Reşad Ekrem Koçu: Tarihten hikâye devşirmek
Reşad Ekrem Koçu’nun hikâyeleri elbette sadece karakterleriyle değil, pek çok farklı açıdan değerlendirilebilir. Mekânlar, meslekler, toplumun içerisinde bulunduğu ekonomik ve sosyal durum, yargılar, bakış açıları, kimlikler kısacası onun anlatısında okur, hikâyenin içerisine yerleşmiş, belleğe açılan patikalarla karşılaşıyor dersek çok da abartmış olmayız. Bu açılardan düşünüldüğünde Koçu’nun metinleri okura tarihin koridorlarında dolaşma imkânı verirken, klasik tarih anlayışını aşındıran bir yerde duruyor. Tarihin üzerinde gezdirdiği fırça ile kafamızdaki renksiz anlatı şenlikli bir boyuta taşınıyor.
DUVAR - Walter Benjamin, “Geçmiş gizli bir zaman dizini taşır; ona kurtulma kapısını açan budur. Eskileri kuşatmış olan havanın soluğu bize değip geçmez mi? Kulak verdiğimiz seslerde, artık susmuş olanın yankısı yok mudur? Kur yaptığımız kadınların tanımadıkları kız kardeşleri olmamış mıdır? Böyleyse eğer, bizimle geçmiş kuşaklar arasında gizli bir anlaşma var demektir: Bu dünyada bekleniyorduk biz” (2012: 40) der. Düşünürün söylediği gibi geçmiş kuşaklarla aramızda bir bağ olduğunu kabul ettiğimizde sanırım kimlerle bağımızın olduğunu, geçmişin bize değen havasını kimlerle paylaştığımızı, duyduğumuz ses yankılarını anlamlandırmanın bizim varlığımız üzerindeki etkisini sorgulayabiliriz. Kimdir geçmişle aramızda bağı olan diye düşündüğümde, aklıma klasik bir tarih anlatısında rastladığımız padişahlar, sultanlar, kurucu insanlar gelmiyor. Merak ettiğim ‘sıradan insanlar’, sesini duymak istediğim onlar. Bir kentin kıyı köşesinde yerini almış ‘büyük anlatıların’ parçası olamamış hikâyesi yazılmamış olanlar. Bu nedenle Cioran’ın şu cümlesi tarih kelimesi geçtiğinde aklımıza gelmeli belki de: “Tarih bir takım atlıların halkları çiğneyerek ilerlemesinden ibaret.”
Tarih üzerine kurulan cümleler, düz bir çizgide anlatıda yerini bulurken, hikâye ‘atlılar’ üzerinden şekilleniyor genellikle, bu nedenle ‘atlıların’ ezip geçtiklerinden çok bahsedilmiyor.
TARİH, İDEOLOJİ, MEMURİYET
Coğrafyamız açısından düşünüldüğünde Oktay Özel’in ‘akademik tarihçilik geleneği’ bağlamında yaptığı şu tespite katılabiliriz: “Bu gelenek içinde karşımıza çıkan tarihçi devletin bekası kaygısıyla çalışan dolayısıyla devlet merkezli, ama siyasi ve ideolojik duruşu ve kültürel refleksleriyle bağlantılı olarak Türk tarihinin bir dönemini diğeri aleyhine yüceltme, dolayısıyla tarihi bir bilgi alanından ziyade bir 'inanç' alanı olarak görme ve yaşama eğiliminde…” (2008: 149). Aslında bu tutumu okul sıralarındaki klasik tarih anlatıcılığından da biliyoruz. Tarih hocasının ideolojik ve siyasi refleksine göre değişen ve daha çok bir üst paragrafta da ifade etmeye çalıştığımız gibi yukarının uygulamalarının konu edildiği bir anlatıya göre biçimleniyor tarih ve de genellikle ulus devletler bağlamında düşündüğümüzde, bellek inşası ekseninde işlevsel bir alan hâline geliyor. Özel’in bir başka ifadesi şu şekildedir: “Hayli kuvvetli bilim dışı kaygıları ve ön kabulleri, korkuları ve tabuları olan bu tarihçi, aynı zamanda bir ‘devlet memuru’dur.” (2008: 149) Sanırım bu nedenlerle olsa gerek Türkiye’de tarih, sıradan insan için ya sıkıcı anlatılar alanına konumlanıyor ya da milliyetçi fikirlerle hareket eden çevrelerin refleksleriyle biçimlenen vatan, millet anlatısının bir parçası olarak var olabiliyor.
KRONOLOJİDEN ÇIKARMAK, DUYGUYA VARMAK
Bu bahsettiklerimiz nedeniyle Reşad Ekrem Koçu gibi yazarların anlatıları önem kazanıyor. Çünkü yazar, ‘küçük’ olanı tarihin ‘büyük anlatılarının’ yanına ekleyen, düz bir çizgide ilerlediği düşünülen zamanda sapmalar yaratan, kentin kıyısını, köşesini, esnafını, köçeğini, arzularının peşinden giden kadınlarını, kız çocuğu olmayan babaların 'erkekleştirdiği' kız çocuklarını anlatısına taşıyarak (İbrahim Voyvoda, Köçek İbo gibi), tarihten âdeta hikâye devşiren bir bakış ortaya koyuyor. Koçu, daha çok ‘yayıncılık ve yazarlık macerası’ olarak anılan, ‘İstanbul Ansiklopedisi’ ile tanınsa da onun tarihi hikâye etme becerisinden öğrenilecek çok şey var. Çünkü tarihle ördüğü öyküler tam da en başta bahsettiğimiz gibi ‘atlıların’ değil daha çok onların ezdiklerinin anlatısı olarak çıkıyor karşımıza. Reşad Ekrem Koçu metinlerine baktığımızda okurunu büyüleyen şey de bu belki. Bizi, Benjamin’e atıfla söylersek, bağlantılı olduğumuz kuşağın, duymak istediğimiz seslerin yankısıyla buluşturup, şimdide geçmiş zamanın havasını solumamızı sağlıyor.
FOTOĞRAF DEĞİL, TABLO
Koçu yazdıklarıyla ilgili şöyle söylüyor: “Bu yazıları, tarihi istismar niyetiyle yazmadım. Bunlar, tarihten çıkarılmış küçük küçük sahneler portrelerdir. Modeller hakikidir, şahıslar uydurma değildir. Hadiseler yazdığım gibi cereyan etmiştir. Fakat bunlar, bir fotoğrafla çekilmiş değil, fırça ve boya veyahut kalemle yapılmış resimlerdir.” (2016: 11) Buradaki "Fotoğrafla çekilmiş değil” ifadesi önemlidir zannediyorum çünkü bunun anlamı, tarihin belge okumak olarak da anlaşıldığı bir akademik ortamda onda bir yarık açmak manasına gelebilir. Şöyle ki belgeci anlayışın yaslandığı ‘gerçekçilik’ yorumu kaybeder. Yorumsuz bir bakış ise ‘birebir uygunluğa’ hapsolarak üzerine çalışılan ‘nesnenin’ söyleyeceği sözü kısırlaştırabilir, üzerine kurulacak cümleyi azaltabilir. Yazarın, ‘fırça ve boya veyahut kalemle yapılmış resimlerdir’ ifadesi de bu açıdan önemlidir. Çünkü buradan anladığımız yorumlamaktır, yazılan metni bir nesne olmaktan çıkarıp onu yaşayan bir şeye dönüştürme gayretidir. Tarihi, kronolojiden kurtararak, onu sayıların alanından duyguların alanına taşıyabilmektir bu aynı zamanda. Bu nedenle Koçu’nun tarihi hikâye etme becerisi, okurda fotoğrafa bakmaktan çok bir tabloyu yorumlamak şeklinde bir etki bırakıyor diyebiliriz.
'SIRADANIN TARİHİ'
Koçu’yu okurken karşılaştığımız simalar tarihte rastladığımız karakterlere çok benzemiyorlar çünkü yazarın hikâyesini anlatmayı tercih ettikleri, klasik tarih metinlerinde rastladıklarımızdan değil genelde. Örneğin; “Bir Saray Bostancısının Hazin Macerası” adlı öyküde, haremdeki kadınlarla, harem ağaları arasındaki aşk maceraları göze çarpmaya başladığından, harem ağalarının kendi suçlarını örtmek için gece canı meyve isteyen ve erik ağacından meyve toplayan bostancıya iftira atmalarıyla gelişen olaylar anlatılıyor. (2016: 20-23) Bir saray bostancısını anlatısına taşıyan yazar, onu başkahraman olarak öyküsüne aldığında, yaptığı şey tam da aslında geçmişin ‘sıradanlarını’ anlatıya taşımak oluyor.
Örnekleri artırabiliriz, ‘Koca Katili’ adlı öyküsünde Emine Hanım’ın genç aşığıyla kocasını öldürmesinin öyküsü (2018: 59-61) anlatılırken, Silahşör kızı Rabia Hanım’ın gönlünü eyleyen genç oğlanlar ve Hacıdursunoğlu Yusuf’un Rabia Hanım’ın altınlarına göz koyması sonucu gelişen olaylar (2018: 13-42)başka bir öykünün konusu olarak karşımıza çıkıyor. Bir başka anlatıda, kocasının ve kaynanasının zalimliğinden bıkarak, erkek kılığında bir kunduracıda çıraklık yapan, Dereköylü Emine (2018: 157-158) ile tanışıyor ve onun derdiyle dertleniyoruz.
Koçu’nun hikâyeleri elbette sadece karakterleriyle değil, pek çok farklı açıdan değerlendirilebilir. Mekânlar, meslekler, toplumun içerisinde bulunduğu ekonomik ve sosyal durum, yargılar, bakış açıları, kimlikler kısacası onun anlatısında okur, hikâyenin içerisine yerleşmiş, belleğe açılan patikalarla karşılaşıyor dersek çok da abartmış olmayız.
Bu açılardan düşünüldüğünde Koçu’nun metinleri okura tarihin koridorlarında dolaşma imkânı verirken, klasik tarih anlayışını aşındıran bir yerde duruyor. Tarihin üzerinde gezdirdiği fırça ile kafamızdaki renksiz anlatı şenlikli bir boyuta taşınıyor. Metinlerinde, şehrin özellikle de İstanbul’un kozmopolit yapısını yansıtırken, eğlence dünyasını, meyhaneleri, hamamları gündelik hayatın ayrıntılarını da görebiliyoruz. Böylece, zamanın havası değişiyor ve hem meraklı okur için hem de tarih araştırmaları için yatay bir tarih hattı ortaya çıkıyor diyebiliriz.
Kaynaklar
- Benjamin, W., (2012), “Son Bakışta Aşk”, (Haz. Nurdan Gürbilek), İstanbul: Metis.
- Cioran, E. M., (2013), “Tarih ve Ütopya”, (Çev. Haldun Bayrı), İstanbul: Metis.
- Koçu, R. E., (2018), “Kafes Arkası Günahkârları”, İstanbul: Doğan Kitap.
- Koçu, R. E., (2018), “Tarihten Hikâyeler ‘Kızlarağasının Piçi’”, İstanbul: Doğan Kitap.
- Koçu, R. E., (2018), “Erkek Kızlar”, İstanbul: Doğan Kitap.
- Özel, O., (2008), “Sosyal Bilimleri Yeniden Düşünmek, ‘Toplum ve Bilim ve Defter Dergileri Ortak Çalışma Grubu’” (s. 149), İstanbul: Metis.