Edebiyat ve sosyoloji: Hayatın dikiş yerlerine yolculuk
Zygmunt Bauman ve Riccardo Mazzeo’nun söyleşiler kitabı 'Edebiyata Övgü' Ayrıntı Yayınları etiketiyle yayımlandı. Edebiyata Övgü; hem edebiyatın hem de sosyolojinin çağdaş sorunlarını ele alırken, modern hayatın yarattığı gaz ve toz bulutunun içine girmeyi, tüm yaşananların yarattığı kırılmaları tespit etmeyi inatla sürdürmeyi öneren bir kitap...
Edebiyatın, özel olarak da romanın, sosyal bilimlerle ilişkisi hep vurgulana gelmiştir. Roman türünün edebiyat sahnesine ilk adımını attığında tarihî gerçekleri anlatma işlevini yerine getirmeyi önüne koyduğunu biliyoruz. Aynı zamanda psikoloji, felsefe, antropoloji ve sosyolojiyle de sıkı bağlar geliştirerek bugünlere geldi. Romanın edebi bir sanat olarak niteliğinin yanında, sosyal bilimlerle olan karmaşık ilişkisini de göz önünde bulundurmadan yapılan yorumların eksik kalacağını söylemek sıkıcı bir tekrar gibi gelebilir. Ama her şeyin kanaatlere, şablonlara, klişelere ve yüzeysel çözümlemelere terk edildiği bir zamanda bunu defalarca hatırlatmanın elzem olması kadar doğal bir şey yok.
Zygmunt Bauman ve Riccardo Mazzeo’nun söyleşiler kitabı Edebiyata Övgü de bu istikametteki düşünceleri paylaşan bir kitap. Tüketim toplumunun egemen olduğu, herkesin kendi narsisizmi içinde dünyayı deneyimlediği, Perec’in deyişiyle “tuhaf ve parlak bir dünyaya, piyasa kültürünün göz kamaştırıcı evrenine, konfor ve mutluluğun büyüleyici tuzaklarıyla dolu zindanlara” doluştuğumuz bir zamanda sosyoloji ve edebiyatın birbirini besleyen organik ilişkisini yeniden vurgulamanın, bu ilişki içerisinde her iki alana da itibarını iade etmenin, dahası hem edebiyatı hem de sosyolojiyi savunmanın gerekliliğini vurguluyor yazarlar.
SAKLI KALMIŞ GERÇEKLER
Edebiyata Övgü, edebiyat ve sosyolojinin benzer uğraşlar olduğu ön kabulüyle yol alan bir kitap. Yazarların önsözde belirttiği gibi kitabın amacı, ne edebiyat tarihinde yolculuğa çıkmak ne edebiyat teorisini didiklemek ne de edebiyat ile sosyoloji ilişkisine dair yapılan tartışmaları özetlemek. Kitabın basit bir derdi var: “İnsani koşullara yönelik bu iki farklı sorgulama türünün ortak niyetlerini, karşılıklı esin kaynaklarını ve aralarındaki etkileşimi takip etmek, belirlemek ve belgeleme çabası.” Yazarlara göre hem edebiyat hem de sosyoloji; zaten yorumlanmış olan dünyanın, saklı kalmış gerçeklerini birbirini besleyerek açığa çıkarmanın yollarını aramalıdır. Bu noktada bugünün dünyasının yüzeyinde olup bitenin, geniş bir alana yayılan ve herkesi yavaşça ele geçirmeye başlayan şeyleşmenin “dikiş yerlerini” tespit etmeye yönelmek gerekir.
Böyle bir çaba, ister istemez bugün yaşadığımız dünyanın gerçeklerini farklı bir gözle yeniden yorumlamayı zorunlu hâle getirir. Ama hem roman sanatı hem de sosyoloji için geçerli olan şu paradoksun farkında olunmalıdır: Araştırılacak ve anlaşılmaya çalışılacak olan, sabit bir bütünlüğü olmayan, kaygan ve ele geçirilemez bir dünyadır. Bu noktada yazarlar edebiyat ve sosyolojinin güçlerini birleştirmesini, her ikisi için de farklı tehlikeler arz eden bu zeminde kol kola yürümelerini önerirler. Farklı disiplinler olarak görülüp aralarına sınırlar çizilmeye çalışsa da bu iki uğraş ortak bir amaç için işe koşulmalıdır.
BUGÜNÜN GERÇEĞİ
Bauman ve Mazzeo bu işbirliğinin yollarını ararken bazı konuların üzerinde durulması gerektiğini vurgularlar. Okurken rastgele seçilmiş gibi duran, birbiriyle ilişkisi yokmuş gibi görünen konulara eğilirler. Bir noktada daldan dala atlanıyormuş hissi yaratan bu konuşmalar aslında genişledikçe sığlaşan dünyanın resmini çizmeye çalışır. Popüler şarkıların basitleştirilmiş sözlerinden, eğitim sisteminin sorunlarına, zombi anlatılarından, otizmli olma potansiyelimize, tüketim çılgınlığımızdan, “baba kaybına”, sosyal medyadan, kendimizi hapsettiğimiz selfie’lere, esnek çalışma düzeninden, web üzerinden okunan romanlara, edebiyat piyasasından mangalara pek çok konuda konuşulurken edebiyata övgünün nerede olduğunu sorabileceğiniz bir noktaya ulaşırız. Bugünün gerçeklerinin hem hayata hem de edebiyata nasıl sızmaya başladığını ve hayatı, edebiyatı nasıl dönüştürdüğünü tartışmaya başladığımızı hissettiğimiz noktadaysa yazarlarca yaratılan “keşmekeşin” bütünü anlamaya yönelik çabadan başka bir şey olmadığını kavrarız. Edebiyat ve sosyolojinin birbirini besleme enerjilerini hissetmemizi sağlar bu kitap. Sosyolojinin soğuk bir şekilde tespit ettiklerine ruh üfleyen şey edebiyattır: “Hayal gücü, analiz, analiz edilen hayal gücü” döngüsü içinde, sadece deneyimlenen değil, derinlerde hissedilen de açığa çıkarılır.
YAZININ GÜCÜ
Edebiyata Övgü, modern hayatın yarattığı gaz ve toz bulutunun içine girmeyi, tüm yaşananların yarattığı kırılmaları tespit etmeyi inatla sürdürmeyi öneren bir kitap. Bauman kitabın son bölümünde elindeki tek gücün yazı olduğunu ama bu gücün de yabana atılmaması gerektiğini şöyle vurgular: “Yine de sosyologlar ve roman yazarları olarak, insanların yaşadıkları koşullar içinde muazzam gücünü görünmezliklerinden alan en gizli ve içsel yaşam kaynaklarını görmelerine, yaşamlarını sürdürme yollarına anlam, amaç ve değer aşılamaya çabalarken, yaşamın getirdiği belirsiz tuzaklardan ve pusulardan uzak durmalarına yardımcı olmakla yükümlü bizler, sözcüklerden başka hiçbir araca sahip değiliz.” Bu sözlerin ardından Saramago’dan yapacağı şu alıntı da boşuna değil: “Tanrı evrenin sessizliğidir ve insan bu sessizliğe anlam veren çığlıktır.” Neticede Edebiyata Övgü, tükettikçe tükenenleri, ânın tiranlığına boyun eğdikçe yaşamı ıskalayanları uyarmayı görev edinen ve disiplinler arası sınırların aşılamaz bariyerler olduğunu vurgulayanlara sıkı bir eleştiri getiren önemli bir kitap.