Betül Tarıman'dan ret şiirleri

Betül Tarıman'ın yeni şiir kitabı 'Maksatlı Makastar' Yapı Kredi Yayınları etiketiyle okuruyla buluştu. Tarıman kitapta; isimleri, dağları, varlığı, yokluğu, insanın bireysel oluşunu, çevresini ve toplumsal ilişkileri irdeliyor. Kitapta, insanın içinde bulunduğu krize, durumun hiç de iç açıcı olmadığı bu süreçte bir karar vermeye, tavır almaya neden zorunlu olduğuna da işaret ediliyor...

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Şiirlerini yayımlamaya başladığı 1990’lardan itibaren dikkat çekmiş ve modern Türkçe şiirde kendine yer edinmiş, yeni yapıtlarıyla yerini sağlamlaştırmış bir şair Betül Tarıman (d. 1962).

İlk şiiri Ağustos 1992 tarihli Kıyı dergisinde çıkan şairin daha önce yayımlanmış şiir kitapları sırasıyla şöyle: “Ay Soloları” (1995), “Üzgündü Kırlar” (1996), “Kardan Harfler” (2000), “Güle Gece Yorumları” (2002), “Yol İnsanları” (2004), “Kar Merdiveni” (2007), “Ağır Tören” (2009), “Hadde: Toplu Şiirler ve Melvin’e Giden Yol” (2012), “Rüzgârın Azabı” (2015). Tarıman’ın “Yol İnsanları” kitabıyla 2005 Behçet Necatigil Şiir Ödülü’nü aldığını da kaydedelim.

Betül Tarıman

Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan “Maksatlı Makastar” şairin okurla buluşan yeni kitabı. “Makaslı Makastar” beş bölümden oluşan bir toplam. İsimlerin, dağların, doğanın, varlığın, yokluğun, olmanın ve var olmanın, varoluşun sorun edildiği, insanın bireysel oluşunun, çevresinin ve toplumsal ilişkilerinin irdelendiği bir kitap “Makaslı Makastar”. Ama aynı zamanda bir ret, hatta rest şiirleri toplamı olarak da tanımlanabilir.

Doksanlardan itibaren şiir okuma yönteminde bir açılım gerçekleşti ve “yorumlayıcı okumanın” yerini “üretici okuma” almaya başladı diyebiliriz. Okur şairin çizdiği çerçeveyi aşarak kulak verdi şiirin sesine. “Üretici okuma” bir bakıma şiir okurunu özgürleştirici bir deneyim sağladı. Şiirde de metnin sesi esas alınmaya başlandı. Okuma yöntemindeki değişim, şiir beğenisi ve yargısında da yenilik getirdi.

'ÜRETİCİ OKUMA ŞİİR OKURUNU ÖZGÜRLEŞTİRDİ'

Okuma deneyiminin değişmesi, yeni bir tarz olarak “üretici okumanın” gelişmesi, şiirin algısını da etkiledi. İkinci Yeni şiirine doksanlı yıllardan sonra ilginin daha da artmasını, okur çevresinin genişlemesini bu bağlamda düşünebiliriz. “Üretici okumayla” yapıtta, şairin söyledikleri kadar söylemediklerinin de dikkate alınması önemli oldu. Sayfada metinle birlikte yer alan boşlukların da dahil edilmesi gibi şiire etkisi olabilecek her öğenin okuma etkinliğine katılması benimsendi. “Üretici okuma” şiir okurunu özgürleştirdi. Okurun şairle değil, şiirle ilişki kurmasını, doğrudan iletişim oluşturmasını sağladı.

'ŞİİR ÜRETİCİ OKUMAYLA BİR DEĞER KAZANDI'

Bu dönemden sonra şiirde çağrışımın öneminin daha da arttığını söyleyebiliriz. Doksanlı yıllardan sonra yazılan şiirde çağrışım, hiç olmadığı kadar önemli oldu ve “üretici okumayla” da karşılığını buldu. Şiirle okur arasındaki iletişim ve yapıta içkin çağrışım genişliği “üretici okumayla” açığa çıktı ve bir değer kazandı. Okura özgürlük sağlayan “üretici okuma” yöntemini etkin okuma ya da katılımcı okuma olarak da tanımlamak mümkündür.

“Üretici okuma” özgürleştirici bir etkinlik olarak şiirle okur arasında konuşlanan şairi etkisiz bıraktı. Okur, şairin çizdiği sınırları aşarak şiirin duygusunu, düşüncesini, duyarlılığını daha geniş bir alanda aramaya yöneldi.

'MAKSATLI MAKASTAR'IN SESİ'

Maksatlı Makastar, Betül Tarıman, 108 syf., Yapı Kredi Yayınları, 2019.

“Masatlı Makastar”ın sesini duyarak ve çağrışımlarını açımlayarak, içerdiği şiirleri üretici bir dikkatle okumaya çalıştık. Elbette önce kitabın adından “Maksatlı Makastar”ın “maksat”ından, ama ille de “makastar”dan başlayarak işe koyulduk…

Önce “maksat”ın ve “makastar”ın sözlük anlamlarına baktık. Maksat: İstenilen şey, amaç, gaye, erek. Makastar, melez bir sözcük. Yarı Arapça, yarı Farsça. Anlamı; kumaş biçen, prova yapan, parçaları patrona göre ayarlayan, iş dağıtımını yapan usta, makasçı.

'ŞİİR KİTAPLARINDA İSİM OKURA KILAVUZLUK EDER'

Şiir kitaplarında isim, genellikle okura kılavuzluk eder. Tarıman’ın son kitabında da bunun değişmediğini söyleyebiliriz.

“Maksatlı Makastar”ın beş bölümden oluşmasının bir maksadının olup olmadığı sorusu geliyor akla. Şimdilik, bu sorunun yanıtının şiirlerde olduğunu belirtmekle yetinelim.

Kitabın ilk bölümünde ortak başlık yok, ama şiirlerin izlek, tema, konu yönünden bir iç bağ kurduğunu görüyoruz. Bu bölümdeki şiirler için bir “isim galerisi” ya da “karakter albümü” gibi diyebiliriz. Şair gelişigüzel seçilmiş, hatta uydurulmuş isimler kullanarak yaşamında uzakta ya da yakınında yer almış kişilerle olan ilişkisini, deneyimini, anılarını, gözlemlerini aktarıyor. Ayrıntıda olanı, saklı tutulanı, altlarda kalmışı, geri atılmışı bulup çıkararak işaretliyor ve görünür hale getiriyor. İsimler gerçek mi, gelişigüzel mi seçilmiş; yoksa büsbütün uydurma mı gibi sorular anlamsızlaşıyor. Çünkü şiirin aktardığı duygu, düşünce ve duyarlılık bu bölümde yer alan on dört ismin gerçek olup olmamasını önemsizleştiriyor. Ancak bazı isimler, çağrışımı kışkırtarak gerçeğine yönlendiriyor ve okura yeni bir ufuk açıyor. “Hilbegard” ismi ve bu başlık altında yer alan şiirde olduğu gibi. Şiirdeki “Hilbegard” uydurma bir isim. Ama sanki gerçeği de olan ve gerçeğini de çağrıştıran bir isim, şiir öyle okunuyor çünkü. “Hilbegard”ın çağrıştırdığı ismin gerçeğinin, bazı kaynaklarda bir ortaçağ feministi olarak tanımlanan Hildegard von Bingen olduğunu düşünmemize şiirde hiçbir engel yok. Daha yaygın adıyla Azize Bingenli Hildegard. Ortaçağ Avrupası’nın en tanınmış kadın şahsiyetlerinden birisi olan yazar, besteci, alfabe mucidi, filozof. Azize Bingenli Hildegard, birçok alanda eser vermiş; bitkileri, hayvanları, doğadaki canlı-cansız varlıkları konu alan kitabıyla tarihin ilk kadın doğa bilimcilerinden birisi olmuştur. Ortaçağın önemli bestecilerindendir. Ayrıca Lingua Ignota adlı bir alfabe geliştirmiştir.

Tarıman’ın uydurma isimle şiire aktardığı karakterle tarihin derinliklerinden çağrıştırdığı gerçek kişi arasında bağlantı kuracak açık bir ipucu yok. Ancak “üretici okuma” deneyimi ve çağrışım bu imkânı sağlıyor. “Hilbegard” başlıklı şiirden bir bölüm okuyalım:

ikinin içinde biri var

birin içinde hill bekartı

hilbegard bunu bilmez

uyandırır onu içindeki korku

hilbegard çok değişik

biraz da endişeli

harflerden bir at yapmış

dolaşıyor her gün atlası

iki hafta oldu

hilbegard çok çizgili

nedir onu zorlayan

koridorları var koridorlar içinde

bahçeleri bahçeleri içinde

itiraf etmek gerekirse

hilbegard çok deli

Başlıksız ilk bölümden sonra gelen “Davetsizler” başlıklı ikinci bölümde yer alan şiirlerde de isimler çıkıyor karşımıza.

'ŞAİRİN OKURU GEZMEYE ÇAĞIRDIĞI O DAĞLAR'

Bu bölümdeki şiirlerde; temsili olarak seçilen isimler aracılığıyla şairin yaşantısında önemli olmuş, iz bırakmış, değerli gördüğü, saygın bulduğu kimi kişileri kahramanlaştırma, yüceltip kutsallaştırarak ölümsüzleştirme isteğinin dile getirildiğini söyleyebiliriz. “Davetsizler” bölümünde yer alan sekiz şiirin dördünde şairin isimlendirdiği dağ sözcüğünün geçmesi dikkat çekiyor. Dağ dizisine, bölümün girişindeki alınlığı da ekleyebiliriz. Ayrıca diğer dört şiirin birinde dağlar, bir diğerinde de tepe sözcüğü bulunuyor. Şairin “gezdiği, gezindiği” ve okuru da gezmeye çağırdığı o dağlar şiirlerde “naçar dağı”, “koro dağı”, “peh dağı”, “limna dağı”, “adı hu olan bir tepede”, “ey dağı”, “dağların ardı” biçiminde yer alıyor.

Diyebiliriz ki dağ metaforuyla yücelik, kutsallık, ölümsüzlük gibi değerleri imlenip işaretlenmek istenmiştir. Ayrıca bu bölümde yer alan şiirlerde müdahalesizliği, biçim, kurgu gibi amaçlarla el sürülmemişliği, işlenmemişliği, doğaya yabancılaşmamışlığı düşündüren yaklaşım da dikkat çekiyor. Şairin insanın doğadan kopmadığı ve artık kaybedilmiş bir “altın çağ”a inandığını da söyleyebiliriz. “Davetsizler” bölümünü başlatan isimsiz şiiri paylaşalım:

naçar dağı'nda sis vardı kimse kimsesini görmüyordu

kimsenin kimsesi yoktu

burada öleceğim dedi öldü

ölüden sonra evi gömmeye gittik

bilinsin istedik isim koyduk kuşak kurda

İnsanın doğayla kurduğu ilişkinin çözümlenmesi, varlığın ve varoluşun anlamlandırılmasına yönelik arayışı, modernizmin başından itibaren olduğu gibi bugün için de uygarlığın huzursuz ettiği şairin, belli başlı meselesi olmayı sürdürüyor.

'İNSANIN DOĞAYLA İLİŞKİSİNDEKİ BARBARLIK'

Betül Tarıman, kitabın “Bağı Bozmak” başlıklı üçüncü bölümünde doğaya çıkıyor, belki de karışıyor demek daha doğru olacaktır. Ama bu bir dönüş değil. “Böcekler Alçaklık ve Bazı Şeyler” başlıklı kitabının adının da geçtiği düz yazı şiirde, insanın doğayla ilişkisindeki “barbarlık” sergileniyor. Ayrıntıya inilerek doğanın kendiliğinden kurduğu dengeden bir kesit sunuluyor. İnsan dışındaki canlı türlerinin yaşantısı gözlemleniyor. Şiirden bir bölüm aktaralım:

arı kovanına çomak soktu arının dansını

çiftleşmesini oturup dinlenmesini rüyadan

kendine bakmasını parmak şaklatmasını

bir bayrak altında değilse bile bir yaprağın

altında toplaşarak… sanki bir canavar

maksatlı makastar daha da bir avcı

mezbahada… onların da adları çocukları

akrabaları bazı sulara eğilmeleri ağaçlara

çıkmaları kokuları duyumsamalar hızlı

hızlı konuşmaları durup dinlenmeleri…

efsane olamayacağı kesin.

1. alçalıyoruz alçalıyoruz alça… çeneler hızla birbirine vuruyor

Tarıman’ın yüzünü doğaya dönmesi kitabın bu bölümüyle sınırlı değil. Doğa kitapta yer alan hemen hemen tüm şiirlerde şairin dilinin, imgelerinin, biçeminin, arzusunun, hatta biçiminin de bir parçası adeta. Şiirlerin sesi, sözü, rengi, kokusu alabildiğine bir doğa ve doğallık içinde. Bir başka deyişle şiirler doğadan kopuşun reddi olarak da okunabiliyor. Aşağıya aldığımız bölüm “Hoş Geldin Böcekleri” başlığını taşıyor:

1. kardeş bulutlarla yüzüyorum – ne güzel –

2. doğa ikramda bulunuyor – ben de –

3. adımı sildim dengedeyim – sil –

gidiyorum ağırlandığın bahçelere

'YAŞAM ÜZERİNE DÖNÜŞÜLÜYOR'

“Varlık” ve “yokluk” üzerine düşünmeye başlandığında ve bir soruya dönüştüğünde şairin kalbinin titrememesi, sözünün endişe ve tereddüt içermemesi mümkün mü? “Açlık Gibi Bir Şeydi” başlıklı bölümde, varlık ve yoklukla ilgili, tarihin ve deneyimin, aklın ve birikimin kadim sorusu sorularak ama mesele çetrefilleştirilmeden, en geniş anlamıyla “yaşam” üzerine düşünülüyor. Şiirleri okurken ve okuduktan sonra şiirin sorusuna ve düşünme deneyimine bigâne kalmak mümkün değil. Tam da metnin istediği gibi okur olarak biz de düşünmediysek düşünmeye, düşündüysek yeniden düşünmeye başlıyoruz varlık ve yokluk üzerine… Şiirler hüzünlü elbette; olmaz mı? Hangi umarsızlık hüzünlü değil ki dile getirilmesi öyle olması… “Arz Divanı” başlıklı şiirden tadımlık bir betik:

bir var’la kaldım

bir yok’la kaldım

açıldım susam

kapandım yara

bir esrarlı saflığa

çok defa aldandım

“Varlık” ve “yokluk” sorunu kadar insanın yakıcı bir başka meselesi de herhalde “olmak” ve “olmamak”tır. Nerede, nasıl sorulursa sorulsun, “olmak” ve “olmamak” sorusu genellikle bir kriz durumuna işaret eder. Aynı zamanda karar verilmesini, tavır alınmasını gerektiren bir sürecin en kritik anına.

Shakespeare’in, “Hamlet”te “To be or not to be” derken kalbinin atışlarının hızlanmamış olduğu söylenebilir mi? Bugün bile hâlâ bu tirat, etki gücünden hiçbir şey kaybetmemiş olarak çarpmıyor mu duygu, düşünce ve duyarlılık alanlarımıza? “Maksatlı Makastar”da, insanın içinde bulunduğu krize, olmak ve olmamak krizine, durumun hiç de iç açıcı olmadığı bu süreçte bir karar vermeye, tavır almaya neden zorunlu olduğuna da işaret ediliyor. Sorumluluğun gereği yerine getiriliyor da diyebiliriz. Kitapta, bölüm başlıkları altında birbirini takip edecek biçimde sıralanmış olsa da aslında iç içe geçmiş biçimde bir büyük meselenin irdelendiğini söylemek mümkün. Maksadı ne olursa olsun doğaya müdahale eden “makastar”ın dengeyi insan aleyhine bozmasının, bozmakta oluşunun yarattığı tahribat “Maksatlı Makastar”ın odağındaki “temel mesele” diyebiliriz. Öyleyse “makastar”ı artık “uygarlık süreci” ya da kapitalizm olarak okuyabiliriz.

'ŞİİR OKUYAN İÇİN VAR OLAN BİR METİNDİR'

Bu arada, “üretici okumanın” ayrıntıların dikkat çektiği, çağrışıma alan açan şiirlerde duyguyu derinleştiren, düşünceyi yoğunlaştıran, duyarlılığı genişleten yeni boyutlar açığa çıkardığını da söyleyelim. Yeri gelmişken “üretici okuma”nın, aşırı yorum değil bir okuma deneyimi, daha doğrusu yeniden üretme edimi olduğunu da vurgulayalım. Özetle, “üretici okumayı” aşırı yorumdan ayırmak için okurun şiire kendini katması, kendindekilerle katılması olarak tanımlayabiliriz. Şiir aynı zamanda dilinin, “tabula rasa” özelliğiyle şiirdir. Yani ancak okuyan için var olan bir metindir.

Okuyacağımız dizeler, kitabın “Portakal Kabukları ve Mandalinalar” başlıklı son bölümünde yer alan ve aynı adı taşıyan şiirden:

ol dedi

buradan ve yokluktan

çıkarılabilir şeyler varken

şey’in içimi oyması

içimi acıtandır

örneğin dünde kalmış terlik tekinin

kendini ele vermesi gibi

örtülemez acı da gülümsemeyle

var olmak buradan bakınca

portakal kabukları ve

mandalinalardır

soyulmuş uzatılmış incelikle

kederin yüreğimize sapması gibi

biridir bana bunu anlatan

duyurur bana kendini

sözler göğüs boşluğuna sarkarken

olmanın sancısı bu dünyada

meyve kuruları ve

dolap arkalaradır

yüz olmak başka bir şeydir

anlam yanarken küllükte

yüzden ilk kurtarılacak

sıcak bir yaz

eski bir rüyadır

“Makaslı Makastar”ın Betül Tarıman’ın şiir serüveninde yeni bir aşamaya işaret ettiğini söyleyebiliriz.

Okur için son sözümüzü ekleyelim; “Maksatlı Makastar” maksadı hasıl olmuş bir kitap…