İki yoldaş köylünün yayınevi: Yaba

Türkiye siyasi hayatında özellikle 60'lı ve 70'li yıllarda etkili olan işçi ve köylü hareketinin edebiyat alanındaki bir yansıması sanki Yaba. İsmini insanlığın kutsal yiyeceği buğdayı ortaya çıkaran tarım aleti yabadan alan yayınevinin kurucusu Aydın Doğan ve yoldaşı Ayşe Hanım, kendi dünyalarında ve piyasalaşmaktan uzak durmaya özen gösteriyorlar. Aydın Doğan yaptıkları işi "Zaten sevdiğimiz iş, zarar etsek ne olacak!" diye tarifliyor...

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Beyoğlu'nda “Yüksek Kaldırım” diye bilinen Galip Dede Sokağı'ndan Galata'ya doğru kendinizi saldığınızda yaz-kış, sıcak-soğuk, kitapların kıyısında bir kapı aralığında kitap okuyan bir kadın görürsünüz. Bu kadın, Aydın Doğan'ın eşi Ayşe Doğan. Evlilik bağından çok birbirlerine yoldaş olmuş iki insanın birlikteliğinin adeta bir sembolü olan Yaba Sahaf dükkânında sessiz, sakin, kendi halinde insanlığa küçük katkılar sunarak yaşamlarını sürdürüyorlar.

'İKİ YETİM EVLENDİK'

Yaba Yayınları ve sahaf dükkânının sahibi Aydın Doğan, “O iyi bir yoldaş oldu benimle. Yoldaşlık buna deriz. O da köylü, ben de köylü. İkimiz sırt sırta bu işleri yaptık, kimseden tek kuruş iğne almadan. Onun payı çok bu emekte,” diyor eşi Ayşe Doğan'ın hayatındaki yeri için.

Ayşe Doğan...

“Ben ona diyorum oturma orada diye ama onlar Yörük olduğu için içeride duramıyor, sıkılıyor,” diyor Ayşe Hanımın dışarıda olmasına ve ekliyor: “Beni suçluyor bazı arkadaşlar, o kadıncağız orada üşümüyor mu diye. Onlar yaylada büyümüşler. Orada duruyor, okuyor. Zaten biz o okumayla tanıştık Ankara'da. Bana gelip kitap alırdı. Tabii fiziği filan da güzel, ben de fena değildim. İki yetim evlendik. Onun da anne babası ölmüş. Onun için bu işleri böyle sahiplenerek yürüttük. Kendi gücümüz neyse onu kullandık. Gücü boşuna harcamadık, sonucunu da aldık.”

'YABA, MEZOPOTAMYA'YI TEMSİL EDEN BİR ALET'

Yaba, her şeyin hızla yok olduğu ya da dönüştüğü günümüzde, kendi evreninde, nasıl varolduysa o çizgide devam eden bir sahaf dükkânı ve küçük de bir yayınevi. 1979 yılından beri sadece Aydın Doğan'ın 12 Eylül zamanında 6 ay hapis yattığı dönem harici çıkan Yaba Edebiyat dergisinin de evi burası. Türkiye siyasi hayatında özellikle 60'lı ve 70'li yıllarda etkili olan işçi ve köylü hareketinin edebiyat alanındaki bir yansıması sanki Yaba.

“Yaba; Anadolu'yu, Mezopotamya'yı temsil eden bir alettir. Tarihte buğday savaşları olmuştur. Mezopotamya'nın üzerine yürümüşlerdir. Biliyorsun, buğday olmasa insanlık olmazdı. O yüzden kutsal sayılır. Ekinin başak tanelerini ayırmak için kullanılır. Bu yabadır,” diye açıklıyor Aydın Doğan Yaba ismini seçme nedenini. Aslında yayıncılıkta da bir kitabı oluşturmak için bir araya getirilmiş formaların sıralanarak ciltlenmeye hazır halde olmasına da yaba deniliyor. Ama bu kısmını hiç konuşmuyoruz.

Aydın Doğan'ın sahaf olması, yayınevi sahibi olması ise hayatın ondan aldıkları neticesindeki savruluşunun bir sonucu:

“Ben köylü çocuğuyum birincisi. Keban'a bağlı Loriken adında bir köy vardı, şimdi yok oldu. Orada doğdum. 3 kardeşiz, en küçüğü benim. 9 yaşıma kadar köyde yaşadım ama babamın ölümünden sonra ailemin durumu karıştı. Harput'a bağlı Kesili adlı yerleşkede bir ailenin yanında hayatımı idame ettim.

Çıraklıklarla büyüdüm, köyde zaten okul yoktu. Terzide, kunduracıda en sonunda da berberde. Yanında kaldığım aile dışarıdan bir hoca tahsis etti de okumayı öyle öğrendim. 19 yaşıma kadar berberlik yaptım.

Beni büyüten ailede teyze oğlu diyebileceğim bir yakınım ile benim bir büyüğüm olan abim Ankara'da bir berber dükkânı açtılar. Mektupla beni de yanlarına çağırdılar. O vesileyle Ankara'ya gittim. Bir süre orada berberlik yaptım, Ankara'yı çok sevdim ama sonrasında işi bıraktım. Çünkü hizmet etmeyi sevmiyordum. Tamam, bu işler de belki gerekli ama o zamanlar okuduklarımdan da etkilendiğim için bana ters geliyordu o işler.

Bir arkadaş grubu edinmiştim o dönemde. Onlarla hem tartışırdık hem de üretirdik. Ben de o vakitler bir piyes yazmıştım. Harika Berber diye bir komedi oyunu, yazlık sinemalarda film başlamadan sahneliyoruz. Ama nasıl tuttu oyun, görsen. O zamanki gençlik çok bambaşkaydı, birden bir grup olduk.

Oyun sayesinde iyi de para kazandık. Yazlık sinema o zamanlar çok önemli bir kültürdü, keşke şimdi de olsa ama her yer beton, yer kalmadı ki. O dönem Aydınlıkevler'de yaşıyordum. Sadece bizim mahallede 4 tane yazlık sinema vardı.”

Aydın Doğan...

'MADEM İŞİN SANA BİR DÜKKÂN AÇALIM'

Ancak bir süre sonra hayat şartları bu grubu ayırmış, herkes bir yöne savrulur olmuş. O dönemde Aydın Doğan'ın kitaplarını satın aldığı bir sahaf dükkânı vardır, İstanbul'da yayıncılık da yapmış birinin kurduğu bir sahaf. “İyi kitaplar vardı; sinema, tiyatro oyunları... Oradan aldığım kitaplar hâlâ kitaplığımda durur. Bana çok şey hatırlatıyor onlar,” diyor Aydın Doğan.

Gide gele tanışmışlar. Muhabbet esnasında Aydın Doğan'ın o sırada işsiz olduğunu öğrenen sahaf sahibi, bir teklifte bulunur: “Seni görüyorum burada, çok iyi kitaplar alıyorsun. Ben burada kitaplarla boğuldum. Madem işin yok mahallede bir dükkân açalım, onu sen işlet.”

“Benim canıma minnet,” diye anlatıyor Doğan “Zaten işsizim. Kuruşum bile yok ama bir dükkâna sahip olacağım. 'Sermaye benden, çalışması senden' dedi yani kısacası. Bana işin detaylarını anlattı. Nasıl kitap bulunur, nasıl satılır... 1972 yılı. Odur budur kitapçılıktan kopmadım. Aşağı yukarı 40 yıldır kitapçıyım.”

HÜSEYİN İNAN'IN TEYZE OĞLUYLA AYNI EVDE

Bekârlar o zamanlar da şimdiki çok sıcak bakmıyormuş ev sahipleri. Aydın Doğan da ev bulmakta zorlanıyormuş. Bir gün ODTÜ'lü arkadaşlarının kaldığı evde bir oda boşalınca bu sıkıntısından kurtulmuş. Fakat bu kez de başka “sorunlar” başlamış. Çünkü ev arkadaşlarından biri Hüseyin İnan'ın teyzesinin oğluymuş. Hatta Hüseyin İnan'ın evlerine gerçekleştirdiği birkaç ziyaretten birinde tanışmışlar da. Bu nedenle evleri sıklıkla polis baskınına uğrarmış. Tabii bu baskınlardan dükkânı da nasibini alırmış:

“Sol kitaplar satıyorum. Dönem de iyi bir dönem; mesela Harun Karadeniz'in yeni çıkan kitabından günde 30 tane satıyorum. Vitrinimde sisteme karşı kitaplar duruyor. Biraz gözümüz karaydı, kendimizi sakınmazdık.”

Dergi çıkarma fikri de o vakitler düşüyor aklına Aydın Doğan'ın. “Yaba Edebiyat” adıyla çıkan dergi hayli ilgi görmüş o dönem. “Edebiyat ağırlıklı ama sosyal konular zımba gibi var. Dergi fırladı. Bir ara Yaba Öykü olarak cep dergisi formatına geçtik. Oradan da çok isim geldi geçti, Cemil Kavukçu gibi isimlerin ilk öykülerini yayınladık. Dergi gittikçe yükseldi,” diye anlatıyor Aydın Doğan.

'O RÖPORTAJDAN SONRA MUSA ANTER ÖLDÜRÜLDÜ'

Fakat sonra darbe dönemi geliyor. “ Asıl o beni mahvetti,” diyor Aydın Doğan, “ev baskınları sürekli hale geldi. Bir de ceza aldım. Musa Anter'le bir söyleşi yaptım. Kendisini yüz yüze görmedim ama ona ulaşabilecek birine sorularımı yazıp verdim ve Musa Anter de bunları bir güzel yanıtladı. Ben de dergide bunları olduğu gibi bastım. Sonra bir gün bana mahkemeden celp geldi. Sonuçta 55 milyon lira para cezası ve 6 ay hapis cezası aldım. 3 ay Ulucanlar, 3 ay Haymana cezaevinde yattım. Asıl kötüsü, o röportajdan 5-6 ay sonra Anter öldürüldü. Dergi çok insanı yakmıştır, ben de bundan payımı aldım.”

Bu olaylardan sonra Aydın Doğan için “Ankara'nın suyu kurumuş” ve o da kalkıp İstanbul'a, şu an halen yaşamına devam ettiği dükkânına taşınmış: “İlk etapta sahaf ve arka tarafı da oturma, çay içme, muhabbet yeri yaptık. Fakat bizim insanımız biraz çürük. Sürekli kitap eksilmeye başladı. Ya da çaya 1 lira vermemek için habersiz çıkıp giden çok insan oldu. Hırsızlıklar beni yıldırdı, biraz da tedirgin etti, o kısmı kaldırdık.”

'ZATEN SEVDİĞİMİZ İŞ, ZARAR ETSEK NE OLACAK!'

Ondan sonra daha da içe kapanmışlar. Ama bu kapanma hali kendilerini piyasalaşmaktan korumak, nitelikli işler yapmak için olmuş: “Dergiye ticari gözle bakmıyorum. Zaten sevdiğimiz iş, zarar etsek ne olacak! Babam da olsa gelen yazıda bir eksiklik, bir hata varsa yayınlamıyorum. Çünkü ihanet gibi olur, anlıyor musun? Dergi benim yoldaşım oldu. Ama bugünkü hali geçmiştekinin yanında çırak kalır. Şimdi her şey naylonlaşmış. Çalıntı var. Ahlak naylonlaşmış. Şiir diye gönderdiklerini pek şiire benzetemiyorum. Tek tük nitelikli iş çıkıyor ve onları da yayınlıyoruz.”

Hem hayatın hem edebiyatın hem de yayıncılığın patika yollarında ilerlemiş Yaba ve küçük adımlarla da olsa ilerlemeye devam ediyor. Artık yılda dört sayı da olsa Yaba Edebiyat çıkmaya devam ediyor inatla. Ayşe Hanım her gün kapıda kitabını okuyor gelen geçenlerin ve hayatın hızına karşı. Aydın Doğan ise köşesine çekilmiş, iğneyle kuyu kazar gibi dergiye gönderilen yazılar, şiirleri satır satır incelemeyi sürdürüyor...

Fikirtepe'nin kuşçularıFikirtepe'nin kuşçuları