'Yaratıcı Yazarlık' kurslarının yarattığı düşünceler
Yazılı kültür sürecini gözeneklerinde yaşayıp tamamlayamadan, görsel kültür sürecini yaşamaya başlayan, üstelik görsel kültürün kendi iç dinamikleriyle değil de dış dinamiklerce belirlendiği toplumumuzda “yaratıcı yazarlık” kurslarının artış göstermesini doğal karşılamak gerekir. Görsel kültürün de arka planının yazılı kültür üzerinde yükseldiği düşünülürse, bu gelişmenin önemi ve nedeni anlaşılacaktır. Ne var ki söz konusu kurslarda görev alan eğitmenlerin, eğitim programlarının doğru ve sağlıklı olması gerekir. Aksi durumda amaçla uyuşmayan sonuçlarla karşı karşıya kalırız.
1980’li yılların sonlarında, Ankara’da İletişim Fakültesi'nde hocalık yaptığım yıllarda, resim, tiyatro, müzik gibi sanat kursları verilen bir sanat merkezinin sahibi olan bir arkadaşım, bana da sanat merkezinde yaratıcı yazarlık kursu vermemi önermişti. Üniversitede “yazınsal türler”, “eleştirel okuma” gibi dersler veriyordum ve özellikle kurmaca metinlerin (roman, öykü, oyun vb.) yazma süreçleriyle yakından ilgiliydim. Arkadaşımın önerisi ilginçti. Gerçi incelediğim Batı üniversitelerinin çoğunda, özellikle ABD’de “yaratıcı yazma (creative writing)” dersleri, hatta bölümleri epey yaygındı. Sanırım sivil kurslar da vardı. Bizde de neden olmasındı? Arkadaşımın önerisini biraz tedirgin ama olumlu karşıladım. Çünkü böyle bir kurs oldukça ciddi bir iddia taşıyordu: “Yaratıcı Yazarlık!” Aslında 'yaratıcı yazarlık' derken, yazılı dilin sanatsal anlamda kullanılmasından söz ediyoruz. Burada önemli olan 'sanat' kavramıdır. Sanatın temel işlevi, duyularımızın dışında kalan, algılayamadığımız ve hissedemediğimiz, doğal dilin olanaklarının yetmediği, gücünün sınırlı kaldığı anlamlar evrenini, duyularımızın sınırları içine çekmek ve böylece duygusal dünyamızı biçimler, sesler, sözcükler ya da hareketler aracılığıyla zenginleştirmektir. Ama biz daha alçakgönüllü ve yazar yetiştirme gibi bir iddiamızın olmadığının anlaşılması için, kursun adını, “yazınsal yaratıcılık” koyduk. İlgi gördü ve çalışmalarımızı iki grup olarak yürüttük. O günlerde, Uğur Mumcu Vakfı’ndan Güldal Mumcu’nun bu konuda benimle görüşme talebinde bulunduğunu, Uğur Mumcu Vakfı bünyesinde de bu tür bir kurs açmayı düşündüklerini, Attila İlhan ve başka yazar ve şairlerlerin bu konudaki görüşlerini aldığını belirtmek isterim. Benim kursuma katılan bazı arkadaşlar, sonraki yıllarda öykü ve roman yazdılar, yayınladılar. Aradan geçen otuz yılın sonunda, bugün, yazarlık kurslarının ve atölyelerinin oldukça arttığını görüyorum. Hatta benim yürüttüğüm çalışmalara olumsuz yaklaşan, “yazarlığın da kursu mu olurmuş!” diye alay eden kimi arkadaşların bile bugün bu tür çalışmalar yaptıklarını görüyor ve duyuyorum. Bu durum yazılı kültürün gelişmesi ve yaygınlaşması açısından sevindirici. Ne var ki, böyle bir eğitim için yetersiz kişilerin, yetersiz materyallerle, yetersiz ve yanlış programlarla yazı/yazarlık atölyeleri yürütmeye çalıştıklarını da görüyorum. Bu tür çalışmalar, insanların kendilerini yazılı olarak ifade etme isteklerini ve cesaretlerini kullanarak para kazanmak amacını önde tuttuklarını düşündürebilir.
Bu tür çalışmalara katılmadan yazar olunamaz mı? Elbette olunur. Ama bu tür çalışmalara katılan yazar ile katılmayan yazar arasında da fark vardır. Örneğin, çoğu kurmaca (roman, öykü, oyun vb) yazarı, bir öyküsünde ya da romanında niçin birinci tekil ya da üçüncü tekil anlatı açısını tercih ettiğini açıklayamamaktadır. Bu yazarlar öykülerinin ya da romanlarının merkezini oluşturan olayların anlatı açısına karar verirken, bu olayın ne tür bir anlatı açısı gerektirdiği konusunda pek de emin değillerdir. Hakikat duygusu oluşturmak için, kaç kurmaca yazarının karakterlerini evrimleştirdiğini söyleyebiliriz? Çoğu romanda ve öyküde karakterler başlangıçta nasıllarsa, sonda da öyle kalarak, organik olmayan, şematik bir kurmaca metin örneği sunuyor. Neyse…
DENEYİMLERDEN NESNEL BİLGİ ELDE ETMEK ZORDUR
Yazarlık atölyelerine dönersek, bu atölyelerin çoğunda ders veren kişiler yazar ya da şair olmalarının kendilerine sağlamış olduğu deneyimlerini paylaşıyorlar. Elbette bu çok iyi bir şey. Ama bu deneyimlerden nesnel bilgi elde etmek zordur. Oysa bilginin kavramlaştırılması ve böylece paylaşılır, üretilir hatta tasarruf edilir biçime getirilmesi gerekir. Bu nedenle, yazarlık atölyelerinde ders veren kişilerin, akademik bir yeterliliklerinin de olması beklenir. Bir yazarlık atölyesi eğitmeni, en az şu alanlarda bilginin bütünlüğünü kurabilmelidir:
- Yazılı iletişim süreçleri
- Eleştirel okuma süreçleri
- Metin türleri, onların dil ve gerçeklikle ilişki biçimleri
- Göstergebilimsel metin çözümleme süreçleri
- Zamansallaştırma, mekansallaştırma yöntemleri
- Dile anlamsal çok değerlilik kazandıran teknikler
- Dili şiir yapan araçlar (İmge, metafor vb)
- Şiir ile şiirsellik arasındaki farklar
- Karakter yaratma teknikleri
- Sanat felsefesi
Yazarlık kursları ve atelyeleri, bana kalırsa, yazar yetiştirmek yerine, öncelikle “eleştirel okur” yetiştirmeyi öne almalılar. Çünkü eleştirel okur olunmadan, yazar olunabileceği kuşkuludur. Bir eleştirel okurdan,
Emin Özdemir’i izleyerek söylersek, şu nitelikler beklenebilir:
- Metnin düşünce ve duygu yapısını oluşturan öğeleri ayırabilmek, yazarın amacını kestirebilmek,
- Okunan metnin yazı türünü (makale, köşe yazısı, deneme, eleştiri, şiir, öykü vb.) kestirebilmek,
- Yazarın seçtiği konuya karşı takındığı tutumu metnin dil ve anlatım özelliğinden çıkarabilmek,
- Metnin dokusu içinde yer alan anahtar kavramları, cümleleri, paragrafları ve bunların birbirleriyle ilişkisini araştırıp bulabilmek,
- Metnin duygusal ve düşünsel gelişimini (yere ya da zamana göre düzenleniş biçimi; neden-sonuç ilişkisine göre düzenleniş biçimi) gösterebilmek.
- Metnin sözcük örgüsünü oluşturan öğeleri, bunların birbirleriyle ilişkisini, temel, yan, değişmeceli anlamlarını metin içindeki konumlarına göre adlandırabilmek,
- Yazarın başvurduğu anlatım biçimlerini, düşünceleri geliştirme yollarını metne bağlı kalarak seçebilmek.
Bu ölçütlerin, “eleştirel okur”u “yazar” olmaya doğru evrimleştirmek için yeterli olduğu söylenemezse de, yararlı olduğu söylenebilir. Çünkü bu ölçütler yazınsal yapıtın daha çok dış biçimiyle ilgilidir. Bu ölçütler yazınsal yapıtın, “anlam”, “mesaj, temel düşünce” , “ideoloji” gibi içeriğine yönelik göndermelerle tamamlandığında, “oku-yazar” eğitiminin içeriğine daha çok yaklaşmış oluruz.
Elbette bu saydığım bilgi konuları artırılabilir. Ama bir de bu tür kurslara gelenlerin profiline bakarsak, motivasyon sürecimizi değiştirmemiz, öğretim yöntemimizi gözden geçirmemiz gerekebilir:
- Çalışmayan kadınlar ve erkekler
- Çalışan kadınlar ve erkekler
- Üniversite öğrencileri
Çalışmayan kadınlar ve erkekler (emekli de olabilir) daha çok orta ve üstü gelir düzeyinde, orta yaşa yakın, evli ya da yalnız yaşayan, artık hayatında anlamlı şeyler yapmak isteyen, kendini yazılıu olarak ifade etmek isteyen, bir zamanlar (gençliklerinde) tiyatro ya da edebiyatla bir süre uğraşmış ama zamanla hayatın rüzgârına kapılıp uzaklaşmış ve şimdi yazmakla uğraşmak için uygun zamanı yakaladıklarını düşünen kişiler oluyorlar. Ne yazık ki bu kişilerin çoğu için gerçekten zaman geçmiş ya da hiç gelmemiş oluyor. Çok azı ise gerçekten yetenekli olsa da yazmak bir yaşam biçimi gerektirdiğinden, kemikleşmiş yaşam biçimleri yazmayla uğraşmalarına izin vermiyor. Bu kişilerin çok çok azı ise gerçekten yaşamlarını bu işe göre biçimlendirebilecek, yetenekli, öğrenmeye açık kişiler. Ne var ki onlardan da bir Sait Faik ya da James Joyce olmalarını bekleyemeyiz. Zaten kendileri de bunun farkında oluyorlar. Ama verdiğiniz ödevleri yapmaları, önerdiğiniz kitapları okumaları, derslere bütün motivasyonlarıyla katılmaları sizi de motive ediyor ve kursu zevkli duruma getirenler de bu kişiler oluyor.Çalışan kadınlar ve erkekler, kursa en hızlı başlayan kişiler oluyor. Sıkıcı iş zamanlarının dışında kendilerini gerçekleştirecekleri bir alan bulmuş olmanın heyecanını nasıl yaşadıklarını somut olarak görebiliyorsunuz. Kendilerine benzeyen bir grup bulmuş olmaları da onların heyecanını ayrıca etkiliyor. Kurs saatlerini ve günlerini belirlerken gösterdikleri çabadan da bu heyecanlarını görebiliyorsunuz. Ne var ki ilerleyen günlerde bu kişiler çalışmalara son derece katılmaları gerektiğini, işin şakası olmadığını, kendini ifade etmenin kendini saklamaktan daha zor olduğunu anlayınca, fire vermeye başlıyorlar. Zaten zaman geçirecekleri bir işlerinin olması, onları evcil dünyalarına geri döndüren önemli bir neden oluyor. Bu kişilerden belki bir-iki kişi kursun sonuna kadar devam edebiliyor.Başlangıçta kursu biraz küçümseyen, biraz güvensiz başlayan üniversite öğrencileri, kursun en dinamik grubu gibi davranırken, zamanla derslerini, sınavlarını bahane ederek işi savsaklayan bir eğilim gösteriyorlar. İçinde yaşadıkları üniversitenin onları belli ders programlarıyla, zorunlu sınavlarla, devam zorunluluklarıyla, “prof”, “doç.” gibi titri olan öğretim elemanlarıyla formel bir yapı içine almış olması, informal bir eğitim olan kursla uyumlu bir ilişki kurmalarında sorun yaratabiliyor. Yazarlık kursları gibi kurslar tamamen kişinin kendi isteğine bağlı olduğu için, hatta programı bile belirlemeye katılabildikleri, düşünce sistematiği olarak tamamen özgür oldukları için, işin ciddiyetinin farkına varamayabiliyorlar. Yetenekli oldukları halde çalışmalara katılmadaki sorumsuzlukları, insana şu sözü hatırlatıyor: “Tanrının en büyük hatası, gençliği gençlere vermek olmuştur.”
Ülkemizdeki bazı ilgiye değer yazarlık kurslarının, internet ortamında kendilerini nasıl sunduklarına baktığımızda, söz konusu eğitimin uygulamada nasıl biçimlendiği görülebilir:
“Yaratıcı Yazarlık Kursu” yürüten Murat Gülsoy kursu şöyle tanımlıyor:
“Uygulamalı bir seminer dizisi olarak tasarlanmış olan Yaratıcı Yazarlık Kursu’nda kurmaca edebiyat yapıtlarının (öykü ve roman) nasıl üretildiği konusunda bilgiler aktarılacak; hikâyenin unsurları, kurmaca metinde zamanın kullanımı, mekânın işlevi, karakterlerin yaratılması, olay örgüsünün yapılandırılması, klasik ve modernist anlatım biçimleri, edebi türler, dramatik gerilimin oluşturulması gibi yazma tekniğine ilişkin konular yetkin örnekler üzerinde tartışılacaktır. Tüm bu yöntemlerin yanı sıra, edebiyatın insan yaratıcılığı ile ilişkisi irdelenecek, ilhamın kaynakları araştırılacaktır. Amaç, katılımcıların kendi kurmaca metinlerini yazarken yaratıcılıklarını daha iyi ortaya koyabilmeleri için yol göstermek ve içgörü kazanmalarına yardımcı olmaktır. Atölye süresince katılımcılar yazdıkları öyküleri tartışacak, yazma tekniğini etkileşimli bir eleştiri ortamında geliştirecektir.”
İstanbul Büyükşehir Belediyesi bünyesinde etkinlik gösteren “İSMEK” adlı kuruluş, konuya profesyonel açıdan yaklaşıyor. “Yaratıcı Yazarlık Kursu” nu şöyle tanımlıyor ve bu kursa katılanlara istihdam bilgisi de veriyor:
- Genel: Bu programla, gramer açısından düzgün, edebi açıdan nitelikli metinler kaleme alabilme bilgi ve becerisi kazandırılmaktadır.
- Konu Başlıkları: Edebiyat, kaynak taraması ve gözlem, imla kuralları, planlı ve etkili yazma, edebi türler, anlatım teknikleri, metin inceleme, hak ve sorumluluklar.
- İstihdam Alanları: Bu eğitimi başarıyla tamamlayanlar, metin yazarına ihtiyaç duyan çeşitli kurum ve kuruluşlarda çalışabilecekleri gibi kendileri de üretim yapabilirler.
“Notos Yaratıcı Yazarlık Atölyesi” kendini şu biçimde sunuyor:
"On hafta sürecek çalışmada bir yazınsal metnin öğelerinin neler olduğu, yazınsal dilin en önemli anahtar oluşunun nedenleri, gerçeklik ve kurgu ayrımı, kişilerin yaratılma biçimleri, olay örgüsünün kurgulanışı gibi başlıkların yanı sıra, şiiri öbür türlerden farklı kılan nedir, felsefe ile edebiyat arasında nasıl bir ilişki bulunmaktadır gibi konular üstüne yoğunlaşılacak. Didaktik bir öğretimin tamamıyla dışında, uygulamaya, karşılıklı tartışmaya, yorumlamaya dayalı bir çalışma biçimiyle."
“Sadri Alışık Kültür Merkezi” de 'yaratıcı yazarlık' programının içeriğini şu biçimde açımlıyor:
- Oyun Yazarlığının Temelleri ve Hikâye Geliştirme
- Karakter Yaratma ve Diyalog
- Tiyatro Tarihi ve Kuramları
- Uygulama ve Dramaturji
- Yaratıcı Yazarlığın Temel Dinamikleri
- Edebi ve Dramatik Türler / Yazarlık
Görüldüğü gibi ilgiye değer bazı yazarlık kurslarının duyurularında yer alan içerik bilgileri, böyle bir kurs için yeterli görülüyor.
BİR KURSİYERİN DÜŞÜNCELERİ:
“Yaratıcı yazarlık çalışmalarından fazlasıyla nasibini almış bir kişi olarak önemli izlenimlerimin olduğunu düşünüyorum (…) İyi yazıp yazmadığımla da artık çok ilgilenmiyorum. Yazmak ve okumakla ilgilenen insanlarla bir arada, kitaplardan, edebiyattan oluşan bir dünyanın içinde olmak beni çok mutlu ediyor. Neden insanlar, örgü , nakış, resim seramik vs... hobilerle ilgilenenleri onaylıyor da kitapların dünyasında olma isteğini sorguluyor? Bence yazmak insanın kendisini tanımada en güçlü faktör. Yazar olmak isteyenler kadar yazarlık iddiası olmayan insanların da orada olabilmesi ve beslenmesi toplumun farkındalığının yükselmesi açısından büyük yarar sağlayacaktır. Okuma yazma oranının düşük olduğunu şikayet eden bir millet olarak, kitaplara yakın olacak her türlü çalışmayı desteklemeliyiz. Hatta yediden yetmiş yediye, iyi yazanından kötüsüne, cesaretlendirmeli, orada psikolojik aydınlamaları gözlemlemeliyiz. Hiçbir ilgi, ilgilenilenin yolunda ilerlemeden yolu bitirmez. Yolun başındaki kişiyle sonunda olan aynı değildir. Yazarların tecrübeli dünyasıyla tanışıp, sohbetleriyle aydınlanmak şansı yadsınamaz.”
Yazılı kültür sürecini gözeneklerinde yaşayıp tamamlayamadan, görsel kültür sürecini yaşamaya başlayan, üstelik görsel kültürün kendi iç dinamikleriyle değil de dış dinamiklerce belirlendiği toplumumuzda “yaratıcı yazarlık” kurslarının artış göstermesini doğal karşılamak gerekir. Görsel kültürün de arka planının yazılı kültür üzerinde yükseldiği düşünülürse, bu gelişmenin önemi ve nedeni anlaşılacaktır. Ne var ki söz konusu kurslarda görev alan eğitmenlerin, eğitim programlarının doğru ve sağlıklı olması gerekir. Aksi durumda amaçla uyuşmayan sonuçlarla karşı karşıya kalırız.