Aidiyeti arayan roman: Nefaset Lokantası

Tuğba Doğan'ın Yapı Kredi Yayınları etiketiyle yayımlanan son romanı Nefaset Lokantası okurla buluştu. Kitap, çalıştığı gazeteden bir ay önce kovulan Salih'in gözünden aradığı bir ülkeyi ve aidiyet meselesini odağına alarak tartışıyor.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Tuğba Doğan'ın Nefaset Lokantası adındaki ikinci romanı Yapı Kredi Yayınları tarafından yakın zamanda yayınlandı. İlk sayfasında bir cenaze törenini anlatarak başlayan romanın sonunda yer alan “Yürürken kalbinin bir avuç koruk gibi ezildiğini duydu” cümlesini okumaya başladığım anda göğsümün üstünde hissettiğim ağırlığı tanımlıyor.

1981 doğumlu Tuğba Doğan sosyoloji eğitimi aldı. Daha sonra yüksek lisansını edebiyat üzerine yaptı. Çeşitli dergilerde denemeleri yer aldı. 2015 yılında yayınlanan Musa’nun Uykusu romanı 2015 Notre Dame de Sion Edebiyat Ödülü Mansiyonu’na layık görüldü. Edebiyat alanında yaptığı “Kaybetmenin Anlatısı: Mai ve Siyah, Huzur ve Tutunamayanlar” başlıklı çalışmasıyla da bilinen yazarın yeni romanı Nefaset Lokantası’nın rüzgarının nereden estiği daha önceki yazınsal geçmişiyle de yakından ilişkili.

'OKUR GÖNDERDİKLERİNİ, GİTTİKLERİNİ HATIRLIYOR'

Nefaset Lokantası, Tuğba Doğan, 128 syf., Yapı Kredi Yayınları, 2019.

Bir defin merasimiyle açılıyor roman. Mezar kazılmış, taze ölü defnedilmek üzereyken bir anlığına gelip sonra giden eşek arılarıyla... Sonra Salih çıkıyor karşımıza. On altı yıl boyunca çalıştığı gazeteden bir ay önce kovulmuş olan Salih, Türkiye’yi terk edip Rio de Janerio’ya yerleşmeye karar veriyor. Küçük bir mahalle; herkes herkesle bunu konuşuyor. Salih’in haftada beş kez yemek yediği Nefaset Lokantası’nda masa kuruluyor. Ah Bu Şarkıların Gözü Kör Olsun şarkısı çalıyor defalarca. Okur burada şarkıyı açıyor. Gönderdiklerini, gittiklerini hatırlıyor.

Gitmekten uzun uzun bahsediliyor Nefaset Lokantası’nda. İnsan neye gider, neyden gider, nasıl gider... Bu uzun zamandır hepimizin derdi. Kimisi hak etmediğini düşündüğü yerde yaşamaktan sıkılır, kimisi kendinden, kimisi her şeyden, kimisi sadece gitmek için gider. Salih, “İçinde durarak ve bedenlerimizi yakalamasına izin vererek büyük bir çürüme tarihi yarattık” diye anlatmaya çalışıyor derdini. Niyetlerin, sözlerin ve eylemlerinin zehirlendiği, kırıldığı, taciz edildiği günlere, gecelere, mekanlara daha fazla şahitlik etmek istemediğinden bambaşka bir yerde yalnız kalmayı tercih ettiğini anlatıyor. Bir tıkanmayı...

“Türkiye nedir?” diye soruyor Salih; aradığı bir ülkeyi anlatıyor. Bulduğunu düşündüğü an aslında herkesin ona oralı olmadığını eğreti olduğunu düşündürdüğünü anlatıyor. Salih aslında hepimizin aradığını arıyor; aitlik hissini ama burası onun kendine ait olmasını bile engelliyor. “Yanlış birine âşık olmak gibi” diye tanımlıyor başına geleni “İnsanın kendini durmadan aşağılayan, ona üzüntülerinle, isteklerinle, duygularınla ve düşüncelerinle yanlışsın, ben senin görmek istediğin kişi değilim, ben benim diyen birini sevemez mi? Benim bu ülkeyle ilişkim yanlış birine âşık olmaktan farksızdır” diyerek devam ediyor anlatmaya.

'BUGÜNLE BAŞ ETMEYE ÇALIŞAN BİR KARAKTER'

Memleketin neye ve nelere benzediğinin pek çok tanımını yapıyor yazar romanında. Gitmenin neye benzediğini, kalmanın zaman içinde neye dönüştüğünü anlatıyor. Oğuz Atay’ın 'tutunamayan' kahramanlarından daha realist bir şekilde bugünle ve kendisiyle baş etmeye çalışan bir Salih koyuyor ortaya. Salih bir kaybeden değil amma velakin Salih bir arayan da değil. Salih, hayatı boyunca kafasının içinde ona her daim “Olmadı Salih” diyen, onunla sürekli dalga geçen yaşsız bir cüce ile mücadelesinden bahsediyor. Salih, kurduğu anlatıyla okur arasında kuvvetli bir bağ ve empati kuruyor.

Salih’in derdi pek sevmediği eski bir tanıdığı hakkında kaleme aldığı yazı sonrasında işten kovulması değil. Salih’in derdi ayağının altında bir türlü durmayan kendi gölgesi, kendi zemini. Nefaset Lokantası ve oradaki insanlar onun dünya ile bağ kurduğunun göstergesi ama aslında köksüz ve bağsız, annesiz ve babasız. Ne ait ne üvey; bir türlü bağ kuramadığı çekirdekten bağımsızlığa bütün yaşantısı ile derdi. Zamanı, varoluşunu, yaşadığı coğrafyayı sorguluyor, etrafındaki insanları anlatıyor, dinliyor.

Tuğba Doğan coğrafyayı, mekanı, dini, toplumsal yapıları, ince bağları, kadın-erkek ilişkilerini satır aralarında pek çok felsefeciden ve edebiyatçıdan destek alarak irdeliyor. Salih 'o' ya da 'bu' bir tanımı yok, aidiyeti olmadığı gibi.. O, vasatlıkla derdi olan ama herhangi bir şeyde olamayan, yeryüzüne atıldığını düşünen biri... Herhangi bir tanımın ya da kalıbın içinde duramayan, onu kategorize ettiğiniz tanımın ya da kalıbın içini hızla boşaltabilen Salih o...

SORGULANAN AİDİYET

Nefaset Lokantası’nın son cümlesini okuduğunuzda kendi aidiyetinizi sorguluyorsunuz. Tuğba Doğan okuruna edebi ve felsefi zemini kuvvetli bir eserle doyuma ulaşan bir okuma sunuyor.

Ne mutlu tanıyana, okuyana, dönüp kendiyle ve içindekiyle kavga etme gücü bulana!