Postmoderne doğru giden yol
Thomas Kuhn'un kaleme aldığı, Erkan Bozkurt çevirisiyle 2019’un ilk günlerinde İletişim Yayınları’ndan çıkan Yapı’dan Sonraki Yol, esasında Kuhn’un Bilimsel Devrimlerin Yapısı adlı eserinde kullandığı kavramlara bazen değiştirerek açıklama getirdiği, aynı zamanda kitaptan sonra gelen ağır eleştirilere cevap olarak 1970-1993 yılları arasında yazdığı pek çok makalenin kronolojik olarak yer aldığı derleme bir eser olarak okur karşısında.... Kuhn, bilimsel olan ve olmayan ayrımı üzerine tartışıyor, bilimin ne olduğunu sorgulamakla birlikte bilimin değişimini/dönüşümünü de inceliyor.
Rukiye Altınel
Antik Yunan’da bilim için felsefenin bir kolu olduğu söylenirdi. Bilim-felsefe ilişkisi öyle ayrılmazdı ki, bir filozof çoğu zaman hem biyolog, hem astronom, hem de fizikçi olurdu. Tek tek bilimlerin kendi özerkliklerini kazanmaları ise 17. yüzyıldan itibaren hız kazanıp 20. yüzyıla dek sürdü. Bu özerklik macerası, 19. yüzyıldaki pozitivist tavırla birlikte doğa bilimlerini “bilimsel olan ve olmayan” ayrımı üzerinden dar bir anlayışa sürüklemişti. Modern bilimin deneyci, kesin ve evrensel sonuçlara ulaşma merakı elbette pek çok düşünür ve bilim insanı tarafından sorgulandı ve yerini postmodern bir bakışa bıraktı.
Bilimsel olan ve olmayan ayrımı üzerine yapılan tartışmalar, bilimin ne olduğunu sorgulamakla birlikte bilimin değişimini/dönüşümünü de inceler. Bu noktada şüphesiz akıllara gelen en büyük isimlerden biri de Thomas Kuhn. İlk baskısı 2019’un ilk günlerinde İletişim Yayınları’ndan çıkan Yapı’dan Sonraki Yol, esasında Kuhn’un Bilimsel Devrimlerin Yapısı adlı eserinde kullandığı kavramlara bazen değiştirerek açıklama getirdiği, aynı zamanda kitaptan sonra gelen ağır eleştirilere cevap olarak 1970-1993 yılları arasında yazdığı pek çok makalenin kronolojik olarak yer aldığı derleme bir eser. Sonunda bir de Kuhn ile hayatı hakkında yapılan bir söyleşinin yazıya dökülmüş hali bulunuyor, bu yüzden kitabın biyografi bir yanı var da diyebiliriz.
Kuhn, kullandığı temel kavramlarını (paradigma, normal bilim, devrimsel bilim, fonksiyonel işlevlilik ve ortak-ölçüsüzlük) içine alan argümanlarını, kitapta pek çok düşünüre ve bilim insanına atıfta bulunarak savunuyor. Ona göre bilim, kümülatif bir faaliyet değil, aksine döngüsel bir süreç. Kuhn, belli bir alanda kullanılan değer kümeleri, teknik ve yaklaşımın bütününü ifade eden kavramı paradigma ile ilgili olarak da “ortada bir kuram olmadığı dönemde kullanıldığını” vurguluyor. Bir paradigma, bilim insanının ilgilendiği alanın sorularına kendisinden bağımsız olmayan bir biçimde cevap verdiği anlamına geliyor.
Araştırmacının ortaya koyduğu sonuçların bazı anomilerle karşılaşması ve bu anomilerin artık o paradigmayı kullanılamayacak duruma getirmesi durumunda, Kuhn’un bahsettiği bilimsel devrim gerçekleşiyor. Ancak Kuhn bilimin bu şekilde giderek “daha iyiye” ya da “daha doğruya” ulaştığı savını reddederek, onun yerine “işlevsel açıdan daha iyi olan”a gidildiğini savunuyor.
BİLİMSEL BİLGİNİN RÖLATİFLİĞİ
Modern bilimin bilgiyi kesin ve evrensel bir noktada görme isteğine karşın, Kuhn söyleşinin bir yerinde şunu söylüyor: “Gerçek olmanın ne olduğunu bilmek istediğimi söylüyordum. Bu kişinin fizik yoluyla elde edebileceği bir şey değildir.” Bu cümle pek çok şeye açıklık getiriyor. Kuhn bir paradigma değişimini yalnızca bilimsel bir değişim olarak görmüyor, aynı zamanda ona yapı veren benzerlikler ağının da değiştiğini söylüyor. Peki bu ne demek? Açıkça Kuhn, bilimsel değişimin sosyal boyutunu da hesaba katıyor ve bilim insanının da sosyal boyuttan, belli bir paradigmanın içerisinde varolmaktan kurtulamayacağını söylüyor. Tam da burada en çok eleştirildiği noktalardan biri devreye giriyor: Ya bilginin kesinliği ve evrenselliği? Artık görüyoruz ki böyle bir kesinlik yok. Uzun yıllardır devam eden bilimin hegemonyası, postmodern döneme doğru böylece sönümlenmeye başlıyor belki de.
ÇEVİRİMİZİN İMKÂNSIZLIĞI VE ORTAK-ÖLÇÜSÜZLÜK
Analitik gelenek içinde en çok rağbet gören sorunlardan biri olan çevirinin imkânsızlığı meselesine de el atıyor Kuhn. Quine’ın öne sürdüğü çevirinin imkânsızlığı sorunu, bir dilbilimcinin daha önce dillerini hiç duymadığı bir kabilenin arasına girerek o dili çevirmeye çalışmasının, eğer ‘evet’ ve ‘hayır’ ifadeleri bile anlaşılamıyorsa imkansız olduğu savıyla ortaya konuluyor. Kuhn’un bu soruna katkısı ortak-ölçüsüzlük kavramıyla oluyor. Ortak-ölçüsüzlük, iki dil arasında ortak olarak kabul edilecek hiçbir anlam olmadığında o dillerin birbirlerine çevrilmeyeceğini ifade eder. Bu ortak anlam yalnızca dilsel değil, aynı zamanda hermenötik bir yolla çözülebilir. Kuhn’un analitik gelenekten de ayrıldığı nokta belki de bu: Dilin yapısı salt mantıksal değil, aksine o, bulunduğu toplumun değerlerini de içine alan bir yapıya sahip.
Ortak-ölçüsüzlüğün bilimsel yöntemi ele alan ve en çok eleştirilen bir diğer sorunu da, iki bilim insanının birbirlerini anlamayacakları savı. Daha önce de bahsettiğimiz gibi, bilim insanlarının gözlemleri kendi içinde bulundukları paradigmadan bağımsız olamaz. O halde iki bilim insanı farklı paradigmalarla konuya yaklaştıklarında birbirlerini nasıl anlayacaklar? Dahası, böyle bir durumda paradigmanın değişmesi gerekliliğine kim karar verecek? Yapı’dan Sonraki Yol’da bunlara yine çokça eleştirilecek cevaplar veriyor Kuhn.
“Değişimler Kaçınılmazdır”: Editörlerin giriş yazısında bu söz yer alıyor. Bu, belki de Kuhncu anlamda şu demek: Bilimsel anlamda kabuller her zaman değişecektir, onunla birlikte insanlar, yapılar da değişecektir. Ancak bu tek yönlü bir değişim değil, her tarafın birbirini etkilediği bir değişimdir. Bu hızlı değişimler içinde bizler eğer bilimsel bilginin kesinliği üzerinden kendimizi tanımlayacak olursak, önünde sonunda yanıldığımızı göreceğiz. Gerçeklik yalnızca fizik bilimiyle değil, ancak ona bakan meraklı gözlerin perspektifleriyle algılanabilir…