‘Israrotu’ şairin kum saati
Şiir bir ihtiyaç ve tercih meselesidir. Gökhan Taner Günsan’ın ikinci şiir kitabı 'Israrotu' Medakitap etiketiyle yayımlandı. “Israrotu”nda artık “kır”ını kaybetmiş kent yoksullarının zaman zaman ironikleşen yaşantıları dile getirilmekte. Günsan, sorunun toplumsal veya kişisel olmasına bakmaksızın, nerede mağduriyet oluşturan bir gerilim varsa orada duygu, düşünce, duyarlılık yönünden mağdurdan yana araya giriyor ve şair olarak söz alıyor.
DUVAR - Şiirin “okunma” sorunu olduğu kadar “okuma” sorunu olduğunu da söylemek mümkün. Şiirin okunması yaygınlık kazanmasıyla ilgili bir durum. Şiiri okuma sorununa gelince… Şiiri “şiir olarak okumak” gerekiyor. Bu sözden ne anlamamız gerekir. Bu bir yöntem önerisidir. Şiiri şiir olarak okumak şiirin biçim ve biçemiyle ilgili değerlerini gözeterek okumak anlamına gelir. Şiirin sözünün ve dilinin “şiir sözü, şiir dili” olduğunun bilinmesi önemlidir. Şiir okumak için bir değil, birçok şiir okuma kılavuzu olsa yine de azdır. Aslına bakılırsa buraya kadar söylediklerimiz eksiktir…
Şiiri “şair gibi” okumalıyız. Böyle söyleyince şiirin “şair gibi” okunması ne demektir veya “şiir şair gibi nasıl okunur” diye sorulabilir. Ancak soruyu yanıtlamaktan daha önemlisi, konuyu kaynaklara yönelerek araştırmak.
Şiirin “şair gibi” nasıl okunabileceğine ilişkin kaynak bulmanın hiçbir zorluğu yok. Çünkü bu konuda şairler açık kaynaklardır. Şiirle ilgili şairlerin söyledikleri, yazdıkları, tanımlamaları, açıklamaları ehil işidir. Deneyimin bilgisi ve sözüdür. Konunun başvurulacak en yetkin kaynağı onlardır diyebiliriz.
Bu yıl 21 Mart Dünya Şiir Günü bildirisini hazırlayan Süreyya Berfe’nin “Ne kadar şair varsa o kadar şiir vardır” sözü de böyle bir tanımlama olarak değerlendirilebilir ve örnek gösterilebilir. Bu kısacık cümle şiirin, “şair gibi” nasıl okunacağına ilişkin önemli bir ipucu vermektedir.
'ÖZÜ OLMAYAN HİÇBİR BİÇİM YOKTUR'
Ahmet Oktay’ın “Şiirin iç çekişinde ya da haykırışında duyduğumuz, varlığın ve varoluşun sesidir” sözü, aslında şiirin ne olduğunu anlattığı kadar şiiri nasıl okuyabileceğimiz konusunda da yol gösterir. Hem de ışık tuttuğu alanı genişleterek aydınlatır. Oktay, 2001’de Altın Portakal Şiir Ödülü’nün kendisine verilmesi dolayısıyla yaptığı teşekkür konuşmasında, bir yandan şiirle ilgili tanımlamada bulunurken bir yandan da okura adeta bir şiir okuma yöntemi sunar: “Eğer şiir en derin metafizik kaygıları olduğu kadar en güncel politik istekleri de dile getirebiliyorsa, bu, hem toplumsal etkinliğimize hem de tinsel beklentilerimize ait oluşundandır. Şiiri bir biçim sanatı olarak tasarlamak ya da tanımlamak onu bir içerik sanatı olarak da tanımlamaktır. Biçimi olmayan hiçbir öz ve ‘vici versa’; özü olmayan hiçbir biçim yoktur. Şiir açıklarken gizler, gizlerken de açıklar. İçe ve dışa soyuta ve somuta, düşleme ve gerçeğe. Sadece karşıtlıklar vardır. Evet ve hayır arasında diyalektik bir gidiş geliş. Şiir budur.” Adı belleğimizde yer eden şiir eleştirmenlerinin de aslında şiiri şair gibi okudukları için düşünceleri önemli olmuştur diyebiliriz.
Bu arada, şiir okumanın her şeyden önce bir ihtiyaç ve tercih meselesi olduğunu kaydedelim. Ancak ihtiyaç gibi tercihin de sadece ilk adım olduğunu ekleyelim. Şiir okumak zaman ve emek isteyen bir edimdir. Hasbelkader girişilmiş şiir okuması için gereken zaman ve emek harcanmamışsa şiir yabancı bir dil olarak kalmaya devam eder.
'ŞİİR OKUMAYI BİLMEK YAZMANIN ÖN KOŞULUDUR'
Öte yandan şiir yazanları bağlayan ön koşuldur şiir okumayı bilmek, öğrenmek. Şair bu ön koşulu karşıladığında yazdıklarını şiirle ölçebilir. Verili şiiri aşmak için de, yeni bir şiir için de henüz şiirden başka bulunmuş ve daha iyi bir ölçü yok diyebiliriz.
Şiirin “sorunu” çok. Geçmişte de çoktu, gelecekte de (şiir devam ettiği sürece elbet) çok olacağı anlaşılıyor. Buna karşın şiir yazılıyor, okurla buluşması amaçlanıyor; paylaşılıyor, yayımlanıyor ve genellikle de hedefine ulaşıyor. Şiirin okurla buluşmasına kadar olan aşamalar, türlü sıkıntılarla birlikte, bir biçimde kat ediliyor. Yani genellikle şairin sözü ağzında durmadığı gibi şiir de yazıldığı yerde kalmıyor. (Günümüzdeki duruma da bakarak şiir yazıldığı yerde kalıyor da onun olması gerektiği yerde olamadığı için oluşan boşluğu “şiirsiler” mi dolduruyor acaba diye düşünebiliriz? Şimdilik bu, başka bir yazının tartışma konusu olarak kalsın.)
'ŞİİRİN BİTMEYEN YOLCULUĞU'
Söz şiire dönüştüğünde, şiirin bitmeyen yolculuğu da başlamış oluyor. Şiirin şiirliğini sağlayan etkenler arasında, bu bitmeyen yolculuğun da olduğunu söyleyebiliriz.
Yayımlama, okuma ve okunma gibi sorunlara karşın şiir hâlâ fazlasıyla parlıyor ve de ısıtıyor, ihtiyacı olanın yüreğini… Yaşadığımız günlerde koşullar Ahmed Arif’in “Karanfil Sokağı” başlıklı şiirindeki gibi olsa da yeni şiirler, yeni şairlerle günümüzde de soluk alıyor modern Türkçe şiir… Anmışken “Karanfil Sokağı” şiirinden bir bölüm okuyalım:
Tekmil ufuklar kışladı.
Dört yan, onaltı rüzgar
Ve yedi iklim, beş kıta
Kar altındadır.
Kavuşmak ilmindeyiz bütün fasıllar
Ray, asfalt, şose, makadam
Benim sarp yolum, patikam
Toros, anti-toros ve asi fırat
Tütün, pamuk, buğday ovaları, çeltikler
Vatanım boylu boyunca
Kar altındadır.
Döğüşenler de vardır bu havalarda
El, ayak buz kesmiş, yürek cehennem
Ümit, öfkeli ve mahzun
Ümit, sapına kadar namuslu
Dağlara çekilmiş
Kar altındadır.
Şiir okurları, Gökhan Taner Günsan’ı ve şiirlerini Bireylikler, Evrensel Kültür, Sunak, Varlık, Yaba Edebiyat, Yom Sanat, Zon Kişot gibi dergilerden ve 2013’te Komşu Yayınları’ndan çıkan “Sakallarımı Kestim Kuşlara” adlı ilk kitabından hatırlayacaktır. Günsan’ın ikinci şiir kitabı “Israrotu” bir süre önce Medakitap etiketiyle yayımlandı.
“Israrotu”, ilk anda ad benzerliğiyle Türkçe'nin büyük dil ve anlatı ustası Yaşar Kemal’in “Ölmez Otu” romanını hatırlatıyor. Benzerlik, yakınlık yalnızca dil ortaklığı kaynaklı ve kitapların adlarından ibaret değil gibi. Günsan’ın, usta yazarla duyarlılık paydaşlığı içinde olması da yakınlığı sağlayan etkenlerden. Yaşar Kemal’in romanında anlatılan yoksul köylüler, mevsimlik işçi olarak Çukurova’ya pamuk toplamaya giderken yalnızca yoksulluklarını götürmezler, trajedilerini de götürürler… “Ölmez Otu” yoksul köylülerin yoksulluklarının anlatısı olduğu kadar trajedilerinin de romanıdır. Öte yandan “Ölmez Otu”, trajedinin “sarı çiçekli otu” olarak da simgeselleşir.
'ŞİİRLERİ OKURUN ÖNÜNE KUM SAATİ GİBİ KOYUYOR'
Günsan’ın “Israrotu”nda duyarlılık olarak Yaşar Kemal’in izinde diyebiliriz. Öyle olsa da Günsan’ın şiirinin birtakım özgül yanlarının olduğunu da belirtmek gerekir. Gökhan Taner Günsan daha ilk şiirde, “Israrotu”nda neler olduğuna ilişkin önemli ipuçları vererek deyim yerindeyse okuru sonraki şiirler için hazırlıyor. Bunu da okurun önüne şiirleri adeta bir “kum saati” gibi koyarak gerçekleştiriyor. Denilebilir ki şair, kum saatinin bir taraftan bir tarafa akan kumu gibi duygularının, düşüncelerinin, duyarlılığının havuzundan akanların okurun bilincine geçmesini istiyor.
Yalnızlığın varlık, tek başınalığın varoluş sorunu olarak irdelendiği “Bülent Bi Çay” başlıklı kitabın ilk şiirine bakalım:
bir kadın da çay söylüyor kendine açık ve yalnız
belki daha neler söyleyecekti sorsaydınız
her gün yüzlerce çay söylediğiniz bülent
yaşıyor mu sandınız
içimde boş bir salıncak
sallanıyor aklıma çarparak
uzun bir çay söylüyorum kendime
ölümün uzun saçlarını süpürüyor berber
bir yaprak neden bu kadar uzun düşüyor
ben bülenti düşünüyorum diye
bülentten daha çok
her şeyi düşünüyorum diye her şeyden çok
bir yaprak neden bu kadar uzun düşüyor
Başladık madem; “Israrotu”nun içeriğine kuşbakışı göz atmayı sürdürelim. Bu bakış, kitapta yer almayan “içindekiler” sayfasının eksikliğini tamamlamayacak belki, ama ne diyelim, olsun!..
“Ölmez Otu”nda, mevsimlik işçi olarak çalışan yoksul köylüler ve onların yaşantılarının konu alındığını belirtmiştik. “Israrotu”nda yoksulların, ama daha çok, artık “kır”ını kaybetmiş kent yoksullarının zaman zaman ironikleşen yaşantıları dile getirilmekte. Konfeksiyon işçisi “Overlokçu Servet”in “macerasını” aktaran “Lingerie” başlıklı şiirden birkaç betik okuyalım:
iç çamaşır fabrikasında
overlokçuydu servet
kaderini değiştirsin diye koymuşlardı belki adını
tülden iç çamaşırların etrafını dolanırdı
el kadar tül çamaşır
neredeyse maaşı yapardı
bir gün merak edip
götürmek için karısına tülden takımı
pantolonunun içine sakladı
değdiğinde tenine tül çamaşırı
daha giymeden dedi fena ediyor insanı
bir gün merak edip
götürmek için karısına tülden takımı
pantolonunun içine sakladı
değdiğinde tenine tül çamaşırı
daha giymeden dedi fena ediyor insanı
gece oldu çekildi perdeler
karısı giymeye çalıştı tülden çamaşırları
ama bir türlü sığmadı
uğraşırken de yırttı tülü nasırı
'KARAKTER GALERİSİ'
“Israrotu”nda, bir “karakter galerisi” niteliğinde de olan Edip Cansever’in yapıtlarındaki kadar değil elbette ama yine de çok sayıda kişinin yer alması dikkat çekiyor. “Bülent” ve “Overlokçu Servet” onlardan yalnızca ikisi. Öte yandan kitabın ilk şiirindeki “Bülent” karakteri; ne Edip Cansever’in “Masa da Masaymış Ha” şiirinin anlatıcı öznesi gibi, ne “Çağrılmayan Yakup” gibi, ne “Ruhi Bey” gibi bir karakterdir. Ancak yine de bir “garip” (niye garip? Sözcüğün en geniş anlamıyla garip diyelim) karakterdir… Bülent, çaycıdır, garsondur, yani işçidir, büyük ihtimalle de çocuk işçidir.
'KARAKTERLERİN ORTAK ÖZELLİĞİ MAZLUM OLUŞLARI'
Günsan’ın karakterleri yoksul, emekçi, işçi, kadın, çocuk olarak çıkıyor karşımıza. Karakterlerin ortak özelliği yoksulluk, ezilmişlik ve mazlum oluşları. O nedenle Edip Cansever’in karakterlerinden sosyal ve kültürel olarak da farklılaşıyorlar. Ayrıca Edip Cansever’in şiirindeki karakterlerin “sınırda”ki varlıkları ve varoluşları da son derece önemlidir. “Israrotu”nun kişileri için böyle bir “toplum dışılık” durumu veya toplumun marjına “itilmişlik”, ötelenip “sürülmüşlük” söz konusu değil.
“Israrotu”nda, güncel birtakım olayların kahramanlarıyla ve tarihsel boyutlarıyla birlikte şiire, toplumsal hafızaya kaydetme deneyimi söz konusu. Afganistan’da 19 Mart 2015 tarihinde İslama hakaret ettiği gerekçesiyle cami avlusunda linç edilen genç şair kadın Farkhunda Malikzade’nin adını taşıyan şiir de onlardan biri. Şu betik söz konusu şiirden:
sen bir afgan kadınısın farkhunda
yirmi yedi yaşında
karanlık sarmaşıklar nasıl boğarsa ağaçları
öyle korktular tenine değen güneşten
Toplumsal sorunlarla ilgili şiirlerde de, bireysel varlık ve varoluş sorunlarının işlendiği şiirlerde de çoğunlukla bir karakter veya kahraman aracılığıyla güncel olayların tarihselleştirildiğini, tarihsel olaylarınsa gerçekçi bir bakış açısıyla yorumlandığını görüyoruz. “Süt ve Barut” başlıklı şiiri örnek verebiliriz. Şiirin ilk betiği:
bir kartpostal gibi öyle rahat gönderiyorlar
üstüne gülücük çizerek bombaları
oysa bir kere olsun mektup gönderseydi bu eller
çocuklar ölümü değil biriktirirdi pulları
'KİTABIN MESELESİ HEM YAŞAMA HEM İNSANSAL DEĞERLERE TERS OLAN OLAYLARIN ŞİİRLERİ'
“Israrotu”nda, yukarıdaki şiir gibi ne yazık ki gerçek ama hem yaşama, hem insansal değerlere ters olan, aykırı saydığımız birçok olayın konu edildiği şiirler yer alıyor. Bunu kitabın “meselesi” olarak da kaydedebiliriz.
Bazı kitapların, özellikle şiir kitaplarının baştan sona, sonra da sondan başa doğru okunduğunda sanki anlamı daha da çoğalır, genişler, derinleşir; “Israrotu”nda olduğu gibi diyebiliriz.
“Israrotu”nu hem baştan sona hem de sondan başa doğru okumakla kalmadık; bazı şiirlere tekrar döndük okumak için. “Bütün Şeyler” başlıklı şiir de onlardan biri oldu. Amacımız birtakım dizelerin, betiklerin altını çizmek değildi, ama tekrar tekrar okurken bazı dizelerin, betiklerin altını çizmekten de kendimizi alamadık. Şu dizelerde olduğu gibi:
bütün şeyler ayrı yazılır sevgilim
söyle onlara
gül satmasınlar yetiştirme yurtlarının önünde
ne olur bu durakta inmeyelim sevgilim
durmayalım bu çiçeğin önünde
Gökhan Taner Günsan’ın konu, izlek, tema yönünden bir sıkıntısı yok; şiir yelpazesini bir hayli açık tutuyor. Ama daha önemlisi Günsan, sorunun toplumsal veya kişisel olmasına bakmaksızın, nerede mağduriyet oluşturan bir gerilim varsa orada duygu, düşünce, duyarlılık yönünden mağdurdan yana araya giriyor ve şair olarak söz alıyor.
babasının sırtındaki çuvala sığan muharrem
nasıl sığdırılabilir bir şiire
kırılmalıdır dünyanın bütün camları
kırk günlük ayaz bebek üşüyerek öldüyse
Gökhan Taner Günsan’ın Melih Cevdet Anday, Behçet Necatigil, Cemal Süreya, Edip Cansever gibi modern Türkçe şiirin birçok usta şairinden etki almış, esinlenmiş olduğu söylenebilir. Ancak bunu şiirin birikimiyle, deneyimiyle ilgilenmenin, ilişkilenmenin doğal sonucu olarak görmek gerektiğini düşünüyoruz. Bununla birlikte kitapta şiiri ketleyen, kilitleyen aksaklıklar yok mu; açık söylemek gerekirse var. Ama bunlar etkilenme veya esinlenmeyle ilgili sorunlar değil. “Israrotu”nda yer alan şiirlerdeki aksama, ketlenme, kilitlenme gibi sorunlar daha çok şiirin tekniğiyle ilgili olarak görünüyor.
'ŞİİRİ YOĞURMAK KONUSUNDA ÇOK ÇABA SARF ETMELİ'
Anladığımız kadarıyla söyleyelim; Gökhan Taner Günsan “şiir teknesinde” şiir yoğurmak konusunda olduğundan daha çok çaba sarf etmeli. Belki koşulları nedeniyle bu imkânı bulamıyor. Ama Günsan, “aceleci bir şair” izlenimi vermenin önüne geçebilir. Günsan’ın, şiiri yoğurarak demlenmesi, sesi arıtması, sözü azaltması için daha fazla vakit ayırması, o koşulları nedeniyle bulamadığını sandığımız imkânı yaratması halinde, şiiriyle ilgili teknik sorunların birçoğunun üstesinden geleceği açık. Böylece birçok şiirde görülen, örneğin “fazlalık” sorunundan kurtulabilir. Şiirin iç bütünlüğünü sağlayabilir ve dengesini daha güçlü biçimde kurabilir. Kaldı ki kitapta bunun örneği de var. ”Perdeler” şiiri, fazlalıklardan arınmış, iç bütünlüğünü sağlamış, dengesi kurulmuş bir örnek. Bu şiiri, Günsan’ın yaptıklarından çok, neler yapacağının işareti olarak da okuduğumuzu belirtelim. Madem yeri geldi, birlikte bir daha okuyalım “Perdeler” şiirini:
sizin perdeleriniz ne güzel
görülmüyor çekince hiçbir şey
sizin elleriniz
elleriniz böyle güzel
dokunmayınca kimseye
yıpranmıyor
kalbiniz diyorum
ne kadar yumuşak
duymayınca kimsenin acısını
ağrımıyor
hele gözleriniz
gözleriniz ne güzel
baktıkça sadece kendinize
bizse öyle çirkiniz
dünyaya verdik bütün güzelliğimizi
Bazı kitaplar okurunun işini kolaylaştırır; “meselesini” açıkça ortaya koyar. “Israrotu” da öyle bir kitap. “Meselesini” açıkça dile getiriyor. Şiirleri okuyup kitap bittiğinde “Israrotu” bitmiyor. Yoksa “kum saati” mi demeliyiz.
Yaşamakta inat etmenin, direnmenin imgesi olarak yerleşiyor dile ve belleğe.
“Israrotu”nun, şiir okurunun ilgisiz kalmaması gereken bir kitap olduğunu belirtmek isteriz.