Sessizlik Korkusu: Zaman tünelinde bir kitap

Cem Uzungüneş'in son şiir kitabı Sessizlik Korkusu raflarda yerini aldı. Şiire çoktandır erişmiş, ergin bir şair olan Uzungüneş, “Sessizlik Korkusu”nda zamanı sorunsallaştırıyor, ölüm korkusuna ya da kaygısına işaret ediyor. "Sessizlik Korkusu" kolayca tüketilemeyen, sonsuzluğun başladığı eşikte biten bir kitap...

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Felsefi anlamda modern Türkçe şiirde zamanı sorunsallaştıran ilk şair olarak Ahmet Hamdi Tanpınar dikkat çeker’. Onun “Ne İçindeyim Zamanın” başlıklı şiirindeki özellikle ilk dörtlük, şiir okuru olmayanlar tarafından bile ezbere bilinecek kadar meşhurdur. O şiirin ilk dörtlüğü:

Ne içindeyim zamanın,

Ne de büsbütün dışında;

Yekpare, geniş bir anın

Parçalanmaz akışında.

Ancak zaman sorunuyla modern Türkçe şiirde en çok uğraşan şair Melih Cevdet Anday olmuştur. Şiirlerinde zamanı değişik boyutlarıyla sorunsallaştıran Anday, insanın varlığını ve varoluşunu gerçekleştirme deneyiminde bir başka çatışma alanı olarak da doğayla ilişkisini ve ona karşı üstünlük kurma mücadelesini irdelemiştir. İnsanın doğayla olan mücadelesinde de zamanı önemli bir etken olarak görmüştür. “Kolları Bağlı Odysseus”, şairin zaman sorununa eğildiği ilk yapıtıdır. Bundan sonraki şiirlerinde de zamanı değişik açılardan sorunsallaştırır.

'ZAMANIN SORUNSALLAŞMASI'

Cem Uzungüneş’in Yakın yayınlarından çıkan son şiir kitabı “Sessizlik Korkusu” da zamanı sorunsallaştırmasıyla dikkat çekiyor. Zaman tasarımlarının kitapta ele alınışı, şiire dönüştürülme biçimi, biçemi nedeniyle hatıra ilk getirdiği, sorunla enine boyuna uğraşmış Melih Cevdet Anday oluyor.

Uzungüneş’in son kitabının tek sorunu zaman değil elbette. Şiirleri 1988 yılından bu yana Adam Sanat, Argos, Sombahar, Ludingirra, Defter, Varlık, Kaşgar, E, Kitap-lık, Mahfil, Heves, Duvar gibi dergilerde yayımlanan Cem Uzungüneş’in (Şinasi Şentürk) “Sessizlik Korkusu”, dördüncü şiir kitabı. Şairin ilk kitabı “Soluğan” 1998’de okurla buluşur. Bundan sonra sırasıyla “Arzu Evi” (2005) ve “Korkuluk” (2014) yayımlanır.

Sessizlik Korkusu, Cem Uzungüneş, 88 syf, Yakın Kitapevi, 2019.

'ZAMANIN VARLIKTA BIRAKTIĞI YAŞANTININ İZLERİ'

Cem Uzungüneş, Mart 2019 tarihli dördüncü kitabıyla şiire erişmiş bir şair olarak çıkıyor okurun karşısına. Uzungüneş’in şiire çoktandır erişmiş, ergin bir şair olduğu bilinmekte. Dördüncü kitabı, bu kanıyı daha da güçlendirip pekiştiriyor. Uzungüneş, “Sessizlik Korkusu”nda zamanı sorunsallaştırıyor demiştik. Şair, zaman sarmalında varlıkla, varoluşla ilgili başka çatışma alanlarına da eğiliyor. Kitapta yer alan, özellikle “Metroda Camgöz” adlı ilk şiirle onu takip eden “Ganyan Kahvesinde Köse” ve “Otobüste Peruklu Adam” başlıklı şiirler, zamanın varlıkta, varoluşta bıraktığı yaşantının izleri olarak da okunuyor. Alıntıladığımız şu betikler “Metroda Camgöz” başlıklı şiirden:

Adamın cam gözü kıpırtısız

sen o gözden korkuyorsun.

Ama o da gören gözüyle korkuyor karanlıktan.

Biz iki gözlerimizle çocukluğa kaçıyoruz korkudan.

İki gözlerimizle korka korka korkuyu aşarak

çıkacağız (↑) bu yeraltından.

Gezi’de gözünü kaybedenin

o gözünde siyah bir bant var

süresiz bir korsan eylem.

O çocuklar bir kızla / oğlanla bakışırlarken

tek bir gözün enerjisine sığınacaklar

yıldız gibi kıp kıp yanıp sönmesine.

Siyah bandın ardındaki yok gözleriyle

hep karanlığa sonsuzluğa yokluğa bakacaklar.

(…)

Hiçbir yere bakmayan bir gözle bakışamayız.

Karanlığın sağlı sollu hızına kapılamayız.

Yerin yedi kat dibinde

cep telefonlarımıza gömülürüz utancımızdan.

Ama Haziran 2013’te yüzümüzdeki

yalan yanlış hüznü bertaraf ettik.

“Hüzün ki” artık bize yakışmaz oldu sahteleşti.

Gerçek acı gerçek öfke gerçek sevinç

geldi oturdu gözlerimize.

Bu trenden metafordan yeraltından rüyadan

sokağa, sokağa çıkarken

senin içinde sevinçli bir iç boşalması

dolup dolup (↑) boşalması (↓) yok mu?

Uzungüneş, toplumsal alanda karşılaştığımız ve görünüşleriyle sıra dışı, yadırganan tiplerin, durun bir düşünün dercesine yaşamlarına, yaşamlarındaki dramatik, trajik ayrıntıya çekiyor dikkatleri.

Okuru, fiziksel görünüşteki sıra dışılığın, ürpertici işaretlerin birtakım olayların kara kutusu da olabileceğine ilişkin düşünmeye yöneltiyor. “Otobüste Peruklu Adam” başlıklı şiirden bir bölüm paylaşalım:

Elini saçına (peruğuna) götüremez.

Camdan geçen horona dalıp gidemez.

“Camgöz”ün “köse”nin “öteki”nin

yıllar önceki “dört dilsiz”in “albino”nun

ruh arkadaşı, “deli cafer ismail tayfur ve şaşı”.

İçi kıpır kıpır eder ama edemez. Eder ama edemez.

Biz bu otobüste kelliğiyle barışamayan

peruğunu rüzgâra salamayan adamın tarafındayız.

Bırakamayan (→) değil, salamayan (↑).

Kendini bir sözcük seçiminde bile rahat bırakamayan

adamın tarafındayız. Hepimiz perukluyuz

bir şekilde perukluyuz makyajlıyız protezliyiz.

Geniş zamana doğru dağılan geniş zamanda eriyen

bu şimdiki zaman otobüsündeyiz.

Peruklu bir adam kendine yabancıdır.

Peruklu bir adam kolay ağlayamaz gülemez.

Ama hepimiz en az onun kadar kendimize yabancıyız

camdan akan horona şimdiki zamana yabancıyız

gözlerimizi kaçırırız ama o ha bire ısrarla bize bakar

Şiirleri okumaya başlayınca yarım bırakarak kesmek sahiden zor, hatta imkânsız; o nedenle alıntılar biraz uzun oluyor…

'ŞİİRLER ÜÇ ARA BAŞLIKTA TOPLANIYOR'

“Sessizlik Korkusu”nda şiirler üç ara başlık altında gruplanıyor. “Karşılaşmalar” adlı ilk gruptaki şiirlerde olduğu gibi “Sonsuz Şimdi” ve “Yabancılama” başlığı altında yer alan şiirlerde de değişik boyutlarıyla zamanın izi sürülüyor. “Sonsuz Şimdi” ara başlığı altında yer alan şiirlerde zaman, an ve sonsuzluk merceğinden; varlık ve varoluş da yaşam ve ölüm perspektifinden irdeleniyor.

Geçmiş, gelenek, miras sorununa temas eden “Ebru” başlıklı şiirden bir bölüm okuyalım:

hayalet bir geleneğin o hayale kefil olması;

öd renkleri tutacak, nefesleri tutacak teknedeki su

elbet korkumuzdur bu, an ile sonsuzluk karşısında.

“Bir katre alevdir bu karanfil”, o imkânsız güzellik

titriyor işte suda, nefisleri tutmuş o tevazu geleneği

üslûbun cazibesine teslim olmasın, ama

hızla âna çalışırken sonsuzluk bekler pusuda.

Anday’a ait “Akan Zaman Duran Zaman” tabiri bir kitap adı olmaktan daha fazla anlam kazanmış, geçen süreçte adeta deyimleşmiştir.

'UZUNGÜNEŞ'İN ZAMAN DÜŞÜNCESİ SORGULUYOR, TARTIŞIYOR'

Cem Uzungüneş zamana ardışık olarak akan ya da geçen bir süre, süreç gibi baktığında Melih Cevdet Anday’ın şiirlerindeki düşünceye, daha doğrusu “Aydınlanmacı” anlayışa yaklaşsa da orda kalmıyor. Daha doğrusu orda kalmak istemiyor. Galiba esas olan da bu aşma isteği. Uzungüneş’in zaman düşüncesi sabit değil; soruyor, sorguluyor, tartışıyor. Ardışık zaman, döngüsel zaman, nesnel zaman, eşzamanlılık gibi değişik tasarımlar üzerinden arayışa giriyor.

'UZUNGÜNEŞ'İN SONSUZLUK ALGISI'

“Sessizlik Korkusu”nun “titrek” zaman bilincinde, ön plana çıkan bir de sonsuzluk algısı var. Cem Uzungüneş’in sonsuzluk algısı. kendisi her ne kadar döngüsel zamana inandığını söylese de bu anlayışı dışarıda bırakıyor. Ayrıca zamanın şimdide parçalanarak ana, anıya, ize, ağrıya, yaraya, ürküntüye, hatta korkuya dönüşmesi daha çok sonsuzlukla ilgili gibi. Kitaba adını veren “Sessizlik Korkusu”nu da bu bağlamda düşünmek mümkün görünüyor.

“Sessizlik Korkusu” ölüm korkusuna ya da kaygısına işaret ediyor, ama aynı zamanda yaşantı nedir sorusuna da yanıt arıyor. Yaşantıyı sorguluyor, çünkü şair bir yandan da yaşlanmayı anlamaya çalışıyor… Bir başka açıdan bakarak “Sessizlik Korkusu” için sessizliğe (ki bu elbette ölümün sessizliği), ama daha önce yaşlılığa alışma. alıştırma kitabı da denilebilir. Şu dizeler “Arzusuzluk” başlıklı şiirden:

Havalan varoluş yerden yüksekte biraz.

Gelgelelim her an her saniye var olmak

katlanılır şey değil. Kısa kısa ölümler

gerek bize kış uykuları değil

'ANILAR YAN YANA DİZİLEREK GEÇİLİYOR'

Şair, zamanın değişik kesitleri arasında, gezintiye çıkıyor. Değişik zaman ve yaşantı dilimlerinin birinden diğerine anılar, deneyimler üst üste yığmadan, yan yana dizilerek geçiliyor. Şu bölüm “Caz Bar” başlıklı şiirden:

Bir caz bardayız buradayız kırılgan geçmişin kristal

anlarındayız. Hep-bir-ağızdan şarkı söylerken

gözlerimizi açınca şarkının dışına savrulmak

korkusuyla birbirini arıyor (buluyor) gözlerimiz.

Yaşlandıkça güzelleşenin yüzüne dikkatli bak

içinden şarkı söyler gibidir onun yüzü.

Cem Uzungüneş, geçen yüzyılın ünlü düşünürlerinden Alman felsefeci  Martin Heidegger’le birlikte konuşulan, tartışılan modern çağın ve felsefenin temel, bir o kadar da çetrefil konularından biri olan varlık, varoluş, zaman sorunsalını deyim yerindeyse felsefenin alanından, dilinden alıp şiirin diline çeviriyor, şiirin evine getiriyor. Öyle ki “Sessizlik Korkusu”nu bu taşıma sürecine ilişkin deneyimin aktarımı olarak da okumak mümkün… “Rüya Rüya İçinde” başlıklı şiirden bir bölüm okuyalım:

Selelerde zeytin, ceviz, incir, üzüm

taze daha. Kalabalıkta tanıdık bir yüz arıyorum.

Gölgem önüme çapraz düşüyor vakit akşam.

Bir yabancılık duygusu yürüyor yanımda gölgem gibi.

Buraya başka bir çağdan gelmişim gibi

üstümde kaçamak bakışlar seziyorum.

İri yarı birini Melih Cevdet’e benzetiyorum

'GEÇMİŞ ŞİİRLEŞİYOR'

Geçmiş de, şimdi ve gelecek de geniş zaman kipi içerisinde bir düşünüş ve duyuşla şiirleşiyor. O nedenle yaşantının, deneyimin maddi verisi, edimi olan geçmişi geçmiş olarak değil, şimdiki ve gelecek zaman pazılında tamamlayıcı bir parça olarak okuyoruz.

'YAŞAMI VE ÖLÜMÜ ŞİİRİN DİLİNE AKTARIYOR'

Uzungüneş, yaşamı ölümü, zamanı, sonsuzluğu soyut kavramlar olarak değil, somut olaylar ve olgular üzerinden şiirin diline aktarıyor. Felsefenin en çetrefil sorunlarından birine odaklanırken son derece özenli, ölçülü ve oldukça da cesur bir yaklaşımla, şiiri ihmal etmeden, girişiminin altından kalkıyor. Üstelik özgün, yenilikçi bir anlayışla ve modern Türkçe şiire de katkı sağlayarak, açılım kazandırarak üstesinden geliyor ele aldığı sorunun.

Altı çizilmesi gereken bir başka nokta da Cem Uzungüneş, şiir adına risk alsa da şairaneliğe ödün vermiyor. Oysa şairaneliğin yaşı yok. Ergen şiirinde de, ergin şiirde sık karşılaşılan bir durum.

Şiiri okuyup yorumlarken en iyi kılavuz şiirin sesi ve sözü olduğunu biliyoruz. Onun için yorumcu ne söylerse söylesin asıl söz sahibi her zaman şiirdir. Öyleyse bir şiir daha okuyalım. Alıntımız “Bana Benzemeyen” başlıklı şiirden:

Kendin ol” deyip durma bana

tam kusursuz eksiksiz kendim olamam.

Kendiliğime biat edemem hep kendi olanlardan

kendinden emin olanlardan ödüm kopar.

Kendime yabancı olmasam sana çok benzeyeceğim.

Ama lütfen kimse kimseye çok benzemesin.

Ölümün kesinliği hani, bak kaç saniye daha geçti.

Aynı olan hep aynı olan ölü değil mi?

Ama kimsin sen kravatlı mısın nişanlı mısın?

Kimsin sen parmaklarını saçında gezdirirken?

Kimsin sen bana çok benzerken az benzerken?

Kimsin sen ölümden korkarken?

'ŞİİRE ERİŞMİŞ BİR ŞAİR'

“Sessizlik Korkusu” ergin bir kitap olarak dikkate değer. Çok sayıda ergenlik şiirleri okuduğumuz dönemde, şiire erişmiş bir şairin, kitap olmanın bütünlüğü ve tamlığı içinde erginlik dönemi verimlerini okumayı son derece önemli buluyoruz. Şiirlerden bir örnek daha okuyalım. Alnıtı “Karaağaç” adlı şiirden:

Bir şey olurken sessizlik olmaz

hiçbir şey olmazken gelir oturur.

Sessizlik başlamaz, eksi sonsuzdan beridir

buradabu s e s s i z l i k.

Biz de indik otobüsten, sessizlik çoğaldı

etrafa yayıldı. Sessizliğe söyleyecek sözüm yok.

Ne söylenir sessizliğe? Bozkıra doğru

(...)

Beton bitti toprak başladı. Sessizlik üstüme yığıldı.

“Üstümüze” aslında ama herkes fark etmedi.

(Kırmızılı kadın, siyahlı kadın, duran adam

(sessiz ağaçlardı önce, ama herkes fark etmedi.)

300 metre ötede, tepede tek bir karaağaç

korkunç sessiz korkunç yalnız bir karaağaç.

'YAZAR OKURU BİR ZAMAN TÜNELİNE YÖNLENDİRİYOR'

Cem Uzungüneş değişik tema, konu ve izleklerle okuru adeta bir zaman tüneline yönlendiriyor. Ama kendisi de okurla birlikte giriyor o tünele. Geçmişin birtakım anıları anımsanıyor. Ya da yeniden canlandırılıyor, yaşanıyor. Ama bu, tekrarın, bir tekrar olduğu bilinciyle gerçekleşen bir anımsama. Yani anımsama sürecinde zamanın oluşturduğu mesafe varlığını koruyor. Kitaba adını veren “Sessizlik Korkusu” başlıklı şiirden yine uzun bir alıntı aktaracağız:

Yoktuk biz (sessizdik). Bir sessizlikten doğduk.

Her şey sessizlikten doğdu

şu hacimli, cüsseli, etli sessizlikten.

Bak şu dalgasız koy, şimdide durmuş.

Hiç birimiz yokkende durmuş.

Şimdide ≤ (küçük eşit) sonsuzlukta durmuş.

Sadeleştirelim: Sonsuzluk = sonsuz şimdiki zaman.

Sessizliğin hiç acelesi yok

bu böyle çıldırtıcı bir telâşsızlık.

Aslında bunları sen yanımdaymışsın gibi

(seninle konuşur gibi) söylüyorum.

Senin sessiz güneşli çilli yüzüne

içimden söyler gibi söylüyorum.

Sessizlik bir sağıra bağırması dağın taşın kâinatın.

Sessizliğe çok borcumuz var

biz bir sessizlikten doğduk

s sesi bile yoktu h sesi bile yoktu o sessizlikten

şu hacimli, cüsseli, etli sessizlikten

Fransız düşünür Emmanuel Levinas, “Ölüm ve Zaman” adlı kitabında  “Sorgulama halinde varlık, aynı zamanda bir kendilik meselesidir” diyor. Cem Uzungüneş de varlığa ve zamana kendini sorunsallaştırarak bakarken pencereyi büyütebildiği kadar büyük, açıyı genişletebildiği kadar geniş tutmuş.

'BİLDİĞİNİ BİLDİĞİ KADARIYLA KONUŞUYOR'

Kitapta yer alan şiirlerde dile getirilen her şey öncelikle kişisel. Şair bildiğini, bildiği kadarıyla konuşmayı yeğliyor. Kendilik bilinciyle konuşuyor da diyebiliriz. Şiirin diliyle anlamaya çalıştığı her soruyu kendisine sorup yanıtlamaya çalışıyor. Kısaca Cem Uzungüneş kendinden, kendi yaşamından söz ediyor. Bunu da konuyu çetrefilleştirmeden yapıyor. Sözü dolaştırmadan, kaçamak yapmadan konuşuyor kendisiyle. Üstelik Uzungüneş öyle bir şair marifeti gösteriyor ki şiirlerin sözünü, kişisel olanın aynı zamanda toplumsal olduğundan kimsenin şüphesi kalmayacak, tartışmaya yer bırakmayacak biçimde bağlıyor. Alıntıladığımız şu bölüm, “Masal” başlıklı şiirden:

Öbür sokakta yoksun öbür sokak masal

sen yoksan dünya masal.

Ama varsın bu sokaktasın

bu sokakta duvarda tek yol devrim

yazıyor barış yazıyor, geçerken arada bak

gülümse hiç olmazsa o ütopyaya.

Sonsuzluk karşısında duyulan ürpertiyle birlikte yaşamak ve yaşlanmak bir soruya nasıl dönüştürülür ve yanıtı aranır? Cem Uzungüneş bu konuda da şiirlerinde derli toplu ve de etkili bir karşılık sunuyor. Yaşlanmayı Gülten Akın sonra işte yaşlandım adıyla yayımlanan kitabında sorun olarak irdelemiş ve şiirleştirmişti. Gülten Akın’ı da kitabından bir betikle selamlayalım:

susup bekleyerek yaşlanıyordu

şeylerin uğultusu arasında

içi ağırlaştıkça rüzgara çıkıyor

siliyordu kendini durma

'YAŞLANMA SORUNUNA SONSUZLUKLA YAKLAŞIYOR'

Cem Uzungüneş yaşlanma sorununa zaman ve sonsuzluk açısından yaklaşıyor. Alıntımız “Mutluluk Hormonu” başlıklı şiirden:

Zaman tene dokununca ten buruşurdu.

Utanmasam buruşmanın (zamandan)

boşalma olduğunu söyleyeceğim.

Ölüm endişesidir müstehcen olan

yaşamak şehveti değil.

Düşünsene yaşlanmışsın ama aynada

kendine duyduğun aşktan

titriyorsun Narkisos.

Akan zaman yaşlandıkça güzelleşen

bir kadın / bir adam. Geçmiş gitmiş o geçmiş

uzaklaştıkça güzelleşiyor namussuz.

Geçmiş ama gitmemiş namussuz.

Akan zaman akmaz olsun

diyemeyiz akmazsa güzelleşmez

erimezse içimizdeki şeker.

“Sessizlik Korkusu” kolayca tüketilemeyen, hatta hiç tüketilemeyecek gibi bir kitap bile diyebiliriz. Bu özelliğiyle okurun uzun süre elinin altında tutacağını tahmin etmek zor değil.

'SON ŞİİR KİTABIN ZİRVESİ'

Kitapta yer alan son şiir aynı zamanda kitabın zirvesini oluşturuyor diyebiliriz. Deyim yerindeyse kitap zirvede, öyleyse sonsuzluğun başladığı eşikte bitiyor.

Bitiyor, sözün gelişi. Aslında bitmiyor… Çünkü bitecek gibi değil, kitap varlığını ve varoluşunu sessizce sonsuzluğa bırakıyor. Bu da Uzungüneş’in bundan sonra yazacaklarına yönelik merakı kışkırtıcı bir durum. Son alıntımız “Rüzgârda Zeytin Ağaçları” başlıklı şiirden:

Virajlarda peşime yılankavi bir karanlık takılıyor

dikiz aynasına göz ucuyla bile bakamıyorum tövbe.

Radyoda Şostakoviç, 2. Vals*, ay yok.

Kısa farlar zeytin ağaçlarına değiyor. Değmek.

Solda Bafa gölü ışıldamıyor sular karanlık tövbe

sağdan üstüme dağ yıkılıp geliyor ama-n

ağaçlar tutuyor dağı

(sağda) yan koltukta bir yokluk oturuyor.

“Sessizlik Korkusu”yla modern Türkçe şiir önemli bir kitap daha kazandı diyebiliriz. Okurun dikkatine…