Birden parlayıp aydınlanıveren gerçeklerin yazarı: Alberto Manguel
Alberto Manguel, “birden parlayıp aydınlanıveren” bir resmi yakalayarak okurlarına sunmayı başarıyor. Aynı zamanda kendi yazarlık yolculuğunu da çeşitlendirerek yapıyor bunu. İnsanlığın geçmişiyle hesaplaşırken kendi geçmişi, konfor alanları, üzerine yapışan etiketlerle de cebelleşen, gerçek entelektüellerin görevinin dibe battıkça çamura bulanarak kaybolmaya başlayan parçaları bir araya getirmek olduğunu düşünen, yıkıntıların üstünden atlayarak değil yıkıntıların üstüne giderek yeni bir dünyanın kurulacağını hatırlatan bir yazar olmayı başarıyor, Manguel.
Alberto Manguel, edebiyat severlerce Borges’e kitap okuyan kişi olarak tanınır. Okuma âşığı bir entelektüel, çevirmen, editör, deneme yazarıdır aynı zamanda. Ama Manguel’in romancılığı her zaman ikinci plana atılma eğilimindedir. Yazarın kendisi de bu duruma alışmış gibidir. Gökhan Yavuz Demir’in, Borges’in Dediği Gibi’de aktardığı şu anekdot ve yorum bu anlamda önemli: “Manguel kendisine, ‘okur Manguel, yazar Manguel’i nasıl buluyor?’ diye sorduğunda, 'Okur Manguel, yazar Manguel ile ilgilenmiyor.’ diye cevap verecek kadar da damak tadı gelişmiş bir okurdur.” Yazarın cevabının alçakgönüllülükten mi yoksa gerçekten kendi yazdıklarına kıymet vermemesinden mi kaynaklandığı muamma olmaya devam ediyor. Damak tadı konusundaysa Demir ile biraz farklı düşünüyoruz sanırım: Manguel’in romanları da en az denemeleri kadar güçlü metinler olarak adlandırılmayı hak ediyor bence. Yazar Manguel’i de en az okur Manguel kadar önemsediğimi de belirtmeliyim.
Mesela ilk romanı Yabancı Bir Ülkeden Haber Geldi, Kanada’ya yerleşmiş eski bir sömürge subayına odaklanarak Cezayir, Fransa, Arjantin üçgeninde Batı dünyasının karanlık yüzüne bakmaktan çekinmeyen aynı zamanda kendi ülkesinde gerçekleşen kötülükleri de gözler önüne seren bir roman olarak ilgi çekmişti. Bu roman biraz da Borges’in kitaplarını okuyan çocuk imgesinin yıkılmasına da hizmet etti. Ama ondan sonra gelen üç novella, görece Borges etkisinin hissedildiği metinler oldu. Palmiyelerin Altında Stevenson, Dönüş ve Ayrıntılara Aşık Adam, kayıp metinleri, kurgulanmış tarihi kişilikleriyle dikkat çektiler. Bu metinlerde ustasının varlığını okuruna sezdirse de Manguel kendi derdinin peşine düştüğünü de hissettirmeyi başardı.
PARÇA-BÜTÜN İLİŞKİSİ
Bu anlamda Ayrıntılara Aşık Adam novellası bir parantezi hak ediyor. Novella 1900’lü yılların ilk yarısında Fransa’da geçer. Poitiersli Fransız hamamcı AnatoleVasanpeine, sıradan görünüşlü, toplum içinde ayırıcı hiçbir özelliği olmayan ne okulda ne de daha sonra mesleğinde herhangi bir tutkunun peşine düşmüş biridir. Tesadüfen tanıştığı kitapçı Mösyö Kusakabe bu sıradan görünüşlü adamın içindeki yeteneği ve tutkuyu keşfeder. Vasanpeine’in dikkatini çeken tek şey bütünden bağımsız olan parçalardır. Ayrıntılara tutku derecesinde bağlı olan Vasanpeine’in bu yeteneği fotoğraf sanatına yönelmesine neden olur. Kendi trajik sonunaysa tutkunu olduğu parçalara ihanet ettiğinde ulaşacaktır.
Ayrıntılara Aşık Adam, tüm dünyanın parçalara ayrıldığı bir dönemde ortaya çıkan “tuhaf” kahramanıyla tam da dönemin ruhunu yansıtıyor. Aslında egemen olmaya başlayan bütünün reddi fikrinin ilk ateşli savunucularından biri romanın kahramanı: “Vasanpeine, tek bir ögeye odaklanırken o ögenin kendi sınırlı özellikleriyle kendisi arasında kurulan duygusal ilişki aracılığıyla, ögeyi o zorba bütünlük düşüncesinden kopararak, bireysel bir özellik üzerinde topluca bir araya gelmeyi her zaman tercih eden her canlı organizmada saklı olan dışlama sürecini tersine çevirerek o ögeye kendisi bir anlam veriyordu.” Kapitalizmin uzmanlaşma ve işbölümü adı altında dünyayı bütünsel olarak kavranmasını engelleyen dahası parça ile bütün arasındaki diyalektik ilişkiyi mistikleştiren ideolojisinin farkında olmadan savunuculuğunu yapar, Vasanpeine. Manguel’in ayrıntılara âşık bir adamı roman kişisi yapması da tesadüf değil. Farklı okumalarından metinler arası yolculuklara çıkan, farklı düşünceleri, buluşları ve kanaatleri birbiriyle ilişkisini kovalayan bir yazarın parçalanmış bir dünyayı romantize etmesi beklenemezdi. Vasanpeine, ayrıntılara olan tutkusunun ne kadar dayanaksız olduğunu bir bütün olarak bir bedene âşık olduğunda anlar. Manguel bu aşkı ironik ve mizahi bir dille aktarırken parçalanmış bir dünya imgesiyle sakatlanmış modern insanın bütünü kavramasının olanaksızlığını vurguluyor. Sonuç olarak Ayrıntılara şık Adam, okurdan paralel okumalar talep eden bir kitap ve Manguel külliyatının önemli bir parçası.
YAZARLIK DERSİ
Manguel, kendi sesini bulmaya çalışan bir yazar olduğunu kanıtlamak istediğini hissettirdiği Bütün İnsanlar Yalancıdır romanındaysa genç bir gazetecinin biyografi yazma uğraşını anlatıyor. Jean–LucTerradillos, Arjantinli Sürgün, Yalana Methiye’nin “yazarı” Alejandro Bevilacqua’nın hayat hikâyesini yazmaya karar veriyor. Bevilacqua, Arjantin’deki darbe sonrasında içeri düşmüş, işkenceler görmüş ve sonunda serbest bırakılarak İspanya’ya sürgüne gönderilmiştir. Kitap, Terradillos’un, Bevilacqua’yı tanıyan dört farklı kişinin anlatımları üzerine kurulur. Her anlatıcı oldukça farklı bir Bevilacqua resmi çizmektedir. Bu durum öyküyü tamamlamak isteyen Terradillos’u çaresizliğe sürükleyecektir: “Sevdalı, kahraman, dost, kurban, hain, düzmece yazar, kaza intiharı ve daha birçok şey: Tek bir adam için bu kadarı çok fazla.”
Manguel, bir tarafıyla Oilupo akımına göz kırptığı bu kitabında bir insanın yaşamını dört farklı göze anlattırarak okuyucunun olayları farklı bakış açılarıyla görmesini sağlamaya çalışmış. Diğer tarafıyla ülkesinde yıllarca süren devlet terörünün sıradan insanları bile nasıl sardığını, öldürülen, kaybedilen, işkencelerden geçirilen insanların hayatının nasıl karartıldığını anlatarak Arjantin yakın tarihiyle bir hesaplaşmaya girmiş. Manguel’in bölümler arasındaki dil ve anlatım farklılıklarını çok iyi ayrıştırarak yazarlık dersi verdiğini de vurgulamadan geçmeyeyim.
GEÇMİŞİN GERÇEK İMGESİ
Walter Benjamin, Tarih Üzerine Tezler'de şöyle diyordu: “Geçmişin gerçek imgesi uçucudur. Geçmiş ancak, bir daha görünmemek üzere kendini gösterdiği an, birden parlayıp aydınlanıveren bir resim olarak yakalanabilir”. Manguel, “birden parlayıp aydınlanıveren” bu resmi yakalayarak okurlarına sunmayı başarıyor. Aynı zamanda kendi yazarlık yolculuğunu da çeşitlendirerek yapıyor bunu. İnsanlığın geçmişiyle hesaplaşırken kendi geçmişi, konfor alanları, üzerine yapışan etiketlerle de cebelleşen, gerçek entelektüellerin görevinin dibe battıkça çamura bulanarak kaybolmaya başlayan parçaları bir araya getirmek olduğunu düşünen, yıkıntıların üstünden atlayarak değil yıkıntıların üstüne giderek yeni bir dünyanın kurulacağını hatırlatan bir yazar olmayı başarıyor, Manguel.