Çocukluk ırkçılığa manidir!
“Çocuk Edebiyatı ırkçılıkla mücadele etmeli mi?” sorusunu “Etti ve ediyor hem de çocuğun tüm gücüyle, mecalsiz ve mevzisiz bırakıyor renkleri çirkinliklerine bahane kılanları” diye cevaplamak işten değil. Tabii ki; “Irkçılık kötüdür yavrum sen sakın ırkçı olma e mi!” ya da “Sen kendi ırkınla gurur duyabilirsin ama unutma ki diğerleri de insan” çiğliğinde değil. Şen kahkahalar, kıldan ince duyarlıklar, kolkola yürek yüreğe dayanışmalarla. Anlatının dar sokaklarını usta mimar dokunuşuyla genişletip ferahlık hissini tüm okurlara taşıyarak...
Adnan Saraçoğlu
DUVAR - Kadriye Bakşi'nin kaleme aldığı, Nesin Yayınevi etiketiyle çocuk okurlarla buluşan "Kumpanya Nula", daha ilk sayfalarda, Münir Özkul'un hayat kattığı huysuz ihtiyarı hatırlatan, sayfalar çevrildikçe, henüz kırka gelmişken, burnunuzu derin derin sızlatan Nuriye Hanım karakteri; her zerresinde İstanbul'da, İzmir'de, Diyarbakır'da birlikte yaşanılabilen yılları, kesme işareti kolay kolay gerektirmeyen kocaman “biz” öznesini barındırıyor.
Yaşam biçimleri, kültür ve ahlâk birimleri çeşitlendikçe uyum yerine kriz, dayanışma yerine sataşma ve saldırma üretiliyorsa orada ırkçılık ve nefret kazanlarının fokurdadığını anlayabiliriz. Hem nasılsa dilini bilmiyor, milletini tanımıyoruz, tanışma bahanelerini hiç kullanmıyoruz, karalamanın sırça köşkünde, dışarıyı net görmemek hiç sıkmıyor canımızı. İnsanlık tarihinin en büyük yalanları işte bu kör görüşte, hışırtılı duyuşta, pütürlü hissedişte ortaya çıkıyor. Uzun parantezi kapatırsak, güzeller güzeli Despina Abatzi Hanımefendi bu vasatta dönüşüyor meyve ağaçlarından çocukları uzak tutmaya yemin etmiş, onları suyla, sert sözlerle ve çirkin yüzüyle kovalayan Kokona Nuriye'ye.
Bir maskeyi en kolay düşüren, takanı faka bastıran çocuklar işte bu hır gürü çalımlıyorlar Kadriye Bakşi'nin Kumpanya Nula adlı “iyi ki okudum” kitabında. İyi ki çocuklar söz dinlemiyorlar, iyi ki çocuklar ve anlamıyorlar. Temiz duygular içeren bir sevdanın, kafası karışık yetişkinlerce yasağa, çirkinliğe,yalanlar dizisine, kin ve nefrete dönüşmesini çocuklar hiçbir zaman anlamayacaklar. Güzelliğe gölgesi düşen yetişkin karmaşası istense de çocuğa anlatılamaz, çocuğun saf karmaşası; gerçeği aşan, kültürü aşan, dilleri aşan, ahlakı ve ahlakçılığı aşan pahadadır çünkü.
Maskesi düşen Kokona Nuriye, çocukların Nula Teyzesi oluyor, ilk yardım müdahalesini ilk dimağ mübadelesi izleyince üç-dört kuşak öncesinin sanat hayatına damga vurmuş, gösterişli bir sanatçının duvarlarında, sonrasında kitaplığında soluklanıyor çocuklar.
“Üç çocuk karakter” klişesi, “iki kafadarlar”dan hemen sonra ziyadesiyle sevdiğim ve anlatıya hareket, kıvam katan tercihlerdendir. Fazlasıyla steril olmak pahasına üç karakter de dışlanmışlardan seçilmiş ve anlatıyı geliştirmişken, dışlayanlara zarifçe sopa çekilmiş olmasa, bazı zaaflar; olur böyle şeyler dokunuşuyla geçiştirilse, Despina Hanım'ın tiyatro için vurguladığı doğallık tam anlamıyla yakalanmış olabilirdi. Kızlar grubunun oyuncak yılanla korkutulması ve Hababam Sınıfı'na göz kırpan replika numarayla intikam alınması, Ayça'nın konuşmasıyla dalga geçilmesi... kusur dedektörleri azıcık çalışmasa ve siyasi doğruculuk tatilden dönmese...
Kızlar grubunun üç kafadarı Eda'nın; annesi ve anneannesi, Ayça'nın; babası otoriter yanları, geleneğe ve topluma kolay sırt çeviremeyişleri, öte yandan körü körüne ayak diremeyişleri ve çözüme yanaşmalarıyla iyinin ve kötünün ortasındaki geniş gri alanda, ama kanaat notuyla iyiler safında yer alıyorlar. Adar, ırkçılığa yem olan Kürtlüğü, gep geniş ailesi ve gözü karalığıyla anlatının arabulucusu. Ailelerine yakalanıp önyargı bataklığına saplanana kadar, zamanın ışıltılı sahne kadını Despina Abatzi'nin evinde okumaya ve oynamaya başlıyorlar Küçük Prens'i. Maddi dünyanın ve yetişkinlerin dünya algısının radikal eleştirisi sayılabilecek bu kitapta kendilerinden çok şey olduğu muhakkak. Menfaat ve servetin semtine uğramadığı çocukların, ailelerinin reel-politik masallarını kabullenmesi mümkün olmuyor bu yüzden, Kürt ve Türk olarak birbirlerini dışlamak yerine yetişkin palavralarını dışlıyorlar iş bu halde. Yasak aşk zırvalığının arkasına sarkıp bir mektuba ilmek ilmek işlenmiş dürüstlüğü görüveriyorlar basiretle.
Kovalayan kazlar sorunsalı kitabın zarafet tepelerinden belki de en güzeli, ağaçtaki meyveyi istemesini bilmeyenin kovalanıp ıslatılması, meyve sahibinin gönlüne değenin ise meyveye istemeden ermesi gibi, Eda'nın yoluna çıkan kazlar da kendisine gözlerini dikene tıslayıp onu kovalarken, gözünü dikmeyip gönül indirenin yanından geçip gidiyorlar.
Alt başlığına uygun şekilde bir arkadaşlık öyküsü anlatılıyor kitapta, bozuk konuşan, eksik konuşan, farklı dilde konuşan ama hep aynı samimiyetle konuşan insanların arkadaşlığı. Azıcık dikkatle, bundan 75 yıl önce Fransızca konuşan Prensin de aynı dili kullandığını anlıyoruz: “Rojbaş diyen Adar'ın, “Kuklamu” diyen Despina Abatzi'nin dilini. Gözüyle gönlü aynı şeyi görenlerin dilini.