Geçmiş insanın peşini bırakır mı?
Yazar Cevat Turan'ın 'Bir Eylül Yarası', okurlarla buluştu. Roman, 'Kızıl Ömer' karakterinin, 12 Eylül sonrası hapislik ve işkenceler ile serbest piyasacı bir ülkedeki değişimini ya da değişememesini anlatıyor.
Kenan Aladağ
Kod adı Kızıl Ömer.
70lerden 80’lere uzanan bir devrimci.
Eylemler, denize çıkan o sokaklar, şarkılarıyla çocuklar, yani Eylül.
İstanbul’da bir banka soygunu. Elde kalan büyük bir para, vurulan bir bekçi, tutuklananlar ve dışarıda kalanlar...
Ve büyük bir aşk! Nejla ve Ömer. Her şeyi terk edip, el ele kurulan bir gelecek düşü...
Tüm geçmişin gömülü olduğu bir defter.
Geçmiş, insanın peşini bırakır mı?
...
'Bir Eylül Yarası' romanınız mart ayı başında okurla buluştu. İlk romanınız Çorum olayları ekseninde bir kurgulama ile ‘Unutmalar Şehri’ idi. Bu bir nevi devamı olarak da nitelendirilebilir. Zira ilk romandan bir karakteri; Kızıl Ömer’i anlatıyorsunuz. Kitabın öyküsü nedir?
Cevat Turan: Bir devam romanı olarak tanımlamak hem doğru hem de değil. Doğru çünkü Kızıl Ömer karakterinin, 12 Eylül sonrası hapislik ve işkenceler ile serbest piyasacı bir ülkedeki değişimini ya da değişememesini anlatıyor. Doğru değil çünkü 'Bir Eylül Yarası' romanı bir öncekinden bağımsız bir konu bütünlüğüne, başlangıcından sonuna kadar kendi içinde bir hikâye kurgusuna sahip. İlk kitabı okumadan da bu kitabı okuyup bitirdiğinizde mesajı almış oluyorsunuz.
Aynı zamanda başarılı bir iş insanısınız da. Herkesin romanı okuyunca aklına ilk gelen soruyu hemen soralım: Bu roman sizin öykünüz mü? Sizden anılar barındırıyor diyebilir miyiz?
Cevat Turan: Başarı sübjektif bir kavram. Başarıyı kiminle kıyasladığınıza bağlı. Geçmiş yaşamıma göreyse evet. 31 yıldır verdiğim mücadeleyi bana sorarsanız her şeye rağmen hayır. Daha fazlası olmalıydı.
Bir reklam ajansı başkanının iş dünyası ile ilgili ruh halini ya da pazarlama, işi büyütme stratejisini yazmak benim zaten bildiğim kısımlar. Çünkü ben de kendi iş hayatımda bunların çoğunu uyguladım. Her yazar eserlerinde ya da yarattığı karakterlerin bütünlüğü içinde mutlaka kendisinden parçaları karakterlerin bir yerlerine yamar. Geçmiş, deneyimler, yaşanmışlıklar, anılar ve bilgi derlenip toplanır bir saman sarısı kâğıtta yaşam bulur. Yazma eylemini yazanın, kendisinden hiçbir şekilde kopartmak olası olmaz.
Elbette bazen karakter yazarın kontrolünden çıkmaya çalışır ama işte o zaman dizginleri elden kaçırmamak lazım. Bir yandan da karakterlerin “kendisi” olmasına da müsaade etmek gerekir. İkisi ince bir çizgi üzerinde birbirini tamamlar.
Her şeyin dijitale döndüğü teknoloji odaklı yaşadığımız bu dönemde ‘günlük’, nostalji çağrışımı da yapıyor. Watsapp, Instagram ya da Facebook Messenger üzerinden bolca yazışıyoruz da sanki günlük tutmuyoruz artık. Peki siz hangisini tercih ediyorsunuz? Günlük tutar mısınız? Roman kapakta da kullanıldığı gibi bir günlüğün peşinden gidiyor. Tüm çıplaklığıyla insanın ruhunu bir deftere açmasını, yani günlüğü nasıl değerlendiriyorsunuz? Birçok ünlü edebiyatçının günlükleri kitap olarak yayımlanıyor. Günlük tutar ve de okur musunuz?
Cevat Turan: Çok uzun süre günlük tuttum. Bazen açar bakarım. Yaşamı not düşerseniz kâğıda, anılar “vücut” bulur. Yoksa en kıymetli anlar unutulup gider. Günlük tutmanın da edebi bir yanı var. Olaylar, duygular, kızgınlıklar, aşklar, ayrılıklar. Bunları nasıl anlattığınız, hangi kavramların ve bilincin süzgecinden damıtarak yazdığınız önemli. Yoksa "kalktım, gezdim, bugün çok güzeldi" demek günlük olmaz.
Yaşadığın toplumsal çağın ya da dönemin tanıklığını yapacaksa yazdıklarınız, gelecek yıllarda günlüklerde sizinle birlikte yaşar. O yüzden günlükler yaşanılan tarihin en yakın tanıklarıdır. Bugünün mesaj yazışmaları su üstüne yazmak gibi. Hızla yazılan-okunan- tüketilip silinen düşünceler, duygular. İletişimin getirdiği faydaları tartışmak akılla alay etmek olur ancak insanın kendisine ve çevresine yabancılaşmasını da görmezden gelemeyiz.
'ALTI YÜZ YILLIK TEBAA KÜLTÜRÜ GENLERİMİZE İŞLEMİŞ DURUMDA'
Roman karakterlerinden komiserin ağabeyleriyle aldığı toplantılar, emirler, ya da yargılamalara dair soru işaretleri... Tüm bunlar bu döneme de birer gönderme. Bilinçli mi kullandınız? Yargılama - hukuk konusunda ne düşünüyorsunuz?
Cevat Turan: Hayatımda yargıya ve hukuka güvenimi kaybedeli uzun süre oldu ne yazık ki. Bu acıdır ama böyle. Türkiye’de yargı kim iktidar erkini elinde bulunduruyorsa ve davul kimin omzunda asılı ise onun tokmağını çalıyor. Bu hep böyle oldu. Darbeler, olağanüstü hâl zamanları, olağan dışı hal zamanları hep kendi hukukunu yaratmaya ve yaşatmaya çalıştı. Ancak hiçbiri tarihini akışını değiştiremedi. Belki geciktirdi ancak değiştiremedi.
Yargılama yöntemleri, kumpaslar, sahte şahitler, iftiracılar, yalan deliller, 'çamur at izi kalsın'lar binlerce masum insanın hayatını kararttı bugüne kadar. Onlarca yiğit insanımızı hukuku kullanarak öldürdüler ne yazık ki. Evrensel hukuk sistemi geçerli olmadıkça, yargı ile yürütme birbirini denetleyen ayrı- bağımsız- özerk kurumlar olmadıkça dengeler yerine oturmayacaktır. Vatandaş devleti ve seçtiği iktidarları denetlemek, sorgulamak zorunda. Altı yüz yıllık tebaa kültürü genlerimize işlemiş durumda. Demokrasi ile hukuk iki kardeştir. Bir de buna laikliği ve hakça paylaşımı ilave ederseniz özgür bir geleceğe kapıları açarsınız. Yoksa romanda yazdığımız gibi hukukun üstünlüğünü hayata geçiremeyen gerçek yargıyı daha çok ararız.
Gelelim baba-kız ilişkisine. Çok kuvvetli bir bağ Ömer ile Filiz arasındaki. Babasına çok düşkün. Yazarken etkilendiğiniz örnek aldığınız birileri oldu mu bu ilişkide, yoksa hedeflediğiniz bir hayal mi bu? Zira sizin de kızınız var...
Cevat Turan: Kızlar, oğlanlar, evlatlar.. Gerçekten biz babamızı ne kadar tanıyoruz? Çocuklarımız bizim baba olmayan yanımızı ne kadar tanıyabilecekler? Eğer babasını yeterince tanıyan çocuklar varsa o çocuk da, baba da şanslılar demektir. Benim hayatımda baba figürü çok belirgin değil. Ancak babalarıyla konuşan, sohbet eden ilişkileri de taktirle karşılıyorum, özeniyorum. Kızlar için babalar hep özel. Kızıl Ömer’le Filiz de öyle. Günlüğü ele geçirmeseydi Filiz belki de babasını hiç tanıyamayacaktı. Demek ki tüm babaların kalbinde bir gün okunmayı bekleyen bir günlük yatıyor. Onu çocuklarına açan babalar ve kızları, oğulları şanslı olanlar.
"Ve Hayatın gerçeği" diyorsunuz aşk için. Bu romana aşk romanı demek de mümkün. Nejla ile Ömer'in aşkı ve Filiz ile Kemal'in aşkı. Aşk, tutku, sevgi... Zaman zaman birçok kavramın açılımı da olmuş romanda. Seksenli yılların aşkı evliliği ayrılığı da hem biçimsel hem de sonuç olarak değerlendirilmiş. Aşk ve sevgi size neyi ifade ediyor?
Cevat Turan: Her aşk kendi döneminin karakteristik özelliklerini taşır. Devrimci romantizmin aşkı da devrim aşkı gibi ulaşılması güç olandır. Birçok aşk 12 Eylül’den sonra gerçeğin ve hayatın duvarına çarpılmış gibi tuz buz oldu. Devrimci romantizmin büyülü perdesi açılınca altından “insan” denilen zaaflı varlıklar çıktı. İlişkiler koptu, evlilikler bitti. Bir de kapitalizmin parçalayıcı değerleri egemen oldukça yabancılaşma beraberinde savrulmaları açığa çıkarttı. Yoksa ilk romanda okuyan bir okur Necla ile Kızıl Ömer’in bir gün ayrılabileceğini düşünebilir miydi? O yüzden böyle şeyler hep ansızın olur. Ve şunu sorarsınız “Neden ben?”
Siyasi polisiye yazmak için araştırma yapmak gerekli midir? Bu tarzda okuduğunuz takip ettiğiniz yazarlar var mı?
Cevat Turan: Her tür romanı yazmak için araştırma yapmak gereklidir. Özellikle politik polisiyede daha çok araştırma yapılması gerekir. Maddi hataları okur zaten sizi ilk gördüğü yerde acımaz, yüzünüze vurur.
Okura ne vadediyor roman?
Cevat Turan: Düşünmeyi, sorgulamayı ve asla hiçbir iktidar karşısında boyun eğmemeyi. Aşka sonuna kadar inanmayı...