Ahmet Hamdi Tanpınar çok üzülürdü bu yangına

Geçtiğimiz günlerde Notre Dame katedrali herkesin konuştuğu bir konu oldu. Tarih bize, olay yaşandıktan sonra dostun dostluğunu, düşmanın düşmanlığını gösterdikten sonra edebiyatçıların bir köşede yas tuttuğunu göstermiştir. Yıllar önce Notre Dame'a hayranlığını dile getiren Ahmet Hamdi Tanpınar, yaşanan yangında yas tutanların başında yer almaktadır. Notre Dame bir şiirin mısraları arasında hep var olacak ama yangınıyla var olacak...

Google Haberlere Abone ol

Pek az şâir yaşadığı şehre Baudelaire kadar tasarruf etmiştir. Seine nehri hâlâ onun anlattığı gibi akıyor; can sıkıntısı zaman zaman insanı onun duyduğu gibi yokluyor ve muzlim ufuklara çekiyor... Muhakkak ki keskin dikkati ile şehri yakalamış ve ona kendi azabından bir şeyler geçirmiş. Şurası da var ki, Paris’in ve insan şartlarının çok derinden değiştiği bir zamanda gelmişti ve nefsine karşı hiçbir muvazaayı kabul etmeyecek kadar zalimdi. Baudelaire’in öldüğü günlerde bizim Tanzimatçılar, Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa Paris’te idiler. Fakat hiçbiri ondan bahsetmez. Zira Tanzimat neden bahseder ki? Onlar Avrupa’yı başları sıkıldıkça uğranılan attar dükkânı gibi bir şey sanıyorlar, alacaklarını aldıktan sonra çabucak kapıyı kapatıyorlardı. Ne çıkar, hâlâ Garp’tan bahsetmeyi kendimize ihanet sayıyoruz. Halbuki o devirde Avrupa’dan bahseden tek bir kitap, bütün o üstünkörü terkip ve adaptasyonlardan ne kadar fazla yolumuzu kısaltırdı.

Ahmet Hamdi Tanpınar, Yaşadığım Gibi, “Notre-Dame’dan Başıboş Düşünceler” (2000: 259-260)

Halil Ecer

Öyle ya! Her yangın kendi acısını sahibine bağışlar. Paris’teki Notre Dame Katedrali geçen günlerin gündem konusuydu. Gazeteler, haber bültenleri ve politikacıların ağzından düşüremediği bir olay olmuştu. Elbette üzerinde çokça konuşulması gereken bir olaydı. Herkes konuştu üzerine; Eyfel Kulesi'nin ayağında dilenen yaşlı ihtiyardan, holdingleri yöneten milyarderlere kadar herkes konuştu. Bir yerde eğer kötü bir olay yaşanırsa önce politikacılar konuşur. Eğer söz konusu olaya muhalif ise haklılığından dem vurur. Eğer hükümette birileri ise ve sorumluluk onlara ait ise kendilerini aklamaya çalışırlar. Sonra kötü olaydan etkilenen insanlar yaralarını sarmaya çalışırlar ve ağıtlar ile acılarını hafifletmek için yüreklerinde olanı söylerler. Daha sonra eğer kötü olan olay mekan üzerinde gerçekleşmiş ise kent plancıları ve mimarlar olaya el atarlar. Eğer toplumsal bir yara ise sosyoloji disiplini teoriler ortaya atar ve karar alıcıları etkilemeye çalışırlar. Eğer suç-ceza bağlamında bir durum ise hukukçular mevzuatı karıştırır. Eğer birey üzerinde etkiler bırakmış ise psikoloji disiplini sahneye çıkar. Sonrasında ressamlar acıyı resmetmek için birbirleri ile yarışa tutuşurlar. Olayın niteliğine göre bu örnekler uzadıkça uzar.

'OLAYLAR YAŞANIR, EDEBİYATÇILAR BİR KÖŞEDE YAS TUTAR'

Peki, edebi yönü ağır basanlar olayların neresinde olur? Tarih bize bir şeyi gösterdi; olaylar yaşanır dost dostluğunu, düşman düşmanlığını ortaya koyduktan sonra edebiyatçılar bir köşede yas tutar. Çünkü edebi yazıların ve yazarların çok olduğu toplumlar yası dinmeyen toplumlardır. Edebiyatçının toplumu insan kavminin tamamı ise yeryüzünde yaşanan her olay ile haşir neşir olmak zorundadır. Notre Dame yangınında yas tutanların başında Ahmet Hamdi Tanpınar durmaktadır. Yıllar önce Paris hatıralarında bu eşsiz yapıya olan hayranlığını dile getirmiştir. Ahmet Hamdi’nin Yaşadığım Gibi kitabında bir bölümün Paris’e ayrılması bize buraya verdiği değerin boyutunu göstermektedir. Fakat bu yangın bize başka şeyleri göstermesi bakımından daha da önemli hale gelmektedir. Notre Dame ateşin düştüğü yeri değil birçok yeri yaktığını gösterdi. Bu ateşin bir kıvılcımı siyasete bir kıvılcımı kente bir kıvılcımın topluma geri kalanın ise edebiyata düştüğünün resmidir. Bunun farkında olan Fransız yazar Ollivier Pourriol yangın sonrası toplanan bağışlara atıfta bulunarak “Victor Hugo remercie tous les généreux donateurs prêts à sauver Notre-Dame de Paris et leur propose de faire la même chose avec Les Misérables.” Yani Pelin Cengiz’inde köşesine taşıdığı gibi; “Victor Hugo, Notre Dame bağışçılarına teşekkür eder, aynı ilgiyi Sefiller için de bekler.”

'EDEBİYAT, ÖLÜMSÜZLÜK KAVRAMININ EN ÇOK KULLANILDIĞI ALANDIR'

Bu yüzden kötü bir olay yaşanıldığında edebiyatçıları bekleyin, bakınız onlar unutmazlar. Politikacılar yangını çoktan unuttu, muhalifler olay üzerinden iktidara yeterince yüklendiler. Bundan sonra onlar belki de bir daha anmayacaklar. Belki yıldönümünde siyah bir çelenk ile belirecekler. Emin olun o günü dahi hatırlamayacak, danışmanları tarafından uyarılacaklar. Fakat edebiyatçılar usul usul yazmaya devam edecektir. Betimlemeleri ile yüzlerce yıl sonrasına aktaracaklar, yüzlerce yıl sonrasında başka bir edebiyatçı yazılanlardan etkilenip kendisi yazmaya başlayıncaya kadar sürecek bu durum. Yani hep var olacak. Bu yüzdendir ölümsüzlük kavramının en çok kullanıldığı alandır edebiyat. Notre Dame bir şiirin mısraları arasında hep var olacak ama yangınıyla var olacak. Çünkü edebi eserler acı ile mutluluğun ayrımını hiçbir zaman yapmadı. Bundan dolayı kulağınızı yangından mutluluk yaratmaya çalışanların söylediklerine kapatın.

Öldüğü halde Notre Dame yangınına en çok üzülen Ahmet Hamdi oldu. Çünkü o henüz felaket yaşanmadığı halde oraya duyduğu sevgiyi anarak hüzünlenmişti. Orası henüz yerindeyken bir gün ondan ayrılacağını düşündüğü için hüzünlenmişti. O Paris’in en çok katedrale bakan tarafını seviyordu. Ve artık orası yok. Ahmet Hamdi’nin Paris hasretini dindirmek için Charles Baudelaire sisini yükseltecektir:

’Her zaman sarhoş olmalı. Her şey bunda: tek sorun bu. Omuzlarınızı ezen, sizi toprağa doğru çeken zamanın korkunç ağırlığını duymamak için, durmamacasına sarhoş olmalısınız, ama neyle? Şarapla, şiirle ya da erdemle nasıl isterseniz. Ama sarhoş olun. Ve bazı bazı, bir sarayın basamakları, bir hendeğin yeşil otları üzerinde, odanızın donuk yalnızlığı içinde sarhoşluğunuz azalmış ya da büsbütün geçmiş bir durumda uyanırsanız sorun yele, dalgaya, yıldıza, kuşa, saate sorun her kaçan şeye, inleyen yuvarlanan, şakıyan, konuşan her şeye sorun, saat kaç deyin. Yel, dalga, yıldız, kuş, saat hemen cevap verecektir karşılığını: sarhoş olma saatidir… Zamanın inim inim inleyen köleleri olmamak için sarhoş olun. Durmamacasına! Şarapla, şiirle ya da erdemle, nasıl isterseniz.’’ Charles Baudelaire / Paris Sıkıntısı