H. Selim Açan: 333 yıl 6 ay!
H. Selim Açan’ın “Bitmedi Daha...“ başlıklı kitabı, bitmiş, tamamlanmış, köşeye çekilmiş bir hayattan arda kalanı içermediği gibi, hâlâ devam eden devrimci bir yaşamın 50 yıl içinde edindiği deneyimlerin en başta Türkiye Devrimci Hareketi’ne hediyesidir.
Doğan Emrah Zıraman
Tarih okuması yapmanın insanın aklını zorlayan bir paradoksu vardır. Tarih içindeki zamanlar, yerler, kişiler, olaylar ne olursa olsun olan bitenin tam aksine bir an içinde okunur. “Yazı 5 bin yıl önce icat oldu” cümlesini okuduğunuz an koca 5 bin yıllık tarih bir çırpıda geçiverir. Fazla değil yaşadığımız son 1 yılın muhasebesini yapmaya çalışsak, bu muhasebeyi birkaç günde bitirmek zorken, okurken 5 bin yıl bir saniyede gelip geçer. Ya da “II. Emperyalist Paylaşım Savaşı'nda 100 milyona yakın insan öldü” cümlesini okumanın, tanıdığımız tek bir insanı kaybetmenin acısı yanında nasıl da acımasız bir yanı var değil mi? Fakat tarih okuması -ve hatta yazması- ancak bu paradoks ile mümkün olabiliyor.
H. Selim Açan’ın Sel Yayıncılık’tan çıkan “Bitmedi Daha…” kitabını okurken tarihin bu paradoksu karşısında acizliğimi bir kez daha hissettim. Yazının başlığı bu acizliğin örneklerinden biri. 333 yıl 6 ay, H. Selim Açan’a 1980 öncesi sorumlu yazı işleri müdürlüğünden dolayı verilen hapis cezası. Kitapta tarih paradoksuna dair acizliği gösteren nice bilgiler yanında bu bilgi ayrıntı gelebilir. Ancak okuyucu olarak kendi adıma bahsettiğim paradoksu kitapta en iyi gösteren bilgilerden birisiydi. Genç bir devrimciye sadece ve sadece sorumlu yazı işleri müdürü olduğu için gözünün yaşına bakmadan devletin verdiği bir ceza: 333 yıl 6 ay (üç yüz otuz üç yıl altı ay!)
Kitabı bitirdikten sonra kitap hakkında ne yazabilirim, nasıl tarif edebilirim kaygısı sardı. Kitapta, kapsadığı '68-80 dönemine ait o kadar ilginç bilgi, gözlem, detay, anı ve ayrıntı var ki, bir şeyler yazmak yerine insanın, en kolayını seçip “alın okuyun” diyesi geliyor. Ama bu kitap nasıl bir sorumluluk sonucu kaleme alınmışsa, ona dair yazmak da benzer bir sorumluluğu kendiliğinden zorunlu kılıyor.
Elbette anı türünde olan kitap hakkında, neredeyse her okuyanın kendi algısı kadar görüş olacaktır. Ancak kitabın yazım tarzının bu algı çokluğunu olumlu anlamda sınırlayan bir yapısı ve üslubu var. Açan'ın kendi ifadesi ile “zaman zaman atlama yaparak” kendi kişisel tarihi ile yaşadığı dönemin tarihi arasındaki ilişkiyi kurarak yazmış anılarını. Bu ilişkilendirmenin doğruluğuna dair tartışmalar elbette olacaktır. Ancak birey ile o bireyin yaşadığı tarihin bir kesiti arasında, özellikle tarihsel materyalist ilişki kurma ısrarı, benzer çalışmalar içinde kayda değer bir ayrım olarak karşımıza çıkmaktadır.
TÜRKİYE DEVRİMCİ HAREKETİ'NİN
Bununla birlikte kitap Türkiye Devrimci Hareketi'ne (TDH’ye) dair Marksist tarihçiliğin günümüzde bile hala emekleme aşamasında olduğunun da yeni bir göstergesidir. TDH’de tarih yazımı siyasetlerin sadece kendi bakış açılarına göre kendi tarihlerini yazması ile birlikte çoğunlukla da mücadele dışında kalmışların neredeyse küfür düzeyindeki anılarını yazma biçimlerinden oluşmaktadır. TDH'nin ve kişilerin tarihlerini derli toplu ele alan çalışmalarda son yıllarda bir artış gözükse bile bu çalışmalar sağdan soldan saysak bir düzineyi zor geçer. Kitap bu anlamda THD tarihinin en çalkantılı süreçlerine ışık tutan bilgileri içermesi bakımından da kayda değerdir.
Bu bağlamda, H. Selim Açan’ın “Bitmedi Daha...“ başlıklı kitabı, bitmiş, tamamlanmış, köşeye çekilmiş bir hayattan arda kalanı içermediği gibi, hâlâ devam eden devrimci bir yaşamın 50 yıl içinde edindiği deneyimlerin en başta Türkiye Devrimci Hareketi’ne hediyesidir.
Yukarıdaki “hediye” ifadesinden yola çıkarak Açan’ın yapıp ettikleri ile 'ne muhteşem bir insan' olduğunu söylemeyeceğim gibi kitapta da bunu arayacak olan olursa şimdiden böyle bir şey bulamayacağını belirtmek lazım. Açan da herkes gibi bir insan. İçine doğduğu, yaşadığı toplumsal varlık koşulları ile şekillenen, değişen, dönüşen bilinci ile, yaşamına hem bireysel olarak kattıkları hem de katamadıkları ile tarihin ona verdikleri ve veremedikleri kadar bir insan. H. Selim Açan’a bir değer atfedilecekse eğer, o değer onun kitapta döne döne göstermeye çalıştığı gibi birey-tarih ilişkisinin diyalektiği içinde verilebilir ancak. Daha azı veya fazlası, nereden bakılırsa bakılsın katıksız bir idealizm ve fetişizm olur ki Açan böyle bir idealizm ve fetişizmden ne denli ürktüğünü, bundan ne denli kaçındığını satırlarında sıklıkla göstermekte, hissettirmektedir.
H. SELİM AÇAN'I FARKLI KILAN NEDİR?
Peki H. Selim Açan’ı farklı kılan nedir? Açan kitabın önsözünde kişilerin bir nedenden dolayı devrimci enerjilerini kaybedebileceğini, vazgeçebileceğini söylerken böyle bir durumun bile kabul edilebilir olduğunun altını çizer. Bu kişilerle, tipolojiyle onları anlamaya çalışma dışında bir derdi yoktur Açan’ın. Ancak Açan’ın asıl derdi yıllarca kılını kıpırdatmayıp sonra birden bire kendi geçmişine küfrederek ortaya çıkanlar ve daha önemlisi 80’nin ağır yenilgisinin sorumluları olup hiç bir şey olmamış gibi “mücadeleye” devam edenlerledir. Bu nedenle Açan’ın anıları 50 yılı aşan devrimci mücadele ısrarı, inatçılığı, yenilen ama ayağa kalkmasını bilen, kendisi de dahil, yaşamların da olduğunu, Nazım ifadesi ile “bu havalarda dövüşenlerin” de varlığını göstermektir. Kitabın en önemli farkı tam da burasıdır.
Kitabı bitirdiğimde kitaptan geriye kalanları üç kategoride özetleyebilirim: yoldaşlık, günah çıkarma/özeleştiri, tarihsel dönem ve süreç.
H. Selim Açan'ın, '68-80 dönemini anlattığı anılarında, yıllar sonrasında neredeyse kanlı bıçaklı olduğu bazı yoldaşlarına dair anlatımları iki düşünce uyandırdı bende. İlk olarak, Lenin’in “biz komünistler farklı kumaştan dokunmuş kişileriz” sözü kitabı okurken zihnimin bir köşesinde sürekli yanıp söndü. Komünist bireyler, farklı kişilik özelliklerine rağmen örgütlü olarak girdikleri sınıf mücadelesine yaptıkları katkılar ile tarihe de iz bırakırlar. Açan, bu bağlamda, yıllar sonra tam tersi yerlerde konumlanmış olsalar da o dönemki yoldaşlarını, bugünkü duygu ve düşünceler ile değil, geçmişte birlikte olunduğu dönemdeki duygu ve düşünceleri ile anlatmakta hem ısrar etmiş hem de bu konuda ciddi bir beceri göstermiştir.
Yoldaşlığa dair ikinci düşüncem de aslında birinci ile iç içe geçen bir düşünce. Diyalektiğin tek bir mutlağı vardır o da değişimin kendisidir. Bir dönem bir kişi veya siyaset ne kadar muazzam işler yaparsa yapsın donmaya başladığı an ya ters bir kutba ya da yaşama karşı felçli kalacak bir noktaya savrulur. Kitapta H. Selim Açan’ın kendisine idol olarak gördüğü Aktan İnce’yi değerlendirdiği kısım birinciye, deli fişek devrimci bir yaşamdan hayata dair neredeyse hiçbir şey yapmamaya dönüşerek bu dünyadan göçüp giden Hacı Ilgar’ı anlattığı kısım da ikinciye tipik bir örnek. Açan, anılarında, yollarının bir şekilde kesiştiği -yoldaşı olsun olmasın- pek çok insanı sadece kişilikleri ile değil tarihsel koşulları özellikle gözeterek ele almakta, bu ele alışta da özel bir titizlik göstermektedir.
BİR GÜNAH ÇIKARMA MI ÖZELEŞTİRİ Mİ?
Kitabı bitirdiğimde şu ikilemde kaldım. Bu kitap bir günah çıkarma mı yoksa özeleştiri mi? Cevabım her ikisi birden. Ancak ister günah çıkarma diyelim ister özeleştiri, H. Selim Açan’ın kitabının önemli bir farkı var. Kitapta bu iki kavramla ele alınabilecek birkaç konu (örneğin sol içi şiddet eleştirisi ve özeleştirisi bakımından TDKP’li iki devrimcinin öldürülmesi, THKO ile birleşme, ayrılık süreçleri) bu kitaptan çok daha önce örgütsel olarak karara bağlanmış ve kamuoyuna açıklanmış günah çıkarma/özeleştiri konularıdır. Bu konuda Şubat Yayınları’dan çıkan “Tarihimiz” kitabına bakılabilir.
Bu bağlamda H. Selim Açan’ın günah çıkartmaları / özeleştirileri kimsenin bilmediği, bir anı kitabı adı altında fırsat bu fırsat denilerek araya sıkıştırılarak utangaç bir tavırla yapılmış işler değildir. Açan’ın, yoldaşı ve eşi Oya Açan’la ilişkisindeki, kendi ifadesiyle “feodal” bazı tutumları; THKO ile ayrılık döneminde örgütsel süreçlerin devreye sokulmasını engelleyen kişisel eksiklikleri de dahil kitaptaki tüm günah çıkarma/özeleştiriler, tarihsel bağlamları içinde olup pek çok insanı şaşırtacak dürüstlüktedir.
Kitabın anlatımına dair tarihsel dönem ve süreç olarak tarif edebildiğim son kısım ise aslında dünya ve Türkiye tarihini içeren, başlı başına muazzam konuları, alanları, tartışmaları, pratikleri kapsamaktadır.
H. Selim Açan, Türkiye’ye girme fırsatları dahi olmadıkları için Mustafa Suphi TKP’sini de sayarsak, 1968’e kadar neredeyse kıpırtısız olan devrimci öncü probleminin tam ortasında kendi akranları gibi devrimci mücadeleye atılır. Deniz, Mahir, İbrahim gibi, tabiri caizse bıyığı yeni terlemiş, genç devrimciler devrim yapmak gibi muazzam bir eylem için yola çıktıklarında kendilerinden önceki devrimci kuşaklarla aralarında kocaman tarihsel bir boşlukla karşılaşıyorlar. '68’de devrimci mücadeleye atılan bu kuşak kendi yolunu kendisi açmak zorunda kalıyor. Öyle ki, ‘68’de ortaya çıkan siyasi hareketler, kişiler tüm devrimci coşkularına, adanmışlıklarına rağmen önce sola keskin bir kayış, 12 Mart ile de bir sağa keskin kayış yaşıyorlar. 12 Mart ile 12 Eylül arasındaki süreç ise 12 Mart öncesinin savuluşlarını takip ederek bir sağa bir sola kayışları içeren salınımlı bir dönem ve süreç olarak yaşanıyor. (Not olarak yazayım:12 Eylül sonrası ise bu kayışların darbeden sonraki neredeyse minimum tezahürleri biçimde devam ediyor. Ama ağırlık sağa doğru bir kayış)
'68 ve 12 Mart’ın ortaya çıkardığı bu salınım '74-80 aralığında öyle bir noktaya varıyor ki, şimdiye kadar hiçbir yerde daha önce okumadığım bir günah çıkarma/özeleştiriyi yazıyor Açan. Onun ifadesiyle’74-80 aralığında TDH “değil kitlere öncülük etmek, çoğu zaman kitlelerin peşine zor bela yetişen” legal illegal büyük küçük bir sürü siyasetten oluşuyor. '80 darbesinin ağır yenilgisinin tüm izleri de savruluşlarda aslında bu dönemde kendisini ayan beyan ortaya seriyor. H. Selim Açan bu savruluşları hem anılar bazında, hem de o döneme dair yaptığı analizlerle sunmaya, göstermeye çalışıyor.
Elbette savruluşlar sadece Türkiye’ye özgü nedenlerden kaynaklanmıyor. Dünya konjonktürünün etkilerini de kalın hatlarıyla kitapta göstermeye çalışıyor. Bu konjonktürün en başında Türkiye’deki sınıfsal dinamiklerin, en başta kapitalizmin, emperyalizme bağımlı olarak ciddi sarsıntılar geçirdiği bir dönem. Dünya ölçeğinde de son emperyalist paylaşım savaşının ortaya çıkardığı yeni kapitalist, emperyalist ilişkiler ağı var.
H. Selim Açan’ın “Bitmedi Daha…” kitabı devrimci mücadelede bir şekilde ısrar edenler ve daha önemlisi devrimci mücadeleye yeni başlayanlar için TDH tarihine bir başka pencereden bakabilme olanağı sağlıyor. Kitabı, TDH’de hala etkin ve egemen olan grupçu/benmerkezci bir yaklaşımla okumak, hatta ondan uzak durmak, kitaptan çok TDH'nin tarihine kayıtsızlık anlamına gelecektir.