Şiirin yorumu
Şiir aynı zamanda dağınıktır. Diliyle dağınıktır. Sözüyle dağınıktır. İmgesiyle, sesiyle, dağınıktır. Şiirin yorumu büyük ölçüde, bu dağınıklığı derleme toparlama çabasıdır.
DUVAR- Şiiri okumak aynı zamanda bir yorumlama edimidir, yorumlanmayan şiir okunmamış, yorumlayamayan okur okumamıştır denilebilir. “Şiir kendinden başka bir dile çevrilemez, yazıldığı dile bile” diyen Jean Cocteau’nun sözünü yabana atmamak gerekir. Şiirin başka bir dile çevrilmesinin imkânsız oluşu, onun yorumlanamazlığı anlamına gelmez. Aksine açıklamayı, çözümlemeyi, yorumu daha da elzem kılar. Şiir biraz da yoruma açık oluşuyla şiir olur. Düz yazının yoruma ihtiyacı yoktur. En nihayetinde şiir, şairin yazdığından daha çok, okurun yorumladığıdır.
Zaman içinde ve ancak okundukça birtakım şiirlerin üstündeki örtü kalkar… Şiirin biçimi, biçemi, sözü, dili yerli yerine oturmasa bile zaman içinde oturacak bir yer edinir kendine. Elbette hiçbir zaman, karşılık bulamadan kaskatı kalan şiirler olduğu gibi hızlıca “buharlaşan” şiirler de vardır. Bazı şiirleri zaman çözer. Bazıları kültürel dağarcığa bir daha kaybolmamak üzere yerleşir, bazılarıysa beklenmedik bir hızla buharlaşır. Bazı şiirler kendi yapıları dolayısıyla buharlaşır. Genellikle okurun zihninde; duygu, düşünce ve duyarlılığında yorumlanarak bir değer oluşturabilen şiirler daha kalıcı olur.
Okurun yorumuyla şairin kendi şiirini değerlendirmesi konusunda Fazıl Hüsnü Dağlarca’ya atfedilen bir anekdot vardır ve son derece önemlidir. Rivayete göre, şairle aynı sokakta oturan bir lise öğrencisi, ödevi için Dağlarca’ya gider. Ödev olarak, Dağlarca’nın bir şiirinin yorumlanması istenmiştir. Aynı sokakta oturmalarından kaynaklanan tanışıklık ve yakınlıkla ödevini yapmak için Dağlarca’nın kapısını çalan lise öğrencisi, sorununu anlatır ve yardım ister. Dağlarca tamam der; ödev olarak verilen şiirin yorumunu yazacağını, sabah gelip almasını söyler. Ertesi sabah Dağlarca’dan ödevini alan öğrenci okulun yolunu tutar. Ancak ödev notlarını açıklandığında sonuç bahsi geçen öğrenci için hayal kırıklığıdır. Dağlarca’nın kendi şiirine yaptığı yorum geçersiz not almıştır.
Ahmet Oktay, “şair şiirini önceden denenmemiş, düşünülmemiş, ve hesaplanmamış varlığını gerçekleştirirken onu hem bir yorum haline getirir hem de başka yorumları kışkırtır” diyor.
Ancak her yorum, eksik yorumdur. Ama aslında her şiir de eksik şiirdir. O nedenledir ki şiirin, okurun yorumuyla kuşatılıp kavranması ne kadar uğraşılsa da eksik kalacaktır. Şiirin yeniden okunurluğunu, dolayısıyla yorumlanabilirliğini de kışkırtanın aslında bu eksiklik olduğu söylenebilir. Şiirin “hakikatine” ulaşmak, şiiri “hakkıyla çözümlemek”ten kasıt da özetle söylersek ortak kabul için anlaşılabilir duruma getirmektir.
Ahmet Oktay, “Şiir ve Yorumu” başlıklı yazısında (Ludingirra, sayı 4, Kış 1997) “Her şiir yorum gerektirir mi? Şöyle de sorulabilir: Şiirler ille de yorumlanmalı mıdır” diye sorar.
Oktay’ın düşüncesi her şiirin yorum gerektirmeyeceği yönündedir. Örnek olarak Nâzım Hikmet’in “Bugün Pazar” şiirini gösterir.
Ahmet Oktay’a göre Nâzım Hikmet’in şiiri, “kendi kendini açıklayan bir şiirdir”. Ancak Ahmet Oktay yazının devamında “bu apaçıklığıyla neden iyi şiir olduğu yanıtını arayabiliriz. Ama bu uğraş benim açımdan yorumlama anlamına gelmez” diyor. Kısaca Ahmet Oktay, açıklama ve çözümlemeyle yorumlamayı birbirinden ayırmak gerektiğini düşünmektedir. Oktay’a göre yorum, kaynak metnin öğelerinin yeniden kurgulanmasıyla elde edilen bir “üstmetin”, kendisi de yoruma açık bir “yenimetin” oluşturur.
Şiir aynı zamanda dağınıktır. Diliyle dağınıktır. Sözüyle dağınıktır. İmgesiyle, sesiyle, dağınıktır. Şiirin yorumu büyük ölçüde, bu dağınıklığı derleme toparlama çabasıdır. Ahmet Oktay’ın, yorumlama anlamına gelmediğini söylediği şiiri açıklama, çözümleme çabasının da aslında yorumun kapsamı içinde olduğu kabul edilebilir. Yorum, yalnızca açıklama ve çözümleme çabasından ibaret değildir, Fakat şiirin yorumlanmasında açıklama ve çözümleme olmazsa olmazdır.
Sonsuzluğun şairi olduğundan bu yana elli altı yıl geçen Nâzım Hikmet’i bahsedilen “Bugün Pazar” şiiriyle selamlayalım:
Bugün pazar...
Bugün, beni ilk defa
Güneşe çıkardılar.
Ve ben, ömrümde ilk defa
Gökyüzünün
Bu kadar benden uzak,
Bu kadar mavi,
Bu kadar geniş olduğuna şaşarak,
Kımıldamadan durdum
Sonra, saygıyla toprağa oturdum,
Dayadım sırtımı duvara.
Bu anda;
Ne düşmek dalgalara,
Bu anda;
Ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
Toprak,
Güneş ve
Ben...
Bahtiyarım…
Nâzım Hikmet’in “derdini” hem kaydettiği hem de okura “açık bir dille” aktardığı şiirin, ne zaman ve hangi koşullarda yazıldığı önemlidir.
Nâzım Hikmet, düzmece bir gerekçeyle 17 Ocak 1938’de Donanma Komutanlığı’ndan gelen inzibatlar tarafından alınarak Kadıköy iskelesinden bir motorla Adalar açığında bekleyen eski yolcu gemisi Erkin’e götürülür. Yargılanması süresince burada önce bir helaya, sonra sintine ambarına kapatılır. Nâzım Hikmet. “Bugün Pazar” şiirini, günler sonra ilk kez çıkarıldığı güvertede otururken yazar. Nâzım Hikmet’i ziyaret için gemiye giden Vedat Günyol da şiirin yazılma sürecinin tanığı olur.
Şiir dili imgeyi, eğretilemeyi, metaforu, çağrışımı içerdiği sürece açıklama, çözümleme ve yorumlama olmaksızın “iletişimsel temas”a kapalı kalacaktır. Yorumu Ahmet Oktay’ın anladığı gibi “entelektüel bir uğraş” olarak anlayabiliriz. Öte yandan sözcüğün sözlük anlamında olduğu gibi de düşünebilir, okuma uğraşının bir başka süreci biçimde de değerlendirebiliriz. TDK Türkçe Sözlük yorumun karşılığı olarak beş madde sıralıyor. İlk üç madde şöyle: “1. Bir yazının veya bir sözün, anlaşılması güç yönlerini açıklayarak aydınlığa kavuşturma, tefsir. 2. Bir olayı belli bir görüşe göre açıklama, değerlendirme. 3. Gizli veya hayali olan bir şeyden anlam çıkarma.” Ahmet Oktay’ın kabul ettiği yorum tanımı, sözlüğün dördüncü maddesinde yer alıyor: “Bir ürünün, bir modelin, bir sanat eserinin farklı bir açıdan ele alınarak yeniden oluşturulmuş biçimi, versiyon.”
“Şiir Nasıl Okunur” adlı yapıtında Terry Eagleton, “deneyimin kendini ifade etmek için çok karmakarışık veya çok berbat bir halde olduğu bir çağda dile karşı da bir güvensizlik ortaya çıkmıştır” diyor.
Dile olan güvensizliğin şiirde okur açısından aşılabilmesinin en önemli uğraklarından biri yorumdur.
Modern Türkçe şiirin dilini “patlatan” bir şair olarak da tanımlanabileceğimiz Ece Ayhan’ın şiirleri açıklama, çözümleme dolayısıyla yorumlama olmaksızın soğuk ve kaskatı bir yapıdan başka bir şey değildir. Okur yaklaşmadıkça okura hiçbir biçimde teklifte bulunmayan bir şiirdir Ece Ayhan’ın şiiri. Öte yandan Ece Ayhan’ın şiirini kuşatıp kavrayabilmek için okur açısından gayret gerekir. Okurun, şiirin hem sözdizimi engelini aşıp hem de imgesel ve çağrışımsal boyutuyla iletişime geçebilmesi, göstereceği yaklaşma çabasına bağlıdır. Yeri gelmişken şairden bir şiir okuyalım. Örneğimiz “Yalınayak Şiirdir” olsun:
1. Biz tüzüklerle çarpışarak büyüdük kardeşim
Emrazı Zühreviye Hastanesi’ne kapatıldı anamız
Adıyla çalışan ermiş Sirkeci kadınlarındandır
Şeker atar hala mazgallardan Cankurtaran’da
Acı Bacı’nın acı bilmez uçurtma çocuklarına
Yıl sonu müsamerelerine kimler çıkarılmaz?
2. Velhasıl onlar vurdu biz büyüdük kardeşim
Babamız dövüldü güllabici odunlarla tımarhanede
Acaba halk nedir diye düşünür arada işittiği
Dudullu’dan ta Salacak’a koşarak alkışlayalım
Fazla babalarıyla dondurma yiyen çocukları
Hangi çocukların neye imrenmesi yalınayak şiirdir?
Ahmet Oktay, şair olarak ne kadar önemliyse yazar ve eleştirmen olarak da en az o kadar önemli bir isimdir. Birçok yapıtında şiirin değişik sorunlarına değinmiş, yeni bakış açıları getirmiştir, okura ışık tutmuştur.
Oktay’ın, tek şiir kitabıyla modern Türkçe şiirin hiçbir şairinin ulaşamadığı okunurluğa ulaşan Ahmed Arif’in yapıtıyla ilgili incelemesi de önemlidir. “Karanfil ve Pranga” Ahmed Arif’in şiirinin çok yönlü ve derinliğine bir değerlendirmesini sunar. 2 Haziran 1991’de modern Türkçe şiirin unutulmaz ve ölümsüz şairlerinden biri olarak sonsuzluğun aynasına sır olan Ahmet Arif’i de “Karanfil Sokağı” şiiriyle selamlayalım:
Tekmil ufuklar kışladı
Dört yön,onaltı rüzgar
Ve yedi iklim beş kıta
Kar altındadır.
Kavuşmak ilmindeyiz bütün fasıllar
Ray, asfalt, şose, makadam
Benim sarp yolum, patikam
Toros, Anti-toros ve asi Fırat
Tütün, pamuk, buğday ovaları, çeltikler
Vatanım boylu boyunca
Kar altındadır.
Döğüşenler de var bu havalarda
El, ayak buz kesmiş, yürek cehennem
Ümit, öfkeli ve mahzun
Ümit, sapına kadar namuslu
Dağlara çekilmiş
Kar altındadır.
Şarkılar bilirim çığ tutmuş
Resimler, heykeller, destanlar
Usta ellerin yapısı
Kolsuz,yarı çıplak Venüs
Trans-nonain sokağı
Garcia Lorca’nın mezarı,
Ve gözbebekleri Pierre Curie’nin
Kar altındadır.
Duvarları katı sabır taşından
Kar altındadır varoşlar,
Hasretim nazlıdır Ankara.
Dumanlı havayı kurt sevsin
Asfalttan yürüsün Aralık,
Sevmem, netameli aydır.
Bir başka ama bilemem
Bir kaçıncı bahara kalmıştır vuslat
Kalbim, bu zulümlü sevda,
Kar altındadır.
Gecekondularda hava bulanık puslu
Altındağ gökleri kümülüslü
Ekmeğe, aşka ve ömre
Küfeleriyle hükmeden
Ciğerleri küçük, elleri büyük
Nefesleri yetmez avuçlarına
-İlkokul çağında hepsi-
Kenar çocukları
Kar altındadır.
Hatıp Çay’ın öte yüzü ılıman
Bulvarlar çakırkeyf Yenişehir’de
Karanfil Sokağında gün açmış
Hikmetinden sual olunmaz değil
“mucip sebebin” bilirim
Ve “kafi delil” ortada...
Karanfil sokağında bir camlı bahçe
Camlı bahçe içre bir çini saksı
Bir dal süzülür mavide
Al - al bir yangın şarkısı,
Bakmayın saksıda boy verdiğine
Kökü Altındağ’da, İncesu’dadır.