Anılardan beslenen bir macera: Büyükbaba’nın Müthiş Firarı
David Walliams’ın, İpek Şoran tarafından Türkçe’ye çevrilen son kitabı “Büyükbaba’nın Müthiş Firarı”, Can Çocuk tarafından okura sunuldu. Walliams, bu kitabında hem kuşaklar arasındaki mesafeleri kaldırıyor, hem de hatıraların kıymetine göz kırpıyor.
DUVAR - Yaşlısından gencine, çoğumuz maziye özlemle yaşıyoruz. Kimimiz bunun farkında, kimi fark etmek için biraz daha yaşlanmayı bekliyor. Nedenine, gelecekten ümitsizlik deyin, insanoğlu iyimser varlık, tüm kötü şeyleri silip hep iyileri anıyor, geçmişi de güzel hatırladığı için özlüyor deyin; ne derseniz deyin. Bu yüzden insanoğlunun yakalandığı en duygusal hastalık Alzheimer olabilir. Yazık ki bu duygusallık, hastalığın ağırlığından hiçbir şey azaltmıyor.
Yazdığı çocuk kitaplarıyla bugün dünyanın birçok ülkesinde okunan ve çok sevilen, çoğumuzun da şov dünyasından aşina olduğu David Walliams’ın Can Çocuk’tan çıkan kitabı “Büyükbaba’nın Müthiş Firarı”, tam da bu meseleyi eksenine alan sıcacık bir öykü anlatıyor. Çoğunlukla yarattığı antikahramanlarla tanıdığımız Walliams, bu kez karşımıza biraz uçarı bir büyükbaba ve ona hayran bir torun karakteri ile çıkıyor. Küçük Jack ile emekli bir Kraliyet Hava Kuvvetleri pilotu olan büyükbabasının şahane dostluğunu anlatan kitap, hem kuşakları aşan muazzam dede-torun ilişkilerine göz kırpıyor hem de sancılı bir hastalık olan alzheimer'dan ilham alarak, eğlenceli bir serüven anlatıyor.
'YUKARI, YUKARI VE UZAKLARA!'
Jack ile büyükbabası harika bir ikili. Jack, büyükbabasına hayran. Hayran olmamak mümkün mü? Kraliyet Hava Kuvvetleri Komutanı olan Büyükbaba, gözalıcı bıyıkları, muhteşem ütülü pantolonu, altın düğmeli kruvaze ceketi, hizmet madalyaları ve Kraliyet Hava Kuvvetleri kravatıyla her an göreve hazır! Jack, yıllarca büyükbabanın pilot olarak katıldığı İkinci Dünya Savaşı maceralarını dinlemiş, Spitfire uçağını gökyüzünde nasıl “Yukarı, yukarı ve uzaklara” diyerek asaletle süzdürdüğünü bir gün kendisi de bir Spitfire kullanma hayaliyle dinlemiş. Fakat son zamanlarda büyükbabanın aklı biraz karışık. Jack’i ve etrafındakileri sürekli savaş dönemindeki askerlerle karıştırıyor, Jack’e taktığı “binbaşı” lakabı giderek daha gerçekçi oluyor. Büyükbaba ayrıca bazen market arabalarını savaş uçağı zannedip üzerine biniyor, marketi birbirine katıyor; bazen de komşuların attığı havai fişekleri şehrin bombalandığına yorup evdekileri sığınaklara inme konusunda uyarıyor. Bugüne kadar büyükbabasının tüm savaş maceralarını heyecanla, neredeyse gerçekte yaşıyormuşçasına dinleyen Jack ise onun bu halini garip bulsa da sorun etmiyor, hatta zaman zaman onunla işbirliği bile yapıyor. Fakat yetişkinlerin, özellikle Jack’in anne-babasının kendi arasında büyükbabanın sorununa dair yaptığı konuşmalar Jack’in canını sıkıyor.
Büyükbabanın zihni gün geçtikçe daha çok karışıyor ve artık evden çıkıp kayboluyor, saatlerce bulunamıyor. Hâl böyle olunca, Jack’in annesiyle babası, büyükbabanın kentin yaşlılarının toplandığı bakımevi olan Alacakaranlık Kuleleri’ne gitmesi gerektiğini düşünmeye başlıyor. Alacakaranlık Kuleleri’nden hiç hoşlanmayan Jack, büyükbabanın oraya gitmemesi için boyundan büyük bir mücadeleye girişiyor. Bu yoldaki en büyük engellerinden biri, büyükbabanın Alacakaranlık Kuleleri’ne gitmesi konusunda anne ve babasından daha ısrarcı görünen Rahip Hogg ve Alacakaranlık Kuleleri’nin sahibesi Bayan Swine.
Jack, büyükbabasının o berbat yere gitmemesi için ne kadar çabalasa da büyükbabanın her geçen gün daha da bulanıklaşan zihni artık başını belaya sokmaya başlıyor. İşler giderek çığırından çıkarken Jack, büyükbabasına her şey yolundaymış gibi davranmayı sürdürüp onu içine düştüğü bu sıkıntılı durumdan kurtarmak için elinden geleni yapıyor. Bu yolda, büyükbabasının İkinci Dünya Savaşı maceralarından dinleyip öğrendiği bilgilerin ve tam da bir binbaşıya yaraşacak cesareti ona çok yardımcı olacak!
KUŞAKLAR ARASINDAKİ MESAFELER KALKIYOR
“Büyükbaba’nın Muhteşem Firarı”, bir büyükbaba ile torunun şahane dostluğunun öyküsü. David Walliams’ın tüm bağları akrabalık ilişkilerinden azade kurduğu bu öyküde araya serpiştirdiği toplumsal detaylar da dikkat çekici. Bunların arasında en göze batanı, kasabanın rahibi Hogg’un aşırı lüks düşkünlüğü ve zenginliği dikkat çekmesi. Ayrıca öykünün finalinde oynadığı rol de dikkate değer. David Walliams, oldukça eğlenceli bir öykü anlatırken hiç didaktik olmanın yanından bile geçmeden okurlarına gerçek yaşama dair önemli detaylar fısıldıyor. Bunu da en iyi, yarattığı karakterler sayesinde yapıyor.
“Büyükbaba’nın Muhteşem Firarı”, maceradan maceraya koşan bir öykü olsa da Jack ile büyükbaba arasındaki ilişki sayesinde bir o kadar duygusal, kalplere dokunan bir kitap. Diğer taraftan Jack’in büyükbabasını hayatında konumlandırışı, yaşından beklenmedik olgunluk gösteren, bu yüzden çoğu kez yaşıtlarıyla sosyalleşme güçlüğü çeken çocukların iç dünyasına karışabilmemiz için de bir ipucu sunuyor. David Walliams bu metinle, hem kuşaklar arasındaki mesafeleri kaldırıyor, hem hatıraların kıymetine göz kırpıyor, hem de duruşuyla gelecek nesillere ilham veren zarif adamları anımsamamız için bir fırsat yaratıyor. Walliams’ın anlatımı ve kurgusuyla yeterince heyecan verici ve eğlenceli bir hâl alan öykü, Tony Ross’un çizgileriyle zenginleşiyor. Kitabı Türkçe’de İpek Şoran çevirisi ile okuyoruz.
David Walliams’ın Türkçe’ye çevrilen bu son kitabı, “Ahh eski günler...” diyen büyükannelerin, dedelerin dizleri dibinde büyümüş torunların burnunun direğini sızlatırken Calvino’nun şu satırlarının altını tekrar çiziyor ve tekrar anlamlandırıyor: “Yaşamda bir an geliyor, tanıdığın insanlar arasında ölüler canlılardan çok oluyor. Ve beyin, başka yüz hatlarını, başka ifadeleri kabul etmeye yanaşmıyor; rastladığı bütün yeni yüzlere eski izlerin damgasını vurup her birine en uygun maskeyi buluyor.”