Oscar Wilde'ın ironisi!

Kabaca baktığımızda oldukça dünyevîdir Oscar Wilde, temel meselesi tanrı değildir. İnsanlık hallerinin, insana yaraşmaz gördüğü çirkinliklerin ve varlığı birleştiren ilmeklerin peşindedir. Böyle olunca ahlâkı estetik süzgeçten geçiren ve sürekli güzeli anlatan masalların kırılgan süvarisi olma yazgısını da peşinen kabullenmiş olur. Yüz otuz yıl önce yayınlanan “Mutlu Prens ve Diğer Masallar” kitabının insanlığın en güzel miraslarından biri olmasını planlamamıştır elbette, daha yazarlığa yeni başladığı yıllarda çocukları da gözeterek, gönlünden ve aklından kopan en nadide parçaları bilinir kılmıştır.

Google Haberlere Abone ol

Adnan Saraçoğlu

Okuduğum metinler arasında bir heykeli bu kadar yerinde konumlandıranına rastlamamışımdır. Muhtemelen sağlığında yeterince yüceltilen yöneticinin öldükten sonra da heykeli aracılığıyla tebanın omuzunda yük olmaya devam etmesine alışığız biz. Muhterem Oscar Wilde alışkanlığımızı iyisiyle değiştirmek üzere hamlesini yapıyor ve taşın üstünden sahte mücevheri söküp atıyor. Altındaki gerçek mücevher böylelikle ortaya çıkıyor. Ama paradoks burada başlıyor. Gerçek güzellik çoğu zaman farkedilmiyor. Biçimden soyunan öz, göze girmiyor, giremiyor. Kaba kurşun yığını sanılıp eritilmeye çalışılıyor “teba” tarafından. Yüce yöneticinin yüce heykeli yıkılıyor, eritiliyor sona kalan, erimeyen, yok olmayan kalp için unutulmuş bir köşeye atılmak en uygun konum belleniyor. Wilde'ın kendine has sentezleri bu konum savaşlarında ortaya çıkıyor. Tepelerdeki altın varaklı heykel, dökümhanede eritilen kurşun, izbe yere atılan kalp, şehirdeki en değerli şey olarak tanrı katına yükselen saf fedakârlık anıtı!

Kabaca baktığımızda oldukça dünyevîdir Oscar Wilde, temel meselesi tanrı değildir. İnsanlık hallerinin, insana yaraşmaz gördüğü çirkinliklerin ve varlığı birleştiren ilmeklerin peşindedir. Böyle olunca ahlâkı estetik süzgeçten geçiren ve sürekli güzeli anlatan masalların kırılgan süvarisi olma yazgısını da peşinen kabullenmiş olur. Yüz otuz yıl önce yayınlanan “Mutlu Prens ve Diğer Masallar” kitabının insanlığın en güzel miraslarından biri olmasını planlamamıştır elbette, daha yazarlığa yeni başladığı yıllarda çocukları da gözeterek, gönlünden ve aklından kopan en nadide parçaları bilinir kılmıştır.

Yukarıda değindiğim Mutlu Prens ile birlikte beş masal var kitapta. İlk baskısından bugüne korunan bir bütünlük. Mutlu Prens, Bülbül ile Gül, Bencil Dev, Vefalı Dost ve Olağanüstü Roket.

Fedakârlığın yanı sıra bencillik, umursamazlık ve ahmaklık, ana unsur diyebileceğimiz sevgi ekseninde anlamlandırılıyor. İnsanların çiğ gözünün neyi nasıl tarttığı, neye nasıl değer biçtiği, neyi nasıl yok ettiği bu mesellerle ortaya konuluyor. Kural buyurucu bir eda yok. Yer yer kuralların işe yaramayacağı, dünyanın böyle gelmiş böyle giden profilde olduğu da imleniyor sanki. Yasa ile yönetmenin değil de (nomokrasi) değil de sevgi ile yönetmenin (filokrasi) her anlamda “kazandıracağı” çözümünü de sunuyor masalcı.

SEVGİ PAYLAŞILIR VE ÇOĞALIR

Sevgi paylaşılır ve çoğalır: Mutlu Prens, ayakları dibine konan kırlangıç ile dost olur. Kırlangıç duygularına derman olmayan sazlıktan kaçarcasına uçarken epeyce bencildir. Mutlu Prens heykel olmadan önce gamsız bir yöneticiyken şatafatlı duvarların arasında epeyce esirdir. Mutlu Prens hayattayken bir adım ötesini göremeyecek kadar kördür. Heykel olduğunda şehrin tepesindeki konumu gereği keskin görüşe sahip olur. Acıları, yoksulluğu, muhtaç insanları görür ve kırlangıca ricacı olur. Kırlangıç, sıcaklara göçüp bencil sevdalara kanat çırpmayıp gittikçe bağlandığı Mutlu Prens'in havarisi olur adeta, kışı soğuğu ve ölümü kucaklamak pahasına. “Güçlü olanlar zayıf ve mecalsizdir Tanrı katında, devenin iğne deliğinden geçmesine bağlıdır Tanrı Krallığına kabul edilmeleri. Oysa düşkünler, yoksullar, ezilenler en şatafatlı misafirleri olacak Tanrı'nın!” İncil öğretisine uygun olarak uyarladığım satırlar gömülüdür masalın son satırlarına. Güzelliğin yitip gitmemesi tanrısal müdahaleye bağlıdır Wilde'ın satırlarında. Toplumu düzeltmek için tanrısal konumdaki yönetici heykeline, göç etmeyip kendinden geçen kırlangıca ihtiyaç duymuştur Wilde.

KOMŞUNU SEV!

Sevgi paylaşılmazsa ne olur? Vefalı Dost masalında Hans'ın başına gelenler sorumuzun cevabıdır. Komşunu sev! Mutlu Prens tebasını komşusu yerine koyup (tüm şehirden sorumludur) iyiliğini şehrin en ücrasına taşırken, fakir Hans, komşusu zengin değirmenci için varını yoğunu feda eder. Şehrin yükü nedir ki; gözleri mümkünü yok doymayan, bencillik abidesi değirmencininki yanında! Değirmenci ister, Hans verir. Değirmenci buyurur, Hans itaat eder. Değirmenci korkutur, Hans kendisini tüketir... Hans öldüğünde bile yas tutan, “kaybı” büyük olan, mağdur olan değirmencinin ta kendisidir. Değirmencinin yüzsüzlüğü ve ahlaksızlığını, Wilde, mizah yüklü satırlarında, okurun duygusal taşkınlığını dindirip, aklî soruşturmasını güdüleyecek kıvamda sunar. Sevgi zehirlenmesi yaşayan Hans'a benzeyip, akıl tutulması yaşamamıza izin vermez kıymetli masalcı.

USTA İŞİ ALEGORİ

Tanrısal fedakârlık nedir? Bencil Dev masalında etkili ve usta işi alegoriyle karşılaşıyoruz. Çocukları bahçesine sokmayan bencil bir dev. Dev uzaklarda olsa ve bahçeyle işi olmasa da bahçeye girmekten korkan çocuklar. Zamanı gelse de bir türlü bahçeye uğramayan bahar. Olanları anlamayan dev, ruha dolan nağmeler ve bahar kokuları duyunca şaşkınlıkla yönelir bahçeye. Çocukların oynadığı yere gelir bahar. Saf neşeye, tertemiz kalplerin cirit attığı, sevgi dağıttığı bahçeye. Bir tek, köşede kalmış, küçücük bir çocuğun ürkekçe beklediği yerde nöbet tutar kış. Dev bencilliğini anlar çocuğa yardım edip onu ağaca çıkarır. Neşesiz zerre bile kalmamıştır ortalıkta. Zaman geçer dev vaktiyle kendisinden korkan çocukların yanına gelir ve o küçük çocuğu sorar. Kimse tanımaz küçüğü, nedir, kimin nesidir bilinmez. Derken çiçekleri bir başka meyveleri bir hoş ağacı görür dev yakınlaşınca küçüğü tanır. Ancak ellerinde ayaklarında yaralar. Kim bu kadar acımasız olabilir? “Bunlar sevgi yaraları. Sen bahçende oynamama izin vermiştin. Şimdi sen benim bahçeme, cennete geleceksin” cevabını alır. Wilde'ın masal sonu dokunuşları çok güçlü ve masalın anayasası konumundadır. İnsanî alanı Tanrısal alanla birleştirir. Küçük aciz çocuğu Mesih İsa'ya, eğlenme, oyun alanı olan bahçeyi Tanrısal lütufgâha dönüştürür. Sevgi ve fedakârlık adına kutsal olanı işaret eder.

Mutlu Prens, Oscar Wilde, çev: Murat İnce, illüstratörler: Walter Crane, Jacomb Hood, 90 syf.,  İletişim Yayınları, 2018.

Ahmak aşıktan köy olur mu, peki ya kasaba? Wilde'ın büyük bir yazar büyük bir masalcı olduğunu, iki ayrı hatta anlattığı iki fedakârlık durumundan, okura sağ gösterip sol vurmasından, ahmak öğrencinin anlık tatmin arayışı yüzünden feda edilen candan anlıyoruz. Bir kırmızı güle aşkım! Bir dansa hayatım! Kitaplarda yazılanı düzünden okuyup anlayan, lafızcı budalanın teki, hem felsefeden olur hem aşktan! Edebiyatın gizli özne olduğu masalda öğrencinin isteğini duyup onu gerçek aşık sanıp canından oluncaya kadar didinip duran bülbül geliyor dile. Doğanın dili yalansız dolansız ya insanları da öyle biliyor bülbül. Gülü kanıyla suluyor ve aşıklara layık hâle getiriyor. Nedir bilmiyor öğrencinin ve maşukenin anlık heycanlar borsasında çalıştıklarını. Değersiz bulunan gülü hırsla heba ediyor. Aslında heba olan kendisinden haberi bile olmuyor.

Bencillik kadar büyük bir aşk var mı? Kendini feda edişi ironisi yüksek bir masalda işliyor Wilde. Empatiye, aşka, fedakârlığa en azından bunların algılanma biçimine bu nitelikte bir eleştiri getirilmemiştir. İnsanları, hayvanları parmak ısırtacak yetkinlikte kullanıp Tanrısal olanla ilişkilendirdikten sonra, nesnelerin en gösterişlisi havai fişekleri duygusal yozlaşmanın analizini yapmak için seferber ediyor masalcımız. “Başkalarını düşünmelisiniz yani beni, ben şahsen hep öyle yaparım ve başkalarından da bunu beklerim” diyor havai fişek. Aristokrasi eleştirisi mi dersiniz, insana dair kalan son sahih çığlık mı? Gündüz vakti siz ne kadar doğrultsanız o kadar eğriltiyor muktedirler güzel kavramları, aslında güzelliğin ta kendisini. Prensesler mutlu olsun diye patlamalı havai fişekler, ölen kuşlar mı? Aman boşver! Mezarlıkları heybetli olmalı kralların, ölen köleler mi? Köle diyorum köle, ölecek tabi! Bir de ölmeden önce övünür yanındakine “gördün mü taşıdığım kayayı?” diye. Havai fişek bunların hepsini dile getiriyor: “şöyle patlayacağım böyle ışık saçacağım prensler prensesler için en havai fişek ben olacağım” diye. Fedakârlığının ahmak ıslatan gözyaşlarıyla ıslandığından “şereflenemiyor” asil bir fişek olarak! Kimsenin görmediği duymadığı bir anda infilak ediyor, hiçbir zaman anlamayacağı güzelim gökyüzüne yükselerek.

Beş muhteşem masalı, beş duygudaşlık denemesini, beş estetik zirveyi, kutsalın beş görünümünü yüz otuz yıl sonra yeniden bizlerle buluşturan İletişim Yayınları'nın başarılı bir editörlük sınavı verdiğini söyleyebilirim. Başarılı illüstratör Seda Mit'in kapak çalışmasında azizlerin arkasında yükselen sarı hale hem prensi yüceltiyor, hem de insanlık yurdunun güvencesi olan güneşi temsil ediyor. Soluk renkler arasında kıpkırmızı gül bakışları kendisine kilitliyor. Mütevazı önsözde Oscar Wilde ve masalları okura biraz daha tanış hale getiriliyor. Orijinal baskıda yer alan Walter Crane ve Jacomb Hood'a ait illüstrasyonlar kitabın klasik kimliğini hatırlatıyor. Sonda yer alan sözlükte çocuk okurların zorlandığı kelime ve kavramlar açıklanıyor.

Yetişkinler için yozlaşan dünyada nefes alma imkânı, çocuklar için koca bir dünyayı, insanı, kutsalı soluma tecrübesi.