İlkay Kara: Ahmet Kaya sol politik müzik geleneğini dönüştürerek devam ettirdi
Muhreç akademisyen İlkay Kara'nın kaleme aldığı “Bir Politik Anlatı Olarak Ahmet Kaya Şarkıları” yayımlandı. Kara, "Kaya’nın şarkıların politik bağlamında ele alırken, teoriyle pratiğin bir karşılaştırmasını sunuyor."Ahmet Kaya'nın Türkiye'deki sol politik müzik geleneğini dönüştürerek devam ettirdiğini düşünüyorum" dedi.
DUVAR - Barış İçin Akademisyenler’in “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisini imzaladığı için 1 Eylül 2016’da 672 sayılı KHK ile görevinden ihraç edilen İlkay Kara, doktora tezi “Bir Politik Anlatı Olarak Ahmet Kaya Şarkıları” kitap haline getirdi. İletişim Yayınları’ndan çıkan kitap, Kaya’nın şarkıların politik bağlamında ele alırken, teoriyle pratiğin bir karşılaştırmasını sunuyor.
Siyasal hareketlerin basın açıklaması ve duyurularıyla, politik şarkıların duygusal seslenişi arasındaki ilişkiyi Kaya’nın müzik kariyerinin dönemsel koşullarıyla ilişkilendirerek açıklayan İlkay Kara, şarkıların alt okumasını da okura sunuyor. Kara ile Ahmet Kaya’nın Türkiye devrimci müziğinde temsil ettiği geleneği irdeleyen çalışmasını konuştuk.
KHK ile akademiden uzaklaştırılan “sakıncalı” bir kişinin, resmi ideoloji için “sakıncalı” görünen bir sanatçı üzerine tez yazması, tarihsel bağlamda ne söylüyor sizce? Bu durumu nasıl yorumluyorsunuz?
Her şeyden önce ben bu tezi yazmaya başladığımda bir KHK'lı değildim. Henüz KHK ile meslekten ihraç diye bir mesele Türkiye'de siyasal hayata girmemişti ve buna sebebiyet veren politik durum da açığa çıkmamıştı. Yani bütün bu OHAL ve devamındaki süreçten çok önce başlamış bir çalışmaydı bu. Dolayısıyla ben Ahmet Kaya üzerine çalışırken henüz 'sakıncalı', sizin deyiminizle, ilan edilmemiştim. Fakat Ahmet Kaya'nın sakıncalı ilan edilme süreci elbette çok daha eski. Şöyle söyleyebilirim belki, hani tarihin bir döneminde belli politik çatışmalar karşısında aldığı tutum nedeniyle iktidar tarafından sakıncalı ilan edilmiş ya da bulunduğu konumu terk etmeye zorlanmış kişiler işte bunlar, müzisyenler olabilir, politikacılar olabilir, bilim insanları olabilir vs. Bunların çalışmaları ya da bunların politik tutumları üzerine eğer bir şey söylemeyeceksek hatta genel olarak bunun da üstünde iktidar tarafından 'sakıncalı' ilan edilen durumlar, kişiler ya da kurumlar üzerine bir şeyler söylemeyeceksek sosyal bilimler için de tartışmaları genişletebilme, yürütebilme şansımız bence yok. Çünkü politik olanla akademik olan sosyal bilimler içinde üretilen bilgiyle politik tutumlara bağlanan ilgi birbiriyle çok iç içe, çok bağlantılı. Dolayısıyla çözülemeyen, devam eden bir süreç olarak eğer bunu Kürt sorununa bağlayacaksak, evet böyle bir tarihsel çakışma yaşandı diyebiliriz.
'POLİTİK BİR ŞARKICI ÜZERİNE AKIL YÜRÜTME ÇABASI DENEDİM'
Ahmet Kaya gibi bir popüler kültür imajına bürünmüş muhalif bir sanatçının şarkıları üzerine bilimsel bir çalışma yapmanın en büyük handikabı neydi? Başlarken, tedirginliğiniz oldu mu?
Öncelikle bu sorunun birkaç kısmına itiraz ederek başlamak zorundayım. İlki popüler kültür imajına bürünmek tanımlaması. Bu tanımlama hakikaten pek çok pejoratif çağrışımla yüklü. Ben Ahmet Kaya için popüler kültür imajına bürünmüş bir muhalif sanatçı demiyorum. Bunu neden tercih ettiğinizi anlıyorum; televizyon programları yapan, şarkıları milyonlarca insan tarafından dinlenen, albümleri milyonlarca satan bir müzisyenden bahsettiğimiz için bunu söylüyor olabilirsiniz belki ama ben bunu tanımlamak için popüler kültür imajına bürünmek tanımlaması yerine popüler olmak tanımlamasını tercih ediyorum ve bu popülerliği gerçekten o çağrışımsal yükünden kurtarmaya çalışarak kullanmayı tercih ediyorum. Çünkü popüler olmayı bir yaygın halk beğenisi anlamında kullanıyorum.
Sorunun diğer itiraz edeceğim kısmı ise; bilimsel bir çalışma yapma meselesi, bunun da çağrıştırdığı kesinlik ve ispat iddiasına bir itirazım var. Ben, çok yaygın toplumsal kesimler tarafından dinlenen, şarkıları ölümünün üzerinden yıllar geçmesine rağmen hala çok sevilerek dinlenen, albümleri pek çok insanın koleksiyonunda hala yer tutmaya devam eden politik bir şarkıcı üzerine akıl yürütme çabası denedim. Şöyle bir iddiam asla yok: Ahmet Kaya üzerine bilimsel bir çalışma yaptım ve birtakım kesinliklere ulaştım. Çünkü bilimsel olmanın kendisinin böyle tanımlayamayacağımızı düşünüyorum. Bu bir eleştirel okuma denemesi ve dolayısıyla metni okuyanların da, kitabı okuyanların da böyle değerlendirmelerini tercih ederim.
Sorunun sonuna gelirsem eğer, evet başlarken tedirginliğim oldu. Tedirginliğim bütün bunlar nedeniyle oldu aslında. Şöyle ki, bir kere milyonlarca insanın çok sevdiği, bir biçimiyle duygusal bağ kurduğu kendi duygusal durumlarını ifade edebilmek, onları açığa çıkarabilmek için başvurduğu bir müzisyen üzerine birtakım sosyal bilim kavramlarıyla bir akıl yürütmeye çalışmak tedirginlik verici bir durumdu. Çünkü herkesin farklı bağ kurma biçimleri var ve çok itiraza açık bir tartışma bu. Tedirginlik verici başka bir şeyse Ahmet Kaya'nın hayatındaki çeşitli kırılmalara sebep olan politik kırılmalar... Bu kırılmaların ardından yaşadıkları vs bütün bunlar da elbette bir politik değer olarak duruyordu. Bu değeri de düşündüğümde tedirgin oldum. Başka bir şeyse şuydu aslında kendi kişisel hayatımda kurduğum ilişkinin kendisinin üzerine çalıştığım meseleye dair bir çeşit mesafelenme problemi yaratabileceğini biliyordum. Çünkü Ahmet Kaya pek çok insan gibi benim için de çoğu durumda şarkılarıyla baş tacı. Bu kadar severek dinlediğin bu kadar duygusal bağ kurduğun biri üzerine bir mesafe alarak tartışmaya çalışmak elbette zordu. Dolayısıyla bütün bunlar nedeniyle başlarken de bitirirken de ve hatta kitap raflardayken de tedirgindim. Hala tedirginim.
Kitapta, pek çok kere, sanatın, politik bilinç uyandırmada ve bu bilinci yeniden üretmede, siyasetten daha baskın olduğunu söylüyorsunuz. Toplu halde, şarkı söylemenin, şiir okumanın, film izlemenin politik bağlamda duygusal karşılığı nedir sizce?
Sanatın politik bilinç uyandırmada ve bu bilinci yeniden üretmede siyasetten daha baskın olduğunu söylemiyorum. Toplumsal hareketler literatürünün bir kısmı söylüyor. Kendisini politik bilinç uyandırmak üzere kuran ve politik bilinç, müzakere, rasyonel argümantasyon gibi bilinç düzeyinde birtakım süreçler örgütlemeye çalışan politik hareketlerin sanat ve diğer performatif eylemler aracılığıyla bir duygulanımsal boyuta sahip olduğunu söylüyorum. Yani sanatın politik bilinç uyandırmaktan öte bu kolektif gövdelere bir kolektif duygu hali kattığını söylüyorum. Dolayısıyla bu ikisi birbirinden biraz farklı şeyler. Toplu halde şarkı söylemek, şiir okumak, film izlemek gibi bizim de aslında Türkiye'deki toplumsal muhalefet pratikleri içinde yakından tanık olduğumuz, katıldığımız pek çok politik eylem biçiminin ve bundan çok daha fazlasının bir duygusal katman yarattığını söylüyorum. Bunun karşılığı aslında şöyle tanımlanabilir: Toplumsal hareketler çeşitli itirazlar ve talep dizileri geliştirirler. İktidarın ürettiği siyasallara itiraz ederler. Bunlar karşısında birtakım talepler geliştirirler. Çeşitli politik süreçlerin muhatabı olan toplumsal kesimler için bu süreçlerin sonuçlarına dair yanıtlar geliştirmeye çalışırlar. Bütün bunlar aslında toplumsal hareketlerin politik pratik düzeyidir. Fakat toplumsal hareketler sadece bununla tanımlanabilecek politik gövdeler değildir. Bunun bir duygu ve anlam boyutu vardır. Öyle ki toplumsal hareketler aynı zamanda katılımcılarını bir duygu birliğine davet ederler. Çeşitli hissetme hallerine çağırırlar, her zaman için geliştirilen politik cevaplar yanında üretilen kolektif duygu halleri vardır. Öfke vardır, keder vardır, coşku vardır, korku vardır. Ve aslında bütün bu birlikte çeşitli performatif eylem biçimlerini icra etmek; birlikte şarkı söylemek, marş söylemek, film izlemek gibi... Böylece büyük bir kolektif gövdeden çıkan tek bir ses haline gelir söylenen şarkı ve bu yanyanalığı güçlendiren bu duygudaşlığı sağlayan bir etkiye sahiptir. Binlerce insanın tek bir ağızdan söylediği bir marş o binlerce insanı oluşturan her bir kişiyi binlerce kişiyle birlikte olma halini hatırlatır. Büyük bir kolektifin üyesi olduğunu ve ait olduğunu hatırlatır ve dolayısıyla bu duygu durumunu perçinleyen, katmanlandıran bir işleve sahiptir.
Çalışmanızda, gelenek meselesinin üzerinde de ayrıca durduğunuz görünüyor. Kaya’nın şarkılarında, 12 Eylül darbesi öncesinden devraldığı sol müzik mirasını, darbe sonrası dönemle ilişkilendiriyorsunuz. Sizce Kaya, Ruhi Su, Zülfü Livaneli ya da âşık müziğini nasıl temsil etti? Ya da etti mi?
Açıkçası Ahmet Kaya'nın Türkiye'deki sol politik müzik geleneğini dönüştürerek devam ettirdiğini düşünüyorum. 12 Eylül öncesinde Türkiye'deki sol politik repertuvarın büyük bir kısmını oluşturan şarkıları söyleyen pek çok isim, halk ozanları, çeşitli kentli müzisyenler gruplar ya da isimlerle elbette ki çeşitli bağlanma biçimleri geliştirmiş Ahmet Kaya. Bunu çeşitli şekillerde yapmış, mesela bu şarkıları repertuvarına alarak ya da bu 12 Eylül öncesindeki repertuvarında güçlü biçimde yer eden isimlerin bestelerine yer vererek, onlarla aynı türküleri söyleyerek bir bağ kurduğunu söylemek mümkün. Dolayısıyla böyle bir devamlılık ilişkisinden söz edebiliriz fakat bir zincirin halkası şeklinde devam ettirdiğini söylemenin doğru olmadığını düşünüyorum. Şöyle ki aslında Ahmet Kaya müziği konusunda bir tanımlama meselesi vardır. Aldığı çeşitli ödüllerde bile 'en iyi halk müziği şarkıcısı, özgün müzik, peki o zaman özgün müzik nedir?' gibi tartışmalar var. Kendisi de pek çok röportajında bu tanımlama meselesine değinir. Ahmet Kaya'nın müziği özgün müzik olarak tanımlanır, dolayısıyla neden böyle tanımlandığı üzerine biraz düşünürsek gelenekle kurduğu bağ ile biraz daha kolay cevaplanabilir diye düşünüyorum. Şöyle ki, sol politik müzik geleneğiyle bağ kurma biçimleri var Kaya'nın fakat bir dönüşümü temsil ediyor. Bu dönüşüm de aslında Ahmet Kaya'nın 12 Eylül öncesindeki sol politik müziğin beslendiği müzikal havzadan dışarı çıkmasıyla ilişkili olduğunu düşünüyorum ben. Halk türküleri, çeşitli batılı müzikal formlar içinde yapılan besteler dışında farklı müzik türlerine olan ilgisi, onları kendi müziğine çağırması, o formlar içinde dolaşması Ahmet Kaya'yı bence özgün kılan şey. Geleneksel musikinin şarkılarını da söylüyor olması ya da makam müziğinden pek çok ögeyi kendi repertuvarına dahil ediyor olması, arabeskle kurduğu yakın ilişki aslında bu geleneği dönüştürmesini ifade ediyor. Ahmet Kaya'nın özellikle repertuvarında yer verdiği şarkılar ve türküler aracılığıyla sol politik müzikle bir bağ kurma meselesi var fakat devam ilişkisinden söz edeceksek buradaki dönüşümü de görmek zorundayız. Geleneği dönüştürerek devam ettirdiğini söyleyebiliriz. Böylece aslında kendi özgün konumunu da oluşturmuş oluyor bir müzisyen olarak Ahmet Kaya.
'ÜTOPYA ARZU MESELESİ DEĞİL'
“Modernitenin sağ ve sol muhalifleri arasındaki mücadelede sağ nostaljinin, solsa ütopyanın kalesidir.” diyerek, Kaya’nın şarkılarıyla bir ilişki kuruyorsunuz. Ahmet Kaya’nın şarkılarının her kesim tarafından sahiplenilmesini “eski” ve “yeni” haricinde nasıl açıklarsınız?
Ahmet Kaya şarkılarının her kesim tarafından sahiplenilmesini eski ve yeni aracılığıyla açıklamaya çalışmıyorum aslında. Geçmiş ve gelecek aracılığıyla anlamaya çalıştım, yani eskiyle geçmiş, yeniyle gelecek arasında önemli farklılıklar olduğunu düşünüyorum. Fakat elbette geçmiş ve nostalji, gelecek ve ütopya arasında kurduğum ilişki bunu daha açıklayıcı kılıyor bence. Fakat her kesim tarafından sahiplenilmesi çok geniş toplumsal kesimler tarafından dinlenebilmesini açıklayabileceğimiz tek şey elbette geçmişe bakma biçimleri, içerdiği nostaljik temalar ve geleceğe bakma biçimleri. Yani ütopya arzu meselesi değil. Ben birkaç temel önemde nokta olduğunu düşünüyorum. Bunlardan bir tanesi profesyonel olarak müzik yapmaya başladığı yıllar, aynı zamanda 1980'lerin ortasından bahsediyorum. Solun aslında bütün dünyada ve elbette Türkiye'de politik sahnenin kenarına itildiği ve sıkı yönetim sonrası koşulların da özellikle toplumsal muhalefetin önemli bir kısmı için hala sürdüğü ağır bir baskı ve zor durumunun sürdüğü, pek çok insanın hala cezaevlerinde olduğu bir dönem ve bu dönemde buna dair şarkı söylemek, bu dönemde buna dair bir ses çıkarmanın kendisinin bir anlamı var.
'KENT YOKSULU KESİM TARAFINDAN SEVİLMESİNE SEBEP OLDU'
Adına konuştuğumuzu söyleyebileceğimiz, yaşadığı şiddeti dile döktüğünü düşünebileceğimiz toplumsal kesimler dışında, onların uzağında milyonlarca insan tarafından dinlenmesini elbette bu söylediğim şey açıklamaz. Burada birkaç şeyin önemli olduğu belki söylenebilir o da şu, özellikle Ahmet Kaya'nın yoksulluk ve yoksunluk durumuna ilişkin kurduğu dil onu geniş bir kent yoksulu kesim tarafından sevilerek dinlenmesine sebep olduğunu düşünüyorum. Yani yoksulluğu yalnızca bir ekonomik mesele olarak anlamaya çalışan bir politik söylem dışında yoksulluğun getirdiği bütün gurur kırıklıklarını, incinmişliklerini ve yarattığı kişisel aciziyeti aslında anlayabilen, onun içinden konuşabilen bir söz dağarcığına sahip Ahmet Kaya, bu söz dağarcığıyla konuşuyor olması onun bütün bu kent yoksulları tarafından da yaygın bir biçimde sevilip dinlenmesini sağlıyor bence. Yoksulluğun yarattığı duygu hallerini biliyor ve bunu dile döküyor olmasıyla ilgili olduğunu düşünüyorum. Bütün bunları bir arada yapıyor olmasının da bir açıklamaya ihtiyacımız olduğumuzu düşüyorum. Bir taraftan bir belirgin sol politik bir motif var bir taraftan arabeskin de pek çok şekilde kullandığı o keder hali var. Peki bütün bunları nasıl bir araya getiriyor? Ben zaten Ahmet Kaya'nın alameti farikasının bu olduğunu düşünüyorum. Bir yandan şarkılarında sendika, hapishane vs gibi bütün o sol retorik içinden konuşan bir hal varken aynı şarkılarda hemen sonrasında bunun yarattığı o gurur kırıklığını söyleyebilir olması var. Tam da bu eklemlenme halini yaratabildiği için geniş toplumsal kesimlere hitap edebildiğini düşünüyorum.
Kaya’nın, özellikle 90’lı yıllara kadar cezaevine, cezaevlerinde zulme dair şarkı yapmasını, “politik mücadelede taraf olmaları (şarkı yapanların) nedeniyle baskı ve şiddet altında yaşamaya mahkûm edilenleri hislerinin dolaşıma girmesinin bir yolu olarak” değerlendiriyorsunuz. Kaya’nın bu tavrının, dinleyicisinde hangi hisle karşılık bulduğunu düşünüyorsunuz? Öfke, hüzün, acı, keder?
Kaya'nın cezaevlerine, cezaevlerindeki zulme dair yaptığı şarkılar, bu dönemde cezaevlerinde yaşananların bize dökülmesinin yollarından biriydi bence. Bu tavrın dinleyicide nasıl bir karşılık bulduğu üzerine ya da hangi duyguyla karşılık bulduğu, öfke mi, hüzün mü, acı mı keder mi, bunların hepsine birden ve biraz daha fazlasına karşılık geliyor bence. Şöyle ki ben Kaya'nın cezaevlerine dair yaptığı şarkılarda önemli bir meselenin aslında cezaevine dair anlatıları çok kişiselleştirerek yapmasında buluyorum. Bu kişiselleştirmeden kastım şu cezaevlerindeki ya da politik baskı ve zulüm gören, yalnızca cezaevlerinde olması gerekmiyor, gözaltında kayıplardan bahsedebiliriz, daha büyük grupların gördüğü çeşitli baskı ve zulümden (zorunlu göç gibi) bahsedebiliriz. Aslında bütün bunlardan bahsederken kurduğu anlatımın, seslenme biçiminin, bütün bunları yaşayan, bu zulüm, baskıyı göğüslemek durumunda kalan insanları anonimleştirmeden anlatmasının önemli bir fark yarattığını düşünüyorum. Şöyle ifade edersem daha açıklayıcı bir hale gelebilir, toplumsal hareketlere katılan militanların, politik hareketlerin öznelerinin, anonim birer kahraman olmaktan çıkarılarak gerçek insanlara dönüştürülmesi; yani özlem duyan, acı duyan, ailesini özleyen, görüş gününde sevgilisini bekleyen, parkasını özleyen, banyo sırasından bahseden, ranzasından bahseden gerçek bir kişiye dönüştürülmesinin bir duygusal karşılık yarattığını düşünüyorum dinleyicisinde. Çünkü bütün bunlar gerçek, cezaevlerinde ya da politik baskı ve şiddetin yöneldiği insanların hepsi gerçek insanlar, birer hayatları var. Bütün bu yaşananlar bu hayatları akamete uğrattı, duygusal karşılıkları oldu. Dolayısıyla bunu daha kişisel anlatılar içinden kuran bir öyküleyici dile sahip biçimde anlatıyor olması Ahmet Kaya'nın cezaevinde geçirdiği günleri anlatan gerçek bir kişinin hikayesini dinliyor hissi yaratıyor. Bu da aslında o kurulan duygusal bağı güçlendiren, dinleyicisinde yarattığı duygusal karşılığı derinleştiren bir etkiye sahip.
BİRİLERİ NEDEN GİZLİ GİZLİ DİNLİYOR?
Kaya’nın şarkılarını dönemsel ve içerik bağlamında inceleyen bir araştırmacı olarak, bugünün insanlarına neyi söylediğini düşünüyorsunuz? Kaya’nın bugün de “sakıncalı” olmasının ve özellikle bazı kesimler için “gizli gizli” dinlenilmesinin karşılığı nedir sizce?
Ahmet Kaya şarkıları bugünün insanlarına neler söylüyor? Aslında bugün hala yoksulluk diye bir mesele varsa ve bu ekonomik olmadığında geniş toplumsal kesimler için incinmişlik, gurur kırıklığı yaratıyorsa, ki yaratıyor, ya da bugün hala birtakım insanlar hayatlarını devam ettirmelerine asla yetmeyecek ücretler karşılığında bütün gün çalışmak durumunda bırakılıyorsa o gün ne söylüyorsa bugün de aynı şeyi söylemeye devam ediyor elbette Ahmet Kaya, bütün bu durumlarda bir değişiklik yok. Bugün hala ne yazık ki bir değişiklik olmayan başka durumlar var. Hala aşk acıları çeken insanlar, binlerce yıldır olduğu gibi ve Ahmet Kaya şarkıları o gün söylediği şeyi bugün insanlara da söylemiş oluyor. Ya da bugün hala her ne kadar kendini ifade edebilme kanalları neredeyse bütün bütün yasaklanmaya çalışılsa, gazeteler kapatılsa, televizyonlar kapatılsa, adına konuşan herkes neredeyse kovuşturmalara uğrasa da hala geleceğe dair umut örgütlemeye çalışan politik hareketler var ve bu umut hala pek çok insanın için de hakikati ifade ediyor. Dolayısıyla bu 'Umuda dair' sözü ve çağrısı olan herkes için hala aynı şeyleri söylüyor.
Birileri neden gizli gizli dinliyor? Bu da değişmeyen birtakım durumlarla ilgili. Bugün hala ne yazık ki Kürt meselesine dair bir yaramız varsa, açıksa ve kanıyorsa ve belli dönemlerde başka başka aletler tarafından kesilerek, çizilerek, kanatılmaya devam ediyorsa, başka bedenlerde kanamaya devam ediyorsa Ahmet Kaya bu nedenle de bugünün insanlarına yaşadığı dönemde söylediği şeylere benzer şeyler söylüyor. Bu son söylediğim şey tam da onu gizli gizli dinlendiğinin iddia edilmesine aynı nedenden kaynaklanıyor. Bir taraftan dağlara şarkı söyleyen bir insandan bahsediyoruz, Kürt sorununa ilişkin aldığı tutum nedeniyle sürgünde yaşamak zorunda kalan birinden söz ediyoruz. Hayatını sürgünde kaybeden birinden söz ediyoruz ama bir taraftan dramatik aşk şarkıları söyleyen, bütün o hissi halleri dile döken biri, dolayısıyla ikisini aynı insanın yapabiliyor olmasıyla ilgili.
Bu ara günleriniz nasıl geçiyor? Hazırladığınız yeni bir çalışma var mı?
Ufak ufak not aldığım çeşitli konular var ama henüz bir çalışma diyebilecek kadar akmıyorlar, sadece damlıyorlar. Dolayısıyla yeni bir çalışmadan söz edemeyiz ama yeni bir çalışma heveslerinden söz edebiliriz belki. Bugünler daha ziyade okuyarak geçiyor diyebiliriz.