Kendi alkolünde boğulan kurum: TEKEL
Türkiye’de üretilen kanyak, viski ve likörlerin dünya pazarına açılması, bir marka yaratılması o kadar da zor değildi TEKEL için ve bunun çeşitli emareleri de mevcuttu . Bu olasılığa inanmak zannedilmesin ki züğürt tesellisidir. Gerçekleşmesi durumunda züğürtlüğe son verecek ekonomik kalemlerden birisi olduğunu, içki markalarının satış rakamları ortaya koyuyor. Ne yazık ki artık TEKEL yok.
Serkan Küçük
Türkiye’de endüstri tarihimize ilişkin üretilmiş kaynaklar yok denecek kadar az. Aslında kısa sayılacak endüstri geçmişimizin tarihi mi olur demeyin. Bazı açılardan özgün sayılan bir endüstri mirasına sahibiz. Sahibiz tanımlaması da lafın gelişi oldu aslında. Bir mirasyedi hovardalığıyla mirası tükettik demek daha doğru olacak.
Sümerbak, Tariş, Şeker Fabrikaları, SEKA, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı, TÜPRAŞ, Türkiye Kömür İşletmeleri gibi Cumhuriyet tarihiyle birlikte anılan, toplumun şekillenmesinde etkisi olan, kültürel hafızamıza girmiş pek çok endüstriyel kurum mevcut(tu) bu topraklarda. Elbet TEKEL de bu kurumlardan biri ve başta gelenlerindendi. Tam adı Tütün, Tütün Mamulleri, Tuz ve Alkol İşletmeleri Anonim Şirketi olan TEKEL, faaliyet alanları itibariyle hem son tüketici için hem de üreticiler yani çiftçiler için bu memlekette hayata dokundu, hayatı şekillendirdi, tarımsal yolla kalkınma stratejisinin başat aktörü oldu. TEKEL gitti, üzüm, şeker pancarı ve tütün tarımı felç oldu demek yanlış olmaz. TEKEL gitti, çiftçi perişan oldu demek isterseniz de sizi tutmam.
Geçtiğimiz günlerde TEKEL’in alkollü içkiler bölümüne dair çok keyifli ve aynı zamanda can sıkıcı hikayelerle dolu bir kitap raflardaki yerini alınca hatırladım ben de TEKEL’i. Oğlak Yayınları'ndan ‘Likörden Şaraba Votkadan Rakıya Tekel’in Nesi Kaldı? Damaklarda Tadı Kaldı’ ismiyle çıkan bu şahane kitap 1966 yılında Ankara Bira Fabrikası’na işçi olarak girmiş ve 2005 yılında Araştırma Planlama Koordinasyon (APK) Daire Başkanı olarak emekli olmuş üstad Kerim Yanık’a ait. Kerim Yanık neyin üstadı derseniz likörün, biranın, şarabın ve rakının cevabını vermek lazım. TEKEL bünyesindeki içki üretim tesislerinin bir çoğunda yöneticilik yapmış bir isim. 17 yılını da Mecidiköy Likör Fabrikası’nın yöneticisi olarak geçirmiş. Bu özelliğinden olsa gerek vişne likörü gibi bir kitap çıkmış ortaya. Hem tatlı hem ekşi.
Kitabın tatlılığı Kerim Yanık’ın uzun yıllar boyunca başından geçen anekdotlardan kaynaklanıyor. Şu sıralar içki firmalarının Altın Seri gibi isimlerle piyasaya sürdükleri meşe fıçıda dinlendirilmiş rakının, yıllar önce Ankara bürokrasisi ve siyasetinde ‘Sarı Rakı’ tanımlamasıyla fırtınalar kopardığını ve işin aslının bir hatayı düzeltme amacı taşıdığını bu anekdotlardan öğreniyorsunuz. Vana kopması sonucu akan şarap zayi olmasın diye vana yuvasına poposunu dayayarak sızıntıyı engellemeye çalışan mühendislerin varlığını ve kaza sonrası ilk sözünün ‘Ne kadar şarap kaybettik?’ olduğunu öğrenmek benim gibi mühendis olanların gözlerini yaşartabilir. Zira hakkıyla yapılırsa mühendislik insanın gözünü yaşartacak denli ağırlığı olan bir meslektir. Altın parçacıklı likörleri zengin olmak için alan gencin hikayesini, amerotto yapmak üzere çıkılan yolda bambaşka ama çok sevilen likörlerin üretim sürecini, portakal, ahududu, kahve, biberiye, daha onlarca meyve aroması eşliğinde okumak bile başlı başına bir keyif.
Kitaba ekşiliğini hatta acılığını veren bölümler ise TEKEL’in yok pahasına ve hatta üstüne para verilerek yok edilmesinin hikayesiyle ilişkili olanları. Hıyanetin nasıl gerçekleştiğine dair içeriden ve samimi bir bakış açısıyla yazılmış bir kitap bu. 80’ler ve 90’ların özelleştirme furyasından TEKEL’in de nasiplenmesi kaçınılmazdı. Ancak TEKEL özelinde söylemek gerekir ki bu özelleştirme bir yağmalama operasyonudur. Hepimizin hakkı olan bir kurumun sudan gerekçelerle peşkeş çekilmesidir. Canla başla yaratılmış bir kurumdan soysuz yeni tekeller doğacağını görememek daha doğrusu görmek istememektir. Diğer pek çok benzerinde olduğu gibi.
Özelleştirme furyasının başladığı dönemlerde benim de içinde olduğum KİT’lerin satışına karşı çıkanlar, statükoculukla, modası geçmiş solculukla ve hatta vatan hainliğiyle suçlanırdı. Sel aktı kumu bile kalmadı bu günlerde. TEKEL’in alkollü içkiler bölümü yağmalanmadan önce onlarca çeşit likör, viski, kanyak, şarap, bira, votka, cin ve rakı üreten bir kurumdu. Komik denebilecek bir miktara inşaatçılara satılan ve onların da yabancı bir yatırım fonuna sattığı, yatırım fonunun da İngiliz içki üreticisi Diego’ya sattığı TEKEL fabrikalarında artık ara ki kanyak bulasın, ara ki viski ve envai çeşit likör bulasın. Verimli olmadığı gerekçesiyle hepsinin üretimine son verildi. Bütün bunları bir gastronomi sorunu olarak görenler olabilir belki ama işin aslı bambaşka. TEKEL demek çiftçi demekti. TEKEL demek üretici demekti, örgütlenme demekti, kültür demekti. Bu topraklardaki şahane üzümlerin karakteristiğini kazanması, ekonomiye katma değeri yüksek şekilde girmesi demekti. TEKEL sonrası onlarca bölgede hayalet bağlar oluştu. Toprağın bağrından kökler sökülüp atıldı. Toplam üzüm üretiminin o kadar az kısmı alkol üretiminde değerlendiriliyor ki günümüzde şaşarsınız. TEKEL demek Tekirdağ, Gaziantep, Diyarbakır, Paşabahçe demekti. Bir kentin çehresini, yaşayışını, ekonomisini değiştirmek demekti. Pek kimse bilmez ama TEKEL demek Çeşme demekti zira en güzel rakı Çeşme anasonundan yapılırdı. Şimdi Çeşme’de ara ki anason bulasın. TEKEL demek şeker pancarı tarımı demekti. Yıllarca acı ispirto tadıyla hem küfredilen hem sevilen Yeni Rakı’nın formülündeki yüzde 35 oranındaki melas alkolü, şeker pancarından elde edilirdi. Türkiye şimdi melastan imal edilmiş etil alkol ithal ediyor her yıl tonlarca litre. Hatta bu yetmiyor şeker kamışından, patatesten, buğdaydan elde edilen etil alkol giriyor sürekli üzüm, pancar, buğday, patates memleketine. Yakında anason için de aynı şey olur ama şimdilik rakının coğrafi işareti buna izin vermiyor. Piyasada tekelleşme olmasın, liberalizm temel kurallarıyla işlesin diyenlere şimdi sormak lazım. Özel sektörün kendisi tekel olunca adına ne deniyordu hatırlıyor musunuz?
Türkiye’de üretilen kanyak, viski ve likörlerin dünya pazarına açılması, bir marka yaratılması o kadar da zor değildi TEKEL için ve bunun çeşitli emareleri de mevcuttu . Bu olasılığa inanmak zannedilmesin ki züğürt tesellisidir. Gerçekleşmesi durumunda züğürtlüğe son verecek ekonomik kalemlerden birisi olduğunu, içki markalarının satış rakamları ortaya koyuyor. Ne yazık ki artık TEKEL yok. TEKEL yok ama ondan arta kalan neredeyse hiç bir şey de yok. Örneğin bir müzesi yok. Kerim Yanık TEKEL Müzesi çalışmalarının nasıl baltalandığını, kurumun ekipmanlarından, yayınlarına kadar nasıl bir vurdumduymazlık ve düşmanlık içinde yok edildiğini anlatıyor kitabında.
Otuz yıla yaklaşan mühendislik hayatımda içki üretim prosesleri ve kültürüyle ilgilenmeye başladığımdan bu yana, TEKEL’in bu topraklar için önemini daha bir duyumsar ve bir dönem orada çalışan meslaktaşlarıma gıpta ile bakar oldum. Kerim Yanık da bu fasıla giren bir meslek erbabı oldu benim için. Başka pek çok konuyu da ele alan bu yapıtı bir anı kitabı, bir içki kültürü kitabı olarak da okuyabilirsiniz bir endüstri tarihi kitabı olarak da. Zira TEKEL başrolde olsa da anlatılan sadece TEKEL’in hikayesi değil. Hal-i pürmelalimizin endüstri cephesinden bir kıssası.