geçiyorsa hemen peşine mi düşmeli? OK “azami zemin” olarak bunu mu tahayyül ediyor?
Disiplin olarak Karşılaştırmalı Edebiyat (KE) tam da bu basit zihniyetle mücadele içinde doğmuş, içe kapalı ulusal edebiyat meraklılarının sergilediği dirence karşın geçen yüzyıl boyunca serpilmiş, kısa sürede ulusötesi niteliğine kavuşmuştur. Anlaşılıyor ki OK, ulusçuluktan yana değilse de, 19. yüzyılın sonundan bugüne sönümlenen bir eskil anlayıştan yana. Hâlbuki epey uzun süredir KE’ciler, tırtıklamalar yerine, “metinlerarasılık” ile ilgilenmekteler. Disiplin yepyeni ufuklara yönelmişken eskil kavrayışlarla mücadele etmeye artık gerek duymamakta.
Çağdaş gelişmeler karşısında OK’deki KE tasavvurunun rüşeym hâlinde kalmış olmasına tanıklık etmek, hayret verici, üzücü.
Dirlikyapan’ın emeğini küçümsemek amacıyla “Ah bu çocuklar” derken baltayı taşa vurduğunun farkında değil. Türkiye’deki en kayda değer Cansever araştırmacılarından olan Dirlikyapan’dan haberi yok gibi. Dirlikyapan’ın doktora tezine dayanan Ölümü Gömdüm, Geliyorum kitabını belki okumamıştır, ama basit bir internet taramasıyla, pek de “çocuk” olmayan birisiyle karşı karşıya olduğunu “hissedebilirdi.”
Zaman kıtlığından olacak, önemli adları (mahalleden ahbaplarını) “Dosto,” “Raskol,” “Walter,” “Hamdi” diye anan bir yazarın Dirlikyapan’ın büyük emek eseri kitabını da değersizleştirmesi bir noktada “doğal” karşılanıyor –eleştirici ahlakı bakımından.
Yoksa bazı eleştiriciler fazla mı kolay yazıyor?
Yazının başında andığım Wellek ile Spivak, ilgili metinlerinin başlıklarındaki olumsuz sözcüklere karşın, KE çalışmalarının ilerlemesine eşsiz katkılarda bulunmuşlardır –üstün donanımları, yüksek pozitif enerjileriyle.
OK’de ise herhangi bir pozitif enerjiye rastlanmıyor. En yakın arkadaşları dâhil, insanları küçümsemekle, yetersizlikler dizini çıkarmakla meşgul.
Başkalarına parmak sallaması yerine, kendisine teorik çerçeve bakımından 19. yüzyılı temel alarak, iki romanı, öyküyü, şiiri vb. mukayese etmesi (kıyaslama da denebilir) tavsiye edilebilir. Fakat baştan belirtelim: O anlayıştan ne KE ne de eleştiri çıkar.
Olmuyor OK olmuyor" dedi.
Orhan Koçak'ın yazısının tamamı için