Antranik Dzarugyan: Sivas'tan 'soykırım' yetimhanesine...
Antranik Dzarugyan, Aras Yayıncılık’tan Klemans Zakaryan Çelik’in Ermeniceden çevirisiyle çıkan Çocukluğu Olmayan Adamlar kitabında, tahmin edileceği gibi, o hep dönülmesini umduğumuz “mutlu çocukluk” nostaljisi sunmaz. Yetimhanede geçen günler, “kılıç artıklarının” yaşama ve var olma/kalma arzusunun ufak anlarından oluşur.
DUVAR - 1913 yılında Sivas’a bağlı Gürün’de dünyaya gelen Antranik Dzarugyan, Ermeni edebiyatının önemli isimlerinden biridir. 1915 yılında “tehcir kararı”nın köylerine ulaşmasıyla, elinde avucunda ne varsa kümese gömüp Suriye çöllerine hareket etmek zorunda kalan ailesinin hemen hemen tamamı yollarda öldürülmüştür. Geriye sadece annesi Yeranuhi ve Antranik kalır. Suriye’nin Hama şehrinde, Gürünlü Ermeni aileleriyle beraber derme çatma bir eve yerleşen Dzarugyanlar, geçimlerini gündelikçilik yaparak sağlamaya başlarlar.
Oğluyla yeteri kadar ilgilenemeyen anne Yeranuhi, Antranik’i, henüz beş yaşındayken bir yetimhaneye bırakır. Yaşamının birkaç yılını bu yetimhanede, annesinden ayrı kalan “soykırım çocukları” ile birlikte geçiren Antranik’in, okuduğunuz yazıya sebep olan kitabı, Çocukluğu Olmayan Adamlar, bugünlerden aklında kalanlardan oluşuyor. Kitaba girmeden önce Antranik’in hayatının dönüm noktalarına bakmaya devam edelim.
Okula başladığında edebiyata olan ilgisinden dolayı “Sınıfın Şairi” olarak anılan Antranik, henüz 20 yaşındayken V. Khajak takma ismiyle Trajik Bahtlı Şairler kitabını kaleme alır. Denemelerden oluşan bu kitap, erken yaşta hayata veda eden dört Ermeni şairin yaşamını ve eserlerini konu alır. Aynı yıllarda Beyrut’ta yayımlanan Aztak isimli bir gazetede yazmaya başlayan Antranik, yine V. Khajak ismiyle Mokhraman (Kül Tablası) kitabını kaleme alır. Kolejdeki öğretmenlerini yermek amacıyla yazdığı bu kitap, çok tepki çeker, hatta toplatılır. 1939 yılında gazetelerde yayımlanan şiirlerini, toplu bir baskıyla okura sunar: Arakasdner (Yelkenliler). 1939 yılında yayımlanan kitap oldukça ses getirir.
1941 yılında Diaspora Ermenilerinin yaşamına ve edebiyatına dokunmaya çalışan ve 1983 yılına değin yayımlanan Nayiri isimli dergiyi çıkarmaya başlar. Halep’te, 1941’de yayım hayatına “merhaba” diyen dergi, 1949’dan itibaren Beyrut’a taşınır. 50’lerde üye olduğu Ermeni Devrimci Federasyonu’ndan ayrılarak bağımsız bir tutum izlemesi, eleştirilere sebep olsa da, ulusal kavgadaki sorunlara karşın barışçıl bir tavır sergilemesi her kesimden saygı görmesini sağlar. 1955 yılında kaleme aldığı, yazıya da konu olan kitabı, Çocukluğu Olmayan Adamlar yayımlanır. Geniş bir kitle tarafından sevilir, Rusçaya, Fransızcaya, İngilizceye ve Arapçaya çevrilir. Yaşamını sürdürdüğü Lübnan’dan iç savaşının şiddetinin daha artmasıyla 1983 yılında Paris’e göç eder. Bu gidişle, büyük emek verdiği Nayiri dergisinin de yayım hayatına son vermek zorunda kalır. 1989’da Paris’te hayata gözlerini yumar.
'KAŞIĞINI KAYBEDENİN GÜNLERCE YEMEK YİYEMEDİĞİ OLUR'
Antranik Dzarugyan, Aras Yayıncılık’tan Klemans Zakaryan Çelik’in Ermeniceden çevirisiyle çıkan Çocukluğu Olmayan Adamlar kitabında, tahmin edileceği gibi, o hep dönülmesini umduğumuz “mutlu çocukluk” nostaljisi sunmaz. Yetimhanede geçen günler, “kılıç artıklarının” yaşama ve var olma/kalma arzusunun ufak anlarından oluşur. Adeta askeri bir disiplin uygulanan bu alanlarda, kaşığını kaybedenin günlerce yemek yiyemediği olur. “Ayakkabımız yoktu. Çorabımız, şapkamız yoktu. Yegâne mal varlığımız tenekeden çay bardağımızla bakır kaşıklarımızdı.” Yiyecek öylesine az verilir ki, yemeği alan çocuk sıranın en arkasına doğru ilerlerken tabağındakini bitirir, tekrar sıraya girer. Ancak daha önce yemek almadığını aşçıya ispat etmeye çalışmak zorundadır.
Gerek eğitmenlerden, gerekse de kendi yaşıtlarından (arkadaşlarından) şiddet görmeyen çocuk yok gibidir. En büyükleri altı- yedi yaşındaki yüzlerce çocuk, özgür olabilmenin düşlerini kuracağı, doyasıya oyun oynamanın tadını çıkaracağı dönemde, bir mahkûm gibi, yaşamak zorunda kalır. Dzarugyan, “Çocukluğumuz olmadı, çünkü Ermeni’ydik ve yetimdik. Soğuğun ve yağmurun ortasında, kaldırımların üzerindeki yarı çıplak ve yalınayak, sersefil varlığımız çocukluk muydu? Mahrumiyet, açlık, gözyaşı, yabancıların umursamazlığı, bizden olanların acımasızlığı mıydı çocukluk?” diyerek yaşadıklarını dile getirir.
Kitabı geneline baktığımızda, Dzarugyan yaşadıklarını kaleme alırken, soykırımın faillerine, yetimhanedeki yöneticilere, kavga ettiği çocuklara ya da annesine kin gütmez. Yaşadıklarını, 30-35 sene sonra kaleme alırken, o gün, o anları yaşayan o çocuğun ağzından anlatıyormuş hissi verir. Dünyayı o çocuk gibi algılayarak anlatır. Onun hüznüyle, onun sevinciyle… Yaklaşık 5-6 sene kaldığı yetimhane günleri, kahredici olayları, acı zamanları konu alsa da ilk cümleden beri hep aynı şeyi düşünürüz: Sahi, ne oldu da, yaşları 5-7 arası değişen bu çocuklar –soykırım çocukları-, doğar doğmaz yaşadıkları yerden kilometrelerce ötede, bir başlarına yaşamak zorunda kaldılar?