Ahlat Ağacı’ndan ‘Bir Taşra Köpeği’ne
Senarist ve oyuncu Akın Aksu'nun ilk kitabı 'Bir Taşra Köpeği' okurlarla buluştu. Kitabın, Ahlat Ağacı filminin bazı kısımlarına ilham verdiğini söyleyen Aksu'yla, şehrin içerisindeki taşrayı büyük bir titizlikle yansıttığı romanı üzerine konuştuk.
ANKARA- Ahlat Ağacı filminin ortak senaristleri ve oyuncuları arasında yer alan Akın Aksu'nun ilk kitabı 'Bir Taşra Köpeği', Doğan Kitap aracılığıyla okurlarla buluştu. Sinemacılar Nuri Bilge Ceylan ve Ebru Ceylan, sosyal medya hesaplarından kitaba dair yaptıkları paylaşımlarında, "Ahlat Ağacı filmine de ilham veren bir metin" notunu düştüler.
'BANA İLGİNÇ GÖRÜNENLERİ YAZMAYA BAŞLADIM'
Üniversiteden mezuniyetinin ardından tanıklık ettiği ve güldüğü şeyleri kaleme almaya başlayan Akın Aksu, kentin içerisindeki taşrayı ve taşralılığı büyük bir titizlikle okuyuculara sunuyor. Taşrayı, alışılmış taşra motiflerinden sıyırarak kentin ve kentliliğin içerisinden ele alan kitap, bir erkeğin hayatına dair anlam arayışına tanıklık fırsatı veriyor.
"Ben, hayatın içerisinde belki de birçok insanın önemsiz göreceği anları, olayları kendi yaşadıklarıma benzeterek kaleme aldım bu metinde. Aslında beni güldüren şeylerdi bunlar" diyen Akın Aksu'yla 'Bir Taşra Köpeği' üzerine yaptığımız söyleşi şöyle:
Bir Taşra Köpeği'nin ortaya çıkış sürecini sizden dinleyebilir miyiz?
Üniversiteden mezun olduğum yıl Çanakkale’de boş boş gezindiğim, her türlü işe başvurup bazılarında çalıştığım bir dönem... Her şey çok anlamsız ve değersiz görünüyor ve belki biraz da eğlenebilmek için insanların konuşmalarını dikkatle dinliyor ve sadece bunlara gülebiliyordum. Böyle bir dönemde bana ilginç görünenleri yazmaya başladım. Sonra tamamlanmadan kalmıştı o notlar.
Ekim 2009 notuyla sonlanıyor 'Bir Taşra Köpeği'. Kitap sizin de senaryo aşamasında ve oyuncu olarak katkı sağladığınız Ahlat Ağacı filmini nasıl etkiledi?
Evet. Sinan karakterinin karşılaştığı konuşmalar, yalnızlığın ve gerginliğin biçimi, tonu. Bazı kısımlara ilham vermiş olabilir.
'BİRÇOK İNSAN İÇİN BELKİ ÖNEMSİZ OLAN AYRINTILAR DİKKATİMDEN KAÇMIYOR'
Alışılmış taşra metaforlarının olmadığı fakat insanların ruh hallerinden yer yer tepkilerinden, büyük paydada kültürden yola çıkarak taşrada olma halini hissettiren bir roman. Şehirde sürdürülen taşralılığa dair pek çok iz var. Taşraya yeni bir boyut kazandırdığınızı düşünüyor musunuz?
Bir tür yetersizlik duygusu var durmaksızın konuşan karakterlerde. Kültürel çalışmalar yürütenler, projeleri olanlarda bu daha çok belirginleşiyor. Zaten kitapta bazıları ‘utanacağımız bir şey yok’ gibi sözlerle itiraf da ediyorlar bunu. Tavuk dönercisinden öğretim görevlisine kadar herkes bir şeylere yapışma, hayatlarında bir şeyleri yenileştirme ihtiyacı içinde. Ya da ben bu özelliktekileri yazdım. Yeni bir boyut kazandırdığımı düşünmüyorum ama yetenek ya da takıntı, ne denirse, öncelikle ilgimi çeken, birçok insan için belki önemsiz olan ayrıntılar dikkatimden kaçmıyor. Söyleyebileceğim budur.
Okurlar, erkekleri, yer yer eril erkekliği anlatan bir romanla karşı karşıya diyebilir miyiz?
Evet. Genel olarak erkeklerin saçma sapan dünyasıdır bu. Tabii birkaç ara bozucu kadının varlığı da söz konusu ama genelde erkekler ön planda. Güç belirtisi göstermeye çalıştıkça silinen tipler.
'İDEOLOJİ SADECE BİR MOTİF, KONU İNSANDI'
Küçük bir şehirde sürdürülmeye çalışılan "solculuğa" dair de izler var kitapta. Kitap, küçük şehirlerde yaşayanların sola, solculuğa bakış açısını özetliyor mu?
Özetlemiyor bence. Öyle bir maksadım hiç olmadı. İdeoloji sadece bir motif, konu insandı. Burada amaç edinmenin, kendini tanımlama ihtiyacının, adanışın doğasına biraz eğilmek istedim. İnsan kendine hangi noktada eziyet etmeye başlar, hayatını nasıl daha da zorlaştırır, bir dönem ilgimi çeken buna benzer konular olmuştu.
'BENİ GÜLDÜREN ŞEYLERDİ BUNLAR'
Taşrada "solculuk çabası" size ne çağrıştırıyor?
Bence her alandaki çabanın doğası aynıdır. Mekan önemli değil bence. Herkes bir amaç edinir, daha iyi ya da değerli hissetmek, oyalanmak, sıkıntıdan kaçmak, içindeki boşluğu doldurmak, yani anlama ulaşmak için. Particilik, örgütçülük bir dönem çok ilgimi çekmişti. Örneğin İstanbul’dan ya da Ankara’dan kente gelecek tanınmış bir politikacıyı saatlerce yağmur altında bekleyen partizanların ruh hali. Yerel gazetelerde çalışırken sık yaşadığım olaylar. Ben, hayatın içerisinde belki de birçok insanın önemsiz göreceği anları, olayları kendi yaşadıklarıma benzeterek kaleme aldım bu metinde. Aslında beni güldüren şeylerdi bunlar.
'SIKINTIYI TANIYAN İNSANLAR OLDUKÇA TALİHSİZDİR'
Nurdan Gürbilek, "Taşra Sıkıntısı" adlı yazısında ancak taşrada bulunmuşların o darlığı hissetmişlerin anlayabileceği bir sıkıntıdan söz ediyor. Romanın başkarakterinde de bu tarife denk düşen bir sıkıntı ve sıkışmışlık hissediliyor. Taşradaki sıkıntı, yer yer sıkışıklık hissi size neler çağrıştırıyor?
O şekilde yorumlansa da mahsuru yok tabii ama aslında tam olarak sıkıntının, daha doğrusu gerilimin nedeni bu değil. Burada karakterin savaşı gerçeklikle daha çok. Yaşadığı kentteki arkadaşları bile onun için neredeyse tanımsız haldeler. Aynı şekilde yaşadığı yer, sokaklar, bambaşka bir boyutta algılıyor o her şeyi. Farklılığı oluşturan karmaşık nedenler, belki kanın kimyası ve bu tip bir farklılığın getiri ve götürüleri. Karakterin durumunu, huzursuzluğunu hastalık olarak değerlendirenler de olabilir ama tedavi edilseydi belki Van Gogh’u tanıyor olmazdık bugün. Tabi kitaptaki karakter işsiz güçsüz biri, tek özelliği, kendine zarar verecek kadar duygusuz olması. Sıkışmışlık ayrı bir konu galiba ama sıkıntıyı tanıyan insanlar oldukça talihsizdir bence. Kendini taşımak, sürüklemek kadar kötü bir şey yoktur.
'BİLGE ABİDEN BÜYÜK CESARET ALDIM'
Nuri Bilge Ceylan da kitabın arka kapağında kitaba dair görüşlerini kaleme aldı. Bu süreçte Ceylan'ın ya da başka isimlerin katkısı, desteği oldu mu?
Evet, Ahlat Ağacı’nın senaryo aşamasında sanırım diyalog yazımıyla ilgili bir konuyu konuşurken Bilge abiye göstermiştim bu metni. O da ilginç bulduğunu, özünü bozmadan üzerinde çalışılıp bastırmayı düşünebileceğimi söyledi. Bu konuda ondan büyük cesaret aldım. Ve iki yıl neredeyse her gün üzerinde çalışıp son hali olarak düşündüğüm noktaya ulaştırdım.
'BANA BÜTÜN KAYGILAR KÜÇÜK GÖRÜNÜYOR'
Romanın özellikle diyalogları çok güçlü ve okunduğunda tane tane örülmüş hissi oluşuyor. Hayatı bir taşra olarak yaşayanların farklı konularda bir o kadar da doğal konuşmalarına tanıklık ediyor okuyan. Taşradakilerin dertleri ve kaygıları çoğu zaman kimileri için "küçük " gözükse de evrensele büyük bir vurgu var.
Bana bütün kaygılar küçük görünüyor. Hatta büyük dertleri olduğunu düşündüğümüz insanların kaygıları daha çok komik görünüyor diyebilirim. Mesela Trump’un gece uykuya dalarken neler düşündüğünü, sabah pantolonunu giyerken, gün içerisinde yapacaklarını ve konuşacaklarını tasarlayarak dalgın ve düşünceli yüzle bir noktaya dalıp gidişini hayal ediyorum. Evet, kitaptakilerin de kaygıları küçük ve hepsi de mutlu insanlar. Bunun yöntemini bulmuşlar. Konuşmanın bir formülü yoktur, doğası oldukça karmaşıktır. En basit sözlerin bile neleri doğuracağını öngörmemiz mümkün olmayabilir. Müthiş bir şey bu.
'KİTAP GÜLME İHTİYACININ SONUCUDUR'
Ahlat Ağacı filminde yer yer salondakilerin bazı sahnelere çok güldüğünü anımsıyorum. Kitabınızın büyük bölümünde de bu etki sürüyor. Birçok yerde okuma pratiği kendini kahkahalara bırakıyor. Taşranın mizahı üzerine neler söylemek istersiniz? Bu mizahın kaynağı nereden geliyor?
Belki gülmek isteyen biri olmamdan geliyordur. Kaynağı bu olabilir ancak. Bu anlamda kitap, gülme ihtiyacının bir sonucudur diyebilirim.