Kitaplarla bir ömür: Selahattin Özpalabıyıklar
Selahattin Özpalabıyıklarının metinlerinin toplamı olan “Göndermeler ‘Yazı, Yanıt, Söyleşi, Anı’” Everest Yayınları etiketiyle okuyucu karşısına çıktı. Özpalabıyıklar yazdıklarıyla, bizi edebiyat işçiliğinin yaralarına ve editörün gözüne götürüyor.
DUVAR - “Dalağını yarmadan, iyicene kanırtmadan, defalarca sınayıp tartmadan, uykusunu kaçırmadan, uyuduğunda, düşlerine taşımadan, yeniden ve yeniden denetlemeden, iş bitti diyemeyen bir canlı türü.” Enis Batur, bu tanımlamayı “Marazi Yazarlar Birliği” üyesi olan kişi için, bahsedeceğim kitap özelinde de Selahattin Özpalabıyıklar’ı anlatmak için kullanıyor. Bu cümle ilk başta, editör ve çevirmen kimliğiyle daha çok tanıdığımız bir insana yakından bakacağımızı, onu çok yönlü tanıyacağımızı hissettiriyor. Ama o kadarla kalmıyor, “Göndermeler ‘Yazı, Yanıt, Söyleşi, Anı’” adıyla, Everest Yayınları tarafından basılan kitap, bizi kitaplı bir yaşam yolculuğuna çıkarıyor, metni okurken, içinde kayboldukça içimden devamlı bu kitaba ‘edebiyat çeşnisi’ demek geldi. Ama bu bile sanırım elimdeki metni tam olarak açıklamaya yetmeyecek. Yine Enis Batur giriş yazısında, “Marazi Yazarlar Birliği”ne ait canlı türünün “edebiyatımızdaki tek örneğinin benzersiz kitabı ki, okurken anlayacaksınız neden” diyordu. Metin ilerledikçe ne demek istediğini bu kitaba temas edenler anlayacaktır diye düşünüyorum: Benim gibi.
YAZIYA DAİR HER AYRINTIYI İÇEREN KİTAP
“Göndermeler ‘Yazı, Yanıt, Söyleşi, Anı’” kitabında neler yok ki, ismiyle de belki anlatıldığı gibi, metin bizi yazarlardan, şairlere, şairlerden, çeviri sorunlarına, editörlüğe kısacası, pek çok ayrıntıya gönderiyor. Anılar, yazara ait arka kapak yazıları, çalıntı çeviriler, intihal metinler, söyleşiler kısacası Özpalabıyıklar özelinde, yazı ve yayın dünyasının içerisinde olabilecek pek çok hal okur ile buluşuyor. Ve hatta bu metinde şehir monografisine bile rastlamak mümkün. Selahattin Özpalabıyıklar’ın elinin değdiği her şey metin boyunca karşımıza çıkarken, bir şey olmanın, önüne koyulan etiketle ahkâm kesmenin pek kolay olduğu günümüzde, yapılan işe kıymet vermenin, incelikli tavrın, hiç eksik olmayan eleştirel bakışın, titizliğin önemini bir kere daha fark ediyoruz.
DENEYİM VE BELLEK
Tüm bunları düşününce, özellikle kendisine yayın dünyasında yer edinmek isteyen genç insanlar için deneyimden beslenen bu kitabın, oldukça önemli olduğunu düşünüyorum. İşin içerisinde olan, ucundan kıyısından yayın dünyasını tutmaya çalışan, kitap tutkunu, çevirmen, editör, redaktör, yayıncı, yazar, karalamacı kendinizi nasıl tanımlarsanız tanımlayın, Selahattin Özpalabıyıklar’ın “Göndermeler”inden öğreneceği bir şeyler mutlaka çıkacaktır.
Bunun yanı sıra kitap bir edebiyat belleği de oluşturuyor. Bu nedenle, anlatılanlar sadece Özpalabıyıklar’ı değil tüm yazın dünyasını ilgilendiren bir yerde duruyor. Çünkü kitapta yazarın içerisinde olduğu dünyanın tanıklıklarıyla buluşuyoruz. Örneğin, editörlüğün başlangıçta gönüllülük esasına dayalı bir iş iken nasıl kurumsal bir hâle geldiği, emeğin karşılığının alındığı bir meslek statüsü kazandığı gibi ayrıntılar veya genç bir çevirmenin tutkunu olduğu işi yapmak uğruna verdiği emek, şimdiyle geçmişi karşılaştırma imkânı sunarken, yayın sektörünün geçmişten bugüne değişen seyrini de gözlemlememizi sağlıyor. Böylece metin kişisel olandan ortak olana “gönderme” yapıyor da diyebiliriz.
EDİTÖR NEDİR?
Kitapta yer verilen söyleşilerle ise hem yazarı yakından tanıyor hem de yaptığı işe verdiği önemi anlıyoruz. Örneğin, Semih Gümüş ile yaptığı söyleşide (ki kitapta yer verilen tüm söyleşilerde ve konu ile ilgili metinlerde aynı cevap veriliyor) Özpalabıyıklar, editörü şöyle tanımlıyor: “Editör dediğin Havari Kuşkucu Thomas gibi olmalıdır. İsa’nın ölüden dirildiğine böğründeki yaraya parmağını sokmadan inanmamaktır bu yani.” Yani kısacası, bir editör şüphe duymaktan, elindeki metinden emin olana kadar vazgeçmeyecektir diyor, Özpalabıyıklar. Bu da yazarın başta bahsettiğimiz “Marazi Yazarlar Birliği” üyeliğinin nedenini de açıklıyor sanırım. “Editörüm ve Tedavi Görmüyorum” adlı yazısında aslında konuya biraz daha açıklık getiriyor: “Yayına hazırlaması için kendisine verilen her şeyden kuşkulanır yani –kendi yazdığı veya çevirdiği metinden bile!- Yani yazara/çevirmene ‘sıfır güvenle’ yaklaşmak zorundadır. Öyle, ‘inançsızlığın gönüllü olarak askıya alınması’ filan gibi şeylere pabuç bırakmaz, hiç işi olmaz onlarla. ‘Okur’ değildir ki neden güvensin okuduğuna?” Burada editörlüğe dair söylenenin yanında bir metne editör gözüyle yaklaşmakla okur gözüyle yaklaşmak arasındaki farka da dikkat çekiliyor. Bu da şöyle düşündürüyor, biz okurlar elimizdeki metne güveniyorsak, bu biraz da editörün o metne ne kadar şüphe ile yaklaştığıyla ilgili. Çünkü elimizdeki metin, bize kuşkuları giderilmiş olarak, yazarın tanımına atıfla söylersek, 'yaraya parmak sokulmuş' olarak ulaşıyor. İşte, bu nedenle okur olmanın bir gereği de güven duyduğun editörün metinlerine öncelik vermek oluyor, en azından öyle olması gerektiğini düşünenlerdenim. Çünkü işin titizlikle yapıldığı, temas ettiğiniz metinde eğer dikkatli bir okursanız fark edeceğiniz bir durumdur.
YENİ DÜNYALARIN KAPILARINI AÇMAK
Peki, kitapla iç içe geçmiş bir hayat, kitabı nasıl tanımlar? Kitapta yer alan Aylin Günay söyleşisinde buna şöyle cevap veriyor Özpalabıyıklar: “Sözlüklerde, ansiklopedilerde birçok kitap tanımı var, bu tanımlar ülkeden ülkeye kültürden kültüre değişiyor ve öncelikle sayfa sayısı, boyut gibi teknik bir takım özellikleri temel alıyor. Ama bütün dünyada okuyan yazan herkesin üzerinde tereddütsüz anlaşacağı bir tanım ararsak şuna varırız gibi geliyor bana: Kitap bize yeni dünyaların kapılarını açan şeydir.” Sanırım okurun uzlaşabileceği bir tanım bu, “yeni dünya” demek içerisinde bulunduğumuz ve çilesini çektiğimizin dışında bir dünyanın mümkün olduğuna inanmaktır biraz ve kitaplar bize bunun olabilirliğini gösteren en önemli şeylerdir gerçekten de. Çünkü kitapla açılan kapı, o yeni dünyaya dalmak, o kitabın seyri içerisinde hayalini kurduğumuza az da olsa yaklaşmak anlamına gelebilir. Özpalabıyıklar, ‘yeni dünyalar’ olarak bahsettiği durumu, Dickinson’ın şu şiiri ile açıklıyor: “Kitap gibi Fırkateyn yok götüren / Uzak illere bizi, / Ne de küheylan bulunur bir Sayfa / Şahlanan şiir gibi - / En fakiri bile alır bu Bölme / Ayakbastı gerekmez - / Bu araba taşır insan ruhunu / Fazla bir şey istemez!” Şiirde de söylendiği gibi, çok bir isteği yoktur kitapların, atlayıp yolculuğa dâhil olmanız yeterlidir, ne fakir olmanız sorun olur ne de içerisine girdiğiniz dünyada ayakbastı parası verilir. Bu nedenle yaşamını kitaplara adamış olan, Özpalabıyıklar’ın tanımına kulak vermek gerekir.
“Göndermeler ‘Yazı, Yanıt, Söyleşi, Anı’” kitabı üzerine kurulacak her cümle eksiklik hissi uyandırıyor. Baştan beri sözünü etmeye çalıştığımız gibi içerisinde yazıya, yazarlığa, editörlüğe, çeviriye, kitaba dair yok yok. Kitaplarla iş olarak ilgilenen, onlara nesne gözüyle bakmayan, metinlerin dünyasında yaşayan herkesin kendinden bir şeyler bulabileceği bir metin ile karşı karşıyayız. Bu nedenle bu yazı da kitaba giriş olsun.