‘Tante Rosa’ yabancı, ‘Yürümek’ müstehcen: Neden?
Sevgi Soysal’a yöneltilen eleştirilere karşı sormak gerek: Sevgi Soysal bulunduğu topluma yabancı bir yazar mıydı yoksa toplumunun kodlarını çok iyi gözlemlemiş ve birilerine ‘yabancı’ ve ‘müstehcen’ geleni anlatıya taşıyarak, ayrıksılık mı yapmıştı? Sanıyorum Soysal, bilineni deşifre etmişti, âşina kılmıştı, tabu olan meseleleri işlemiş, 'başka' olarak kurulanın sorununu içselleştirmiş ve Tante Rosa gibi bir karakter yaratarak verili olanın sınırlarında gedik açmıştı.
Sevgi Soysal ismi, okurunda pek çok çağrışımın karşılığıdır. Aynı zamanda da heyecanın. Çünkü metinleri her okunduğunda anlamına yeni anlamlar ekleyebildiğiniz, bağlamını içinde yaşadığınız dönemin; genel ahlâkçı yargılarının, gözetiminin, denetiminin ipuçlarıyla değerlendirebildiğiniz bir deneyim sunar. Bunun yanında gözlemlediğim, Sevgi Soysal okuru için bazı metinler daha da öne çıkar, bu anlamda benim metnim, Tante Rosa'dır. Başlangıçta bir masal kahramanını hatırlatan adı, o kadar gerçektir ki, kadınlık üzerine tüm bildirmeleri hatırlatırken, onları yıkar geçer. Onun yıktığı yerden başlar sorgulama çünkü metnin zamanında yarattığı etki hâlâ konuşulmaya ve tartışılmaya devam eden pek çok meselenin ipuçlarını taşır. Bunun yanı sıra kendi okuma deneyimimde üzerine konuşabileceğim, etkilendiğim metinlerden biri de Yürümek'tir. Bu metin de okunduğu farklı dönemlerde, içinde bulunduğunuz zamana dair anlamlar bulabileceğimiz bir kitap olma özelliği taşır ki aslında Soysal’ın tüm metinleri bize geçmişle şimdi arasında bu köprüyü inşa etme şansını verir.
'TANTE ROSA' VE 'YÜRÜMEK'İN SORUSU
Tante Rosa ve Yürümek şimdi ve geçmişte okuduğumda kopamadığım iki soruyu içeriyor, o nedenle bu sorular etrafında dolaşıp duruyorum. Birincisi Tante Rosa'nın neden ‘yabancı’ olarak algılandığı ve döneminde bir ‘çeviri metin’ gibi hissettirdiği, ikincisi ise Yürümek'in neden ‘müstehcen’ olduğu gerekçesiyle toplatıldığı... Bundan dolayı, Tante Rosa neden ‘yabancı’, Yürümek neden ‘müstehcen’ sorusundan yola çıkacağım bu metinde.
'TANTE ROSA' VE YABANCILIK
Tante Rosa'nın ‘yabancılığı’ meselesine daha önce Paz Edebiyat dergisi için yazdığım bir yazıda çok kısa değinmiştim (2017: 8-9) Oradan başlayayım söze, o yazıda Tante Rosa'yı ‘yerli’ bulmamanın asıl nedeninin bilinç dışındaki ‘yabancı’ algısından kaynaklandığını düşündüğümü söylemiştim. Her şeyi teklik üzerine inşa edilmiş bir toplumda bir karakterin, rahibeler okuluna gitmesi, kültürel olarak batılı oluşu, verili tüm ahlâki kodları yerinden edişi; orospuluğa özenmesi, çocuklarını ve kocasını ardına bakmadan terk etmesi, bedeniyle barışık, arzularıyla sınırsız oluşu ve metnin ismi gibi pek çok sebep Tante Rosa'nın ‘yabancılığında’ etkiliydi. Sadece bu da değildi tabii, Murat Belge’nin Sevgi Soysal’dan aktardığı şu cümlede bahsettiği gibi: “Tante Rosa yerine Ayşe Teyze dese bu yorum böyle yaygınlaşmaz, ‘yabancı’ yerine ‘gerçek üstücü’ ve benzeri sıfatlar kullanılırdı. Belki bu sıfatlarla da aynı şeyi kast ederek” (2015:7). Burada Belge’nin ‘aynı şeyi kast ederek’ cümlesinin de üzerinde durmak gerek. Çünkü bu cümlenin söylediği, asıl meselenin metnin ismiyle de ilgili olmadığı. Sorun isimden çok metnin kadın temsiliydi bana göre. “Ayşe Teyze” de olsa karakterin toplumsal kodları aşındıran tavrı bir şekilde sorun olacaktı ve yine benzer eleştirilere açık hâle gelecekti. Çünkü asıl sorun olarak görünen, Tante Rosa’nın bir kadın olarak verili varlığının dışında kendisini ve kadınca tüm “bilemeyişlerini” sorgulaması, onları biçilen kadın rollerinin ve kategorilerinin dışında inşa edişiydi. Tante Rosa karakterinde öne çıkan yaşanan tüm sıkıntılara, tutunamamaya rağmen, yaşama dair tüm denemeleri karşılıksız kaldığında dahi kendisinden, arzularından vazgeçmeyişiydi.
TANTE ROSA 'YENİ BİR KADIN' TİPİ Mİ?
Funda Soysal şöyle söylüyor: “Son yıllarda epey eleştirildiği üzere, o zamanki bakışla ‘Tante Rosa’ ‘çeviri kokan’ bir kitaptı. Tabii o zaman dahi, Vedat Günyol gibi, onu edebiyatımıza ‘yeni bir kadın tipi’ kazandıran bir yazar olarak görenler vardı belki ama genel kanı, ‘Tante Rosa’nın yazarının da en az onun kadar içinde yaşadığı ülkeye yabancı olduğuydu” (2015: 16). Tante Rosa, ‘yeni bir kadın tipi’ olmaktan çok olması istenen kadınlığı aşındıran, toplumsal gözetimin 'tuhaf' bulduğunu alıp başının üzerine koyan, evlilik gibi kurumlara yüklenen kutsiyeti yerle bir edendi, ‘yeni’ değildi, kadın oluşa verili rollerin reddiydi, kendisine kurumlar ve toplum tarafından giydirileni bırakan bir çıplaklıktı, oluşu gereğiydi. Ki onun ‘yersizliği’ sadece Türkiye için değil, metindeki Batılı topluluk için de geçerliydi. Rahibeler okulunda bulunduğu sırada, kilisedeki disiplinsiz tavırları nedeniyle melek rolü yerine yoksul rolü oynamak zorunda kalmıştı misal veya kocasını ve çocuklarını bırakıp gittiğinde, kilise, papaz, koca, hizmetçi hepsi tarafından aforoz edilmişti çünkü Tante Rosa 'içini öldürmemişti.' İçini öldürmemenin anlamı ise yine karakterin cümlelerinde karşılık buluyor: “Her şey özlenebilir. Her şey tutku konusu olabilir. Her şey aynı ölçüde aşağılık olabilir. Tutkular çerçeveye göre değişen şeylerdir. Evli kadınlar toplantısında, en temiz pak aile kadını olmaya özenen aynı kadın, orospuların yanında en orospu olmayı niçin istemesin? Önemli olan istektir, hiçbir istek diğerinden soylu değildir, değildir, böyle düşünmüş olabilir Rosa gizliden.” Rosa gizliden düşünmüş olsa da açık etmişti arzularını, akışa bırakmıştı. Bu açıdan bakıldığında Tante Rosa karakteri sadece bu coğrafyanın değil dünyanın da ‘yerlisi’ değildi. Çünkü o içinde bulunduğu ve bizde belki de Batılı bir profil çizdiği için ‘yabancı’ görüldüğü o toplumu da eleştirebilen bir karakterdi; “batı batı denen uygarlık bu işte buzdolaplı açlıklar var burda” demeyi bilmişti. Kadını ulusun soyunu devam ettiren bir varlığa indirgeyen militarist anlayışa karşı anti-militarist bir tavır ortaya koyabiliyordu; “savaş eksilmiyordu, önce babalar eksildi, sonra ağabeyler eksildi, savaş eksilmedi” diyordu. Din hanesini boş bıraktırdığı için ölümüyle bile 'sorun' yaratmayı başarmıştı cenaze bürokrasisine. Bu nedenlerle ona yüklenen ‘yabancılık’ aynı zamanda kadın oluşa yüklenenlerin dışında varlık göstermesiyle, verili olanı reddetmesiyle de ilgiliydi. Daha önce söylediğimi bir kere daha söylemem gerekirse, Tante Rosa toplumca, devletçe, ulusça, genel ahlâki yargılarla 'tuhaflaştırılan' her şeyin adıydı, bir kadına bildirilemeyenlerin, denetlenemeyenlerin adı olduğu gibi.
'YÜRÜMEK' NEDEN MÜSTEHCEN?
Yürümek, kitabına sözü getirirsek, aslına bakılırsa bu metnin müstehcen görülüp toplatılması da Tante Rosa bahsinde söz ettiklerimizden çok bağımsız değil. Bu metinde Sevgi Soysal, Elâ ve Mehmet karakterleri üzerinden cinselliğe dair olanın inşasını ele alır. Funda Soysal kitabın toplatılma ortamından şöyle bahsediyor: “Sen misin bu ülkede yürüyen. Aralık 1970’te yayımlanan bu güzel roman, o yıl için 1971’in ilk aylarında verilen TRT Roman Başarı Ödülü’ne layık bulununca, o zamanki adıyla Sevgi Sabuncu, 12 Mart’ın anayasa değişiklikleriyle kudret bulan ve aslında dönemin özerk Ankara TRT’sini hedef alan linç kampanyası için bir günah keçisi oldu. Sıkı yönetim yasasının kabulünden bir ay sonra, Haziran 1971’de bir senatörün Meclis’teki ifadesi şöyle: ‘TRT’nin yönetici kadroları Türk kültürünü, milli benliğini ve harsını tahrip ederek, sapık ideolojilerin dili haline gelmiştir. Radyo kültür yarışmasında en müstehcen en sapık eserleri devlet hazinesinden ödüllerle alkışlayarak Türk milletinin haysiyetiyle, namusuyla oynamışlardır’” (2015: 18). Şimdiden bakınca bile kullanılan ifadelerin epey tanıdık olduğu görülebiliyor.
Yürümek müstehcen çünkü cinselliğin tabu olarak kurulmasını, aileden itibaren başlayan ahlâki biçimlemeyi, kadının bedenine yabancılaşmasını, arzularına ket vurmasını tüm bunların arkasındaki toplumsal gözü görmemizi sağlıyor. Gençlerin arzularının farkına varmaları, bedenleriyle tanışmaları Elâ ve Mehmet karakterlerinin yaşamları üzerinden anlatılırken, bedenin nasıl tabu hâline geldiği âdeta bir 'suçlu beden' olarak kurulduğu da sorunsallaştırılıyor. Örneğin; Elâ’nın sevgilisi Aleko ile öpüşmesinin sonrasında eve geldiğinde, babasının ölümüyle karşılaşmasında onun bedenini 'suçlu' hissetmesinde ve sorgulamasında bunu görürüz: “Aleko’yla öpüşürken mi ölmüştü babası? Aleko’yla tepeye çıkmasını yasakladığı için mi Aya Yorgi intikam almıştı babasından.” Aslında Elâ’nın tüm başarısız ilişkilerinde biraz bunu görürüz. Bir otorite figürü olarak gösterilen ve metinde Elâ’nın yaşamında söyleminin önemli yeri olan, adeta denetim mekanizması olarak işlev gören bir anne figürü vardır. Burada neden bir otorite figürü olarak kadın karakterin seçildiği sorusu da geliyor akla.
Toplumsal cinsiyet kodlarının kültürel bellek ile aktarımında; anneler, anneannelerden aldıklarını salık verirler çocuklarına, genellikle böyledir, bu nedenle cinsiyet rollerinin kurulmasında ailenin en işlevsel kurum olduğu, rolleri yeniden ürettiği ve cinsiyetin sabit bir kategori olarak ele alınmasında önemli işlevi olduğunu söyleyebiliriz. Metinde erkek cinselliği erkeklerin kendi aralarındaki muhabbetleriyle, Playboy gibi dergilerle ve yine karakterler arasındaki ilişkilerle anlatılırken mesela aile bu konuda pek gündeme gelmez. Bu da dikkate değer bir ayrıntı bana kalırsa çünkü erkek cinselliği aile tarafından pek sorun edilmez konu daha çok genel ahlâkın kodları nedeniyle kadınla ilişkilenir. Konudan çok sapmadan kısaca ifade etmek gerekirse, Yürümek cinselliği işleyen bir romandır. Bu nedenle sakıncalı görülür ‘müstehcen’ olduğu gerekçesiyle toplatılır. Nedeni yine açıktır aslında, Sevgi Soysal, kadın oluşu, erkek oluşu toplumun ahlâki değer olarak gördüklerini aşındırarak anlatır. Böylece kendi deyimiyle 'müstehcen muharrir' (akt. Soysal, F., 2015: 22) olur.
'YÜRÜMEK'İ SAKINCALI KILAN DİĞER KONU
Peki, sadece bunlar mı Yürümek'i yasaklı kılan? Değil, çünkü Sevgi Soysal bu kitabında ayrıca Rumlardan ülkenin belirli bölgesinde sıkışmış, ‘öte’ tarafa düşmüş olandan da bahsediyor. “Perşembe günü adliyede, yine bir savcıdan romanım hakkında, konu romanımla hiç ilişkili değilken, bir şeyler işittim. Sadece 91 sayfa değil bir de Ada bölümü varmış, içinde başka suçlar taşıyan! 170 sayfada neler yapmışım meğer. Dün gece üşüdüm” (akt. Soysal, F., 2015: 21) derken de bahsettiği konu bu. Çünkü Yürümek kitabında bir Türk kızının bir Rum gence kapılmasının da söylediği şeyler var. Metinde bu 'başka' olarak kurma durumunun izlerine de rastlanıyor zaten. Elâ’nın babası Hulûsi Bey Aleko’yla tepeye çıkmasını yasaklıyor bu durum karşısında yenge karakterinin cümleleri şöyle: “Kendini bilen bir kız Rum oğlanlarıyla çama çıkmaz. Kısmet bir altın toptur, bir tepersen bir daha geri gelmez. Ayol bütün Ada koca bekleyen kızlarla doluyken, sen cebi delik Rum oğlanıyla çama çıkarsan, parlak parlak tüm kısmetler bütün o koca bekleyen kızları almasalar da, seni hiç almazlar.” Burada hem Rum olmaya dair ayrımcı dili hem de kadın olmanın 'koca bulmak' anlamına indirgendiğini görürüz. Sadece bu da değil, Sevgi Soysal’ın Rumlara dair anlatısı, metnin sonları ki sanıyorum 'Ada bölümü' olarak asıl tabir edilen yer de o bölüm. Soysal burada, dönemin politikalarına ve Türk-Yunan gerginliğine dikkat çekerken, hem oraya çıkarma yapan askerler üzerinden halkların düşman edilmesini, hem 'Kiliseden karşı Ada’ya' işaret verildiği gerekçesiyle ihbar edilen Kilise’nin konumunu hem de Ada’nın yaşayanlarının tedirginliğini anlatıya taşıyor. Bu metni ‘sakıncalı’ kılan başka bir unsur da bu oluyor böylece. Yani Soysal, ‘vatan, millet, namus’ gibi kavramları aşındıran ve sorgulayan bir anlatı ortaya koyduğu için metni cezaya sebep oluyor.
Kısacası Yürümek, Gülten Akın’ın söylediği gibi: “Konusu cinsellikti. O güne dek ucundan kıyısından pek çok romanda izleri vardı cinselliğin. Bir edim ya da üstüne konuşma olarak. Türk romanının da sanırım ilk kez bu denli gözü peklikle işlendi bu konu” (akt. Tutumlu, R., 2015: 81), bu nedenle “müstehcendir”. Herkül Milas’ın ifadesiyle; “Rumlar konusunda çok özel ve ender rastlanan duyarlılığı” (akt. Soysal, F., 2015: 19) vardır, bu nedenle de 'sakıncalıdır.' Yürümek, toplumun ahlâki ve milli denen kodlarıyla oynamıştır, ayrıksılık yapmıştır, cinselliğin tabu olarak görüldüğü toplumda konu açıkça işlenmiştir. Ayrıca, kendine düşman bulmadan varolamayan bir toplumda Soysal, karakterini 'düşmanla' dans ettirmiştir, dili ortaklaştırmıştır, karakterlerine Rumca kelimeler öğretmiştir.
Tante Rosa ve Yürümek metinlerinin 'yabancılık' ve 'müstehcenlik' bağlamında tartışmak elbette derin bir konu. Bu yazıda ancak meseleye girmiş olabiliriz. Yalnız şu soruyu da Sevgi Soysal’a yöneltilen eleştirilere karşı sormak gerek: Sevgi Soysal bulunduğu topluma yabancı bir yazar mıydı yoksa toplumunun kodlarını çok iyi gözlemlemiş ve birilerine ‘yabancı’ ve ‘müstehcen’ geleni anlatıya taşıyarak, ayrıksılık mı yapmıştı? Sanıyorum Soysal, bilineni deşifre etmişti, âşina kılmıştı, tabu olan meseleleri işlemiş, 'başka' olarak kurulanın sorununu içselleştirmiş ve Tante Rosa gibi bir karakter yaratarak verili olanın sınırlarında gedik açmıştı.
Kaynaklar
- Soysal, S., (2015), “Tante Rosa”, İstanbul: İletişim Yayınları.
- Soysal, S., (2018), “Yürümek”, İstanbul: İletişim Yayınları.
- Soysal, F., (2015), “İsyankâr Neşe, Sevgi Soysal Kitabı ‘Modernliğin Türkiye’deki Makus Talihi’”, (Haz. Seval Şahin/ İpek Şahbenderoğlu), İstanbul: İletişim.
- Tulumlu, R. (2015), “İsyankâr Neşe, Sevgi Soysal Kitabı ‘Elâ’nın Yürüyüşü’”, (Haz. Seval Şahin/ İpek Şahbenderoğlu), İstanbul: İletişim.