Murat Belge: Koçu 'nesnel' bir tarihçi değildir

Prof. Dr. Murat Belge, ‘hafif' tarih anlatımıyla kimilerinin gönlünü fetheden kimilerinin ise eleştirine hedef olan yazar Reşat Ekrem Koçu’yu, çok okuyan, dolayısıyla, çok şey bilen, popüler, fakat nesnel olmayan bir tarihçi olarak tarif ediyor. Belge ayıca, günümüzdeki tarih yaklaşımını ise toplum mühendisliği projesinin bir parçası olarak tanımlıyor ve yükselen Osmanlı sevdasının hegemonik özlemlere dayandığını belirtiyor.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Okullarda anlatılan ezbere ve ideolojiyle şekillendirilmiş bilgilerle şişirilmiş tarih dersleri, çoğumuzun tarihe yaklaşımını da algılama biçimini de olumsuz etkiledi. Tarih, son on yılda Türkiye’de, özellikle televizyon dizileriyle iyice su katılıp seyreltilirken, gece yarısı kuşaklarına itilmiş programlarda sek tüketilir oldu. Pek çok konuda ahkâm kesmeyi görülmemiş bir görev bilinciyle sürdüren “her önüne gelen” kitlesi, uzmanlık alanları arasına tarihi de ekleyince işler iyice çığırından çıkmaya başladı. İnternet çağıyla beraber çoğu alanda yaygınlaşan bilgi kirliliği, tarihi de vurdu. Kim, neye inanacağını şaşırdı. Hangi millete neden öfke duyması gerektiğinden emin olamadı. “O soykırım mıydı, bu katliam mı”, “O padişahın annesi Rus muydu, Romen mi” derken ipin ucunu kaçırdı. Durup da tarihi nasıl algıladığımızla, hayatımızda nasıl konumlandırdığımızla, öğrendiklerimizin tutarlılığı ya da yanlış olma olasılığı ile ilgili kafa yormaya lüzum görmedik. Hâl böyle olunca, tarih ağacında birer yaprak olan bizler, tarihle ilişkimizi nasıl ayarlayacağımızı bilemedik.

Tarihi doğru algılamak, üzerimizde bıraktığı bu kötü intibaı düzeltmek ise ömrünü bu işe vakfetmiş, arşivlerin efendisi, dillerin ustası olmuş tarihçilerin kitaplarını okumakla bir nebze mümkün oldu. Bir nebze diyorum, çünkü her ne kadar iyi yazılmış ve titiz çalışılmış olursa olsun, tarihi bir roman gibi okumak da her baba yiğidin harcı değil. Gel gelelim, tarihimiz, tarihimizi öyle çok seyreltmeye kalkışmadan makul porsiyonlarla servis eden bir tarihçiye evsahipliği yapıyor.

Reşad Ekrem Koçu, az önce sözünü ettiğim, ‘tarihi bir roman gibi okumak’ eylemini mümkün kılmış, yaşamını Osmanlı tarihini anlatmaya vakfetmiş bir kalem. Onu en okunası kılan iki özelliği, konularının sınırlarını telaşsız bir neşter darbesiyle net olarak belirlemiş olması ve tarihi, oldukça sade bir üslup kullanarak aktarması. Tarihi bir kabus gören çoğu kişi Koçu sayesinde, korkularını yenmiş, meraklarını gidermiştir.

Reşad Ekrem Koçu, siyasi tarihten pek söz etmez. Onun satırlarında hep gündelik yaşama, insan profiline, şehir belleğine, giyim kuşama, cinsi ayrımların getirdiği tuhaflıklara yani sözleşmelere, antlaşmalara, sınırlara dair değil, insanlara dair tarihin izleri takip edilir. Gelgelelim bu hâl, zaman zaman onun tarihçiliğini, aktardığı bilgilerin sağlığını tartışma konusuna çevirmiştir.

Prof. Dr. Murat Belge, Reşad Ekrem Koçu’nun tartışmalı noktalarını, tarihçiliğini, onun tarihi algılama ve anlatma biçimini değerlendirdi. Belge ile ayrıca, günümüzde tarihe yaklaşıma dair de konuştuk. Koçu’yu, çok okuyan, dolayısıyla, çok şey bilen, popüler ve nesnel olmayan bir tarihçi olarak tarif eden Belge, günümüzdeki tarih yaklaşımını ise toplum mühendisliği projesinin bir parçası olarak tanımlıyor ve yükselen Osmanlı sevdasının hegemonik özlemlere dayandığını belirtiyor.

Murat Belge

'KOÇU BİR POPÜLER TARİHÇİDİR'

Koçu, adeta bir sosyal sorumluluk görevi gibi tarihi, herkesin anlayabileceği düzeye indirgeyerek anlatıyor. Tarihçinin böyle bir görevi var mıdır? Koçu neden böyle bir yol izledi?

'Tarihçi'nin çok kişiye anlatmak gibi bir görevi yoktur ama Koçu zaten baştan 'popüler tarihçi' misyonunu seçmiş bir yazar.

Reşad Ekrem Koçu, tarihçinin konusuna 'objektif bakışı' anlamında nasıl bir çalışma yöntemi izlemiştir? Tarihe bakışında bu ne kadar belirleyicidir?

Koçu 'nesnel' bir tarihçi değildir. Türk ve Müslüman olmayanlardan söz ederken son derece düşmanca ve aşağılayıcı bir dil kullanır. Türkiye'de yaşayan çoğunluk, yazarken, buranın meşrebine uygun bir dille yazmayı kabul etmiştir. Gerçekte düşündüklerini yazıya geçirmemeyi tercih etmişlerdir. Koçu da onlardan çok farklı davranmaz.

Osmanlı Padişahları, Reşad Ekrem Koçu, 512 syf., Doğan Kitap, 2004.

'İLK İSTANBUL TARİHÇİSİ'

İstanbul'un her yerini, geleneğini, yangınlarını bile kaydetmiş biri olarak Koçu için bizde 'şehir tarihçiliği'ni başlatan isim diyebilir miyiz? Kendisinden önce bu konuda bir gelenek var mıydı?

Koçu'dan önce Ahmet Rasim ya da Ahmet Refik gibi İstanbul tarihine kısmen girişen yazarlar var ama Koçu gibi genişlemesine bunu yapan yok. Onun için 'ilk İstanbul tarihçisi' demek yanlış olmaz.

İstanbul Ansiklopedisi yarım kalmış bir çalışma fakat Koçu’nun en önemli miraslarından biri. Bu ansiklopedinin onun tarzına uygun şekilde bugünün tarihçileri tarafından tamamlanması söz konusu olabilir mi? Bu, iyi bir fikir mi?

Yarım kalan ansiklopediyi tamamlamak iyi bir çalışma olurdu. Ama zor. Çünkü Koçu'nun kişiliği ve üslubu önemli bir rol oynuyor. Ansiklopedi çıkarken de çeşitli değişimlere uğramıştı. Örneğin Bizans maddelerini Semavi Eyice, bazılarını Sarris, Ermenilerle ilgili olanlarıysa Kevork Pamukçuyan yazıyordu. Aralarında ne geçtiyse, yarı yolda anlaşamayıp ayrıldılar. O alanlarda kalite anında düştü. Bu arada daha bir 'alaturka' mizaçta birileri (bir de 'Türk hipisi') tadı kaçmış bir şeyler yazmaya başladılar. Yani toplam karakterinin ne olduğuna karar vermek de kolay değildir.

Tarih dizileri ve popüler tarih dergileri son on yılda oldukça popüler hale geldi. Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu ilgi hangi ihtiyaçtan kaynaklanıyor?

Tarih dergileri öteden beri Türkiye'de popüler olmuştur. Daha doğrusu, sık sık 'popüler' tarih dergileri yayımlanmış ve çoğu çok satmıştır. Bunun kendine özgü nedenleri olmalı çünkü çok yaygın bir durum değil. Ben bunu, son analizde, bir imparatorluk kurup sonra da bunu kaybetmiş bir toplumun bir tür nostaljisi olarak yorumluyorum. O imparatorluğun batması bu dergilerden çok önce gerçekleşmiş, yani pek hatırlanacak tarafı kalmamış. Böyle bir ruh halinin tarihi gerçeklikleri araştırmak gibi bir amacı olamaz. İşin orası yazan bireylerin kendi yapılarına kalıyor. Tipik hikaye Baltacı-Katerina! Rusya 'ezeli düşman'. Demek imparatorluğun yıkılmasında payı olmalı. Prut'ta onları ortadan kaldırabilir ve bu süreci başlamadan durdurabilirdik. Olmadı. Ondan sonra artık çok güçlenmişlerdi.

Bu noktada Katerina ortaya çıkıyor. Baltacı zayıf bir adam. Güzel kadını görünce dayanamıyor filan... Gerçekte bilinen savaş -batak alanda- akşam bitmiş ama kimin kazandığı belli değil. O aşamada Ruslar durumun istedikleri durum olmadığının daha önce farkına varıp ateşkes öneriyorlar. Kendinden çok emin olamayan Mehmet Paşa kabul ediyor. Katerina'yı görmüş mü, görmemiş mi, bilinmiyor. Ben de bilmiyorum.

Büyük bir ihtimalle bu 'popüler tarih' dergilerine yazan biridir, Katerina'ya böyle bir rol vermeyi düşünen. Böylece suçlayacak bir adam buluyoruz: Baltacı. Aslında kazanmışken kaybediyoruz. Bu da uygun, çünkü zaten hep haksızlığa uğradık. Fazladan bir Türk Rus çariçesini... Bu da şanımız olsun.

Onun için 'popüler'de amaç olanı anlaşılır bir dille anlatman değil, olmayan bir tarih icat etmek. Bizim için -olsa iyi olacak- yeni ve münasip bir tarih yazmak. Biz İletişim'de bu geleneği değiştirmek üzere Tarih ve Toplum'u yayımlamıştık. Bir ölçüde başarıları oldu. Şimdi de Toplumsal Tarih var.

SİPARİŞ EDİLEN TARİH ANLATIMI

Bugün malum olunduğu üzere, yükselen bir Osmanlı ve Selçuklu 'sevdası' var. İktidarın hemen her alanda gündeme getirdiği bir söylem ve hayatın bu çerçevede şekillendirilmeye çalışıldığını görüyoruz. Tarihi sembollerle bugün popüler bir kültür yaratma çabasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Osmanlı ve Selçuklu tarihi bu bağlamda ne kadar doğru yorumlanıyor?

Otuzlu yıllarda 'Türk Tarih Tezi' diye anılan, iler tutar yanı olmayan iddialar ortaya atıldı ve sipariş edilen bir 'tarih anlatımı' ortaya çıktı. Bu çaba kısmen, Osmanlı tarihini silme amacını da güdüyordu. Şimdiyse bütün bu anlayışı silme çabası var. Ama ne yazık ki nesnel tarihe dönme çabası değil bu. Silmeye çalıştığı yapma-tarih uydurma. Onun kadar ideolojik.

Tarihi tam gerçekçi bir şekilde bilmemiz, tarihe bakarken zihnimizi ideolojik değerlendirmelerden tamamen arıtmamız mümkün değildir. Mümkün olmadığı için de bu 'erişilmez' hedefe 'yaklaşmak' için azami gayret göstermek gerekir. Bugünkü tarih vurgusunda bundan hiçbir eser görünmüyor.

Bu 'tarih' arayışı ayrıca tarihin kendisiyle ilgili değil. Otuzlardaki girişim de, bugünkü girişim de, bir 'toplum mühendisliği' projesinin parçası olarak biçimlendi. Ne olduğumuz o kadar önemli değildi; 'Ne olacağımız' konusuna 'dibace' olarak önemliydi. Şimdiki 'Osmanlı' iddiası da sonuçta hegemonik özlemlere dayanıyor.