Kısa zamanın uzun etkisi…
Yekta Kopan'ın kaleme aldığı "Sıradan Bir Gün" Can Yayınları etiketiyle raflarda yerini aldı. Kitabın eksen karakteri Armağan’ın kendisi ile hesaplaşması, içsel sorgulayış konuşması olarak sahnelense de, odak; gölge-yazar olarak yarattığı kişi gibi, karakter açısından ‘doğru insan’ formunu kaybedişi olarak karşımıza çıkarılıyor. Sıradan bir gün yaşamak, sonunda pek de mümkün olamıyor.
Ceylin Aksel
DUVAR - Karakterin kendisiyle yüzleşme cesaretini gösterdiği pek çok romanda, tıpkı ilişkiler gibi, başlangıçta rota hep aynıdır. Geçmiş ve gelecek arasında kurulan sürtüşmeli diyaloglar, veryansınlı söylemler size sayfalar boyunca eşlik eder. Yekta Kopan da, tüm bu ön bilgilerden kendine has bir sofra kuruyor bize, yeni romanı "Sıradan Bir Gün" ile…
Sinema, popüler diziler veya kült romanlar, hepsinin de yolu Joseph Campbell’ın Kahramanın Yolculuğu kitabından mutlaka geçmiştir. Daha önce bir öyküsü kısa film haline getirilen Kopan, bu kez kendisi bir senarist inceliğinde -kahramanlar değil- karakterler yaratırken, Campbell’ın kitabının kurmaca adımlarını ustaca akışın kurgusuna yediriyor.
Kopan, Can Yayınları’ndan çıkan yeni romanının eksen karakteri Armağan’ın ilişkiler ağındaki yolculuğunda, bizlere önden bir koltuk ayırıyor. Sahte kimliklerin, yalanlarla örülmüş gerçekliklerin, hesaplaşmaların ipliklerinin metne dolaştırıldığı 'sıradan bir gün'. Bir gün gibi sürece kısa, etkisi uzun bir zaman diliminde, sinematografik diyebileceğimiz sahne detayları eşliğinde bölümler arası kurgu ile hikâyeyi akışta tutuyor. Mekan yaratımı oldukça başarılı, sokaklarda karakterle aynı adımda yol alabiliyorsunuz. Öyle ki, Armağan’ın üniversitede tanıştığı akıl hocasına, onu maceraya çağıran karısı İrem’e, gölge-yazarı olduğu müttefiği Mert Güriz’e, çocukluk travmasına, ruh yüzleşmelerine, büyük patlama ve yeniden doğuşu hazırlayan ruh çözümlemeleri arasında gezdiriyor okuyanı. Bunu yaparken de, bir önceki romanı Aile Çay Bahçesi’nden bildiğimiz şekerli söylemlere devam ediyor.
Yazdığı öykü ve romanların giriş cümlelerini önemseyen Kopan, giriş kapısını bu kez “Yeter” sözcüğüyle açmış. Öznesiz bir sözcük bu. Haykırışı, öfkeyi, yılgınlığı, değişim isteğini, mücadele başlangıcını, kabullenişi kapsayan bir karşılama. Romanın okuyucuyu çıkarmayı planladığı yolculuk için iyi bir bilet. Akışın alt metin metasını ortaya koyan gücü romana yayabilmiş bir sözcük.
Bu, hızı hiç düşmeyen metin ritminde, Kopan’ın daha rahatlamış, sadeleşmiş ve olgunlaşmış diyeceğimiz yazın üslubunun etkisi olsa gerek. Diyaloglar güncel akışta, işlevsel bir hizmete sahip. Yekta Kopan okurken, genelde kulağınıza onun o karakteristik sesi çalınır. Cümlelerin vurgusu onun seslendirmesiyle şekillenir. Bunda yazarın, kendine has üslubunun yanı sıra seslendirme sanatçısı olarak hayatlarımızdaki yerinin etkisi olduğunu da söyleyebiliriz. Sırdan Bir Günü okurken ise ben ilk kez kendi sesimle karakterleri seslendirebildim, romandaki net anlatımın, kısa cümlelerin etkisinden kaynaklıydı bu…
Kurgularında çeşitli kitaplardan söz etmeyi, yazarların adını geçirmeyi, tablolara göz kırpmayı seven yazar, alışkını olduğumuz bu yan destek ekibine bu kez filozofları da ekliyor. Gölge-yazarlık yaparak hayatını kuran Armağan’ın, kişisel gelişim yoluyla onun tanımıyla “insanların başucuna asacakları cümleleri kurgulaması” için Yunan’a gitmesi yetip artmış bile.
Metnin eksen karakteri Armağan’ın kendisi ile hesaplaşması, içsel sorgulayış konuşması olarak sahnelense de, odak; gölge-yazar olarak yarattığı kişi gibi, karakter açısından ‘doğru insan’ formunu kaybedişi olarak karşımıza çıkarılıyor. Karakter, geçmişine ve bugününe bu arayışın iplerini salıyor. Devşirildiği ruhu, kafasında yazmayı hayal ettiği roman kahramanı Orhan’ın günden güne mutasyona uğrayan bedeni ile özdeşleştiriyor. Tüm bu alt metinlerin dizimi tutarlı bir gidişat anlatısı sunuyor bize. Sıradan bir gün yaşamak, sonunda pek de mümkün olamıyor.
Roman bittiğinde kendinize birkaç konuşma balonu ayırmayı unutmayın…