Toprak... Artık kokusu bile yok!
Geçtiğimiz günlerde Kolektif Kitap tarafından, Orçun Türkay çevirisiyle basılan, Bruno Latour’un “Rota ‘Politikada Yönümüzü Nasıl Bulacağız?’” adlı kitabı iklim sorunlarına, toprağın giderek yok oluşuna dikkat çekiyor. Latour’un polemikçi bir üslupla okura seslendiği metin, ekolojik siyaset, sosyalizm ve ekolojinin neden ortaklık kuramadığı, akılcılık, pozitivizm, modernleştirme, küreselleşme, yerelcilik, ilericilik, gericilik gibi kavramları tartışıp, sorunlu bulduğu yönlerini eleştirerek, bize politikada yeni bir yön bulmanın zaruretini hatırlatıyor.
Toprak Neolitik Dönem insanının hayvan ile birlikte evcilleştirerek mülk edindiği şey. Ozanların “benim sadık yârim” olarak tanımladıkları, mitolojik ve dini metinlerin insanın hamuru olarak gördükleri madde. Yağmur sonrası kokusunu duyuramayacak kadar tükenmekte olan, doğanın en önemli parçalarından. Peki, artık mülk edinecek toprak bile kalmıyorsa, insan türünün icatları, bilimsel kavrayışları, deneyleri, kimyasal materyalleri, modernleşmenin ortaya çıkardığı sorunlar, dünya siyasetinin iki yüzlü politikaları, dünyanın türlerinin basacak zemine muhtaç hâle gelmesine neden oluyorsa? Böyle bir durumda, topraktan geldiğimizi kabul etsek bile, gidecek toprak kalmadıysa ne yapacağız? Sorumlu kim?
Geçtiğimiz günlerde Kolektif Kitap tarafından, Orçun Türkay çevirisiyle basılan, Bruno Latour’un “Rota ‘Politikada Yönümüzü Nasıl Bulacağız?’” adlı kitabı, yukarıdaki soruları sormamıza vesile olurken, iklim sorunlarına, toprağın giderek yok oluşuna dikkat çekiyor. Latour’un polemikçi bir üslupla okura seslendiği metin, ekolojik siyaset, sosyalizm ve ekolojinin neden ortaklık kuramadığı, akılcılık, pozitivizm, modernleştirme, küreselleşme, yerelcilik, ilericilik, gericilik gibi kavramları tartışıp, sorunlu bulduğu yönlerini eleştirerek, bize politikada yeni bir yön bulmanın zaruretini hatırlatıyor.
BAŞKA ŞEYLER DÜŞÜNMENİN ZAMANI
Latour’a göre; geçmiş tüm politik, bilimsel, felsefi kavrayışlarımızı etkileyecek bir durum ile karşı karşıyayız. Artık ayağımızı basacak bir zeminden bile yoksun kalabileceğimiz bir dünyanın içindeyiz. Örneğin küreselleşme diyebilmek için Küre’ye ihtiyaç var ama artık bu söylemi dillendirmek anlamsız çünkü bu ideali gerçekleştirecek bir Küre yok. Ona göre; politikacılar ve seçkinler bunu çok önceden fark etti ve bu nedenle sadece kendilerini kurtaracak politikalara el verdiler ve böylece onlara inanan kitlelere ihanet ettiler. Böyle bir durumda seçkinler dışında kalanların, sömürülenlerin, göçmenlerin yapabileceği şey kimlerle bir arada yaşayacağına karar vermek, nereye gideceğiz nasıl yaşayacağız sorusunu sormak belki de. Bundan dolayı Latour, dünya siyasetinin seçkinler dışında kalanlara yaşam hakkı tanımayan politikalarını deşifre etmeye çalışıyor, yeni imkânlar üzerine düşünüyor, okuru da tartışmanın içine çekiyor çünkü onun bahsettikleri herkesi ilgilendiriyor, insan türünü ortaklaştırabilecek bir noktada duruyor. Latour, kitap boyunca bugüne kadar dünya politikasına yön vermiş kavramların, ideolojilerin hatasını, neden artık bizim için bir anlam ifade edemeyeceklerini sorguluyor. Son yıllarda dünyada popülizmin yükselişi olarak tanımlanan durumun nedenleri üzerinde dururken, Trump gibi liderlere oy verenlerin hissettiklerini de anlamaya çalışıyor. Bir bakıma yazar politik teoriye yeni bir bakış kazandırmaya çalışıyor çünkü şimdiye kadar denediklerimiz bize çıkış sağlamadıysa başka şeyler düşünmenin zamanı geldi.
İKLİM ANLAŞMASINDAN ÇEKİLMEK NE ANLAMA GELİYOR?
Latour’a göre, Trump’ın 1 Haziran 2017’de Paris İklim anlaşmasından çekilmesinin söylediği çok şey var, bu bir yandan iklim krizini inkâr etmek anlamına geliyor, diğer yandan Amerika’nın şu mesajını taşıyor: “Biz Amerikalılar sizinle aynı dünyaya ait değiliz. Sizinki tehlike altında olabilir, bizimki olmayacak.” Böylece ortak dünya reddedilmiş oluyor çünkü bu söylem dünyanın geri kalanını dışlıyor, ayrıca şu fark edilmiş görünüyor, zaten dünyada tüm insanlara yetecek kadar yer kalmadı.
Bu nedenle önceden küreselleşme, sınırların kalktığı bir dünya övgüsü yapılırken ki -bu da çoğu zaman gerçekliği yansıtmıyor, sadece politik bir söylem olarak günü kurtarıyordu- şimdi sadece kendi alanını koruma derdi var. Bu yeni bir durumda değil. Latour’a göre zaten yönetici sınıflar 1980’li yıllardan itibaren bunu kavramışlardı ve yönetmekten ziyade kendilerine sığınak bulma çabasına girmişlerdi. Trump’ın sığınmacıların geçişine izin vermemesi ve kitlelerin desteğini almasının da bununla ilişkili olduğunu düşünüyor yazar. Bunun şöyle bir mesajı var: “Tarihimizin sizinkiyle ortak bir noktası olmayacak; cehenneme kadar yolunuz var.”
TOPRAK SUYUNU ÇEKİYOR
Latour, tüm bu bahsettiklerimizin, göçmenlere karşı oluşan hareketlerin dünyadaki ‘toprak mevhumunun yapısının değişmesi’ ile ilişkili olduğunu düşünüyor. Çünkü dünyasallaşmanın düşlediği toprak suyunu çekiyor. Bunun öncekilere göre daha büyük bir kriz olmasının başka nedenleri de var, keşfedilecek, ele geçirilecek, sömürülecek yer kalmadı. İnsanı bekleyen şey göç çünkü kriz genele yayıldı bu nedenle ortak kaderimiz: yurtsuzluk. Artık sorun kendilerine ‘modernleştirici’ misyonu biçmiş olanları da kapsıyor. Modernleştirmenin öznesi olan, ‘kendilerine medeniyet götürülen’ halklar yurtsuzluğu, haklarının gasp edilmesini deneyimlemişlerdi, diğerleri henüz yeni tecrübe ettikleri bir durum ile karşı karşıyalar bu nedenle panik seviyeleri daha yüksek. Üzerine düşününce Latour’un tespitleri dünyada ırkçılığın yükselmesini, göçmenlere yönelik ayrımcı politikaların nedenlerini de anlamamızı sağlıyor. ‘Popülizmin yükselişi’ adı verilen ki yazara göre adı tamamen yanlış biçimde konan –ulus devletin telaşla eski koruyuculuğuna dönme arzusu- da böylece anlaşılır oluyor.
Yazara göre, kesin bir şey var ki o da: “herkes evrensel anlamda paylaşılacak bir uzamın, içinde yaşanabilir bir toprağın eksikliğiyle” karşı karşıya. Yazar bu nedenle
bugüne kadar konuştuğumuz-evrenselcilik, küreselleşme, yerelcilik gibi- üzerine yüzlerce teori geliştirdiğimiz, okuduğumuz, yazdığımız konuların çok da geçerliliği kalmadığından dem vuruyor. Ona göre: “Sizden doğayı korumanız istendiğinde başka -sıkıntıdan esniyorsunuz-, yurdunuzu korumanız istendiğinde başka -anında- harekete geçiyorsunuz, duyguların devreye girdiğini fark ettiniz mi?” Latour’a hak vermek gerekiyor. Bugüne kadar ekolojist politikalar ana akım siyaset tarafından genellikle ‘esneyerek’ karşılandı oysa yurdunu savunma söylemi genellikle karşılık buldu, yurt bir şekilde duygusal, kişinin aidiyeti ile ilişkili bir kelime iken doğa daha uzağa konumlandı. Bu belki de insanın doğadan kopuk, onu sadece yararlanabileceği bir nesne olarak görmesinin sonucuydu. Ama işte yazarın deyimiyle; “ayağınızın altındaki zemin çekilirse, anında zeminle ilgilenmeniz gerektiğini anlarsınız.”
EKOLOJİK SİYASET NEDEN ÇÖZÜM SUNMADI?
Latour, ekolojik siyasetin neden çevre sorunlarını toplumsal bir sorun olarak ortaya koyamadığına, bu konuda sol politikaların eksiğine de değiniyor. Ona göre: “Yeşil partiler her yerde kalıntı partiler olarak kaldı. Ne yapacaklarını asla bilemediler. Doğa sorunları konusunda çağrı yaptıklarında, geleneksel partiler insanların çıkarları adına onlara karşı çıktı. Yeşil partiler ‘toplumsal sorunlar’la ilgili yaptıkları çağrılarındaysa aynı geleneksel partiler onlara: ‘siz niye burnunuzu sokuyorsunuz’ diye sordular.” Yazara hak vermemek elde değil çünkü gerçekten de ekolojistler, doğa ve insanın eşit ilişki biçimine önem veren siyasetler, genellikle yukarıdan bir dille, alaycı yaklaşımlarla karşılaştılar. Sanki çevre sorunları insan türünü kapsamıyormuşçasına dışlandılar, partinin bir kolu olmanın ötesine geçemediler. Doğaya dair olan genellikle ana akım siyaset içerisinde yer bulamadı. Son yıllarda biraz değişmiş gibi görünse de hâlâ ekoloji ana gündem olamıyor. Ve bu da iklim gibi dünyanın tamamını ilgilendiren bir meselenin bile inkâr edilmesinin önemli sebeplerinden. Bir çok konuda olduğu gibi bu konuda da dünya siyaseti ortaklaşamadı. Ve biz ortak olanı kaybettikçe aslında dünyayı kaybediyoruz, toprağı kaybediyoruz, türleri kaybediyoruz.
BİZDEN ÇALINAN ORTAK DÜNYA İÇİN
Bruno Latour, “Rota ‘Politikada Yönümüzü Nasıl Bulacağız?’” adlı kitabında iklim anlaşmasını reddetmenin aslında ne ifade ettiğini tartışıyor. Ve görüyoruz ki bu konu aslında dünya siyasetinin, bugüne kadar konuştuğumuz pek çok meselenin kalbinde duruyor. Bu nedenle de kimse yazarın eleştirisinden kurtulamıyor. Ona göre, Jeopolitik bir tarihin ortasında duruyoruz. Yurdum kelimesindeki iyelik eki artık ‘malın’ sahibi olan otoriteye işaret ediyor.
Latour’un metni, dünya siyasetinin gündemine pek giremeyen, sınırlı olarak tartışılan, sadece konuyu dert eden küçük çevrelerin direnmek için çabaladıkları bir meseleyi güncel kılmaya çalışıyor. Ama gösterdiği bir şey var ki biz politikacıların, seçkinlerin bu konulara duyarsız olduklarını düşünürken, onlar çoktan kendimizi nasıl kurtarırız derdine düşmüşler. Bu nedenle yazar kendince çıkış yolu bulmaya çalışıyor, bizden çalınan ortak dünya için elimizi taşın altına koymamız gerektiğini hatırlatıyor bu da bir yandan dünyasallaşmayı, diğer yandan toprağa bağlanmayı gerektiriyor birbirine zıt gibi görünen bir durum olsa da Latour’un bu konuda söyledikleri üzerine düşünmeye değer.
Bana kalırsa bu kitap için Adorno’nun, “sapandan başlayıp, megaton bombasına uzanan” diye adlandırdığı sürecin enine boyuna sorgulanması diyebiliriz. Ve bu sorgulama, güncel siyasetin içerisinde kaybolup gittiğimiz bugünlerde daha önemli sorunlarımız var demek için bir sebep sunuyor.