Ali Volkan Erdemir: Çeviride üç yazara odaklandım; Murakami, Oe, Mishima...

Çevirmen Ali Volkan Erdemir, Yukio Mishima, Kenzaburo Oe ve Haruki Murakami’nin eserlerini dilimize kazandırdı. "Çeviri bir kültürü bir diğerine anlaşılır halde aktarma gayretidir" diyen Erdemir ile çeviri-uyarlama ilişkisini ve çevirmenlerin sorunlarını konuştuk.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Çevirmen Ali Volkan Erdemir eğitimini Ankara Üniversitesi DTCF Japon Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde tamamladı. Ardından Kyoto Üniversitesi’nde yüksek lisans ve doktora yapan Erdemir, Erciyes Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Japon Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde göreve başladı. 11 yıldır başkanlığını yürüttüğü bölümde, Japon edebiyatının yanında, Japon kültürü ve sineması üzerine de dersler açan Erdemir, okur tarafından ünlü yazar Haruki Murakami’nin çevirmeni olarak tanınıyor.

Ali Volkan Erdemir’le kişisel geçmişini, çeviri olan ilişkisini ve çevirinin varoluşu ve biçimlenişini konuştuk.

Ali Volkan Erdemir

Klasik olarak başlayalım. Sizi tanıyalım öncelikle…

9 Aralık 1974, Denizli doğumluyum. Ankara Üniversitesi DTCF, Japon Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı mezunuyum. Öncesinde de aynı yerde iki yıl Amerikan Kültürü ve Edebiyatı Anabilim Dalı’nda öğrenim görmüştüm. Ancak Japon edebiyatına ilgimden dolayı tekrar sınava girip bölüm değiştirdim. Ne var ki o zamanlarda Japon Dili’nde eğitim veren akademik kadro henüz oturmamış, en kıdemli öğretim elemanımız doktora öğrencisi idi. Sadece bir edebiyat dersi aldığımı hatırlıyorum. Bu nedenle, 11 yıldır görev yaptığım ve başkanlığını yürüttüğüm Erciyes Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Japon Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı’nın öğretim programına, öğrenciliğim sırasında keşke olsaydı dediğim Japon edebiyatı, Japon kültürü ve Japon sineması derslerini ekledim. Bugün, Japon edebiyatı üzerine altı farklı ders başta olmak üzere Türkiye’de en zengin ve renkli program içeriğine sahip Japon Dili ve Edebiyatı bölümüyüz. Ayrıca çağdaş Japon edebiyatı yazarlarından Natsume Soseki, Junichiro Tanizaki, Ranpo Edogawa, Kenji Miyazawa, Yukio Mishima, Natsuo Kirino ile ünlü yönetmen Akira Kurosawa üzerine yüksek lisans tezi danışmanlığı yürüttüm ya da yürütüyorum.

Çeviri öğrenimim ise Kyoto Üniversitesi’nde yüksek lisans ve doktora yaptığım döneme dayanır. Danışmanım Prof. Dr. Naoki Inagaki, Japonya’da Fransız edebiyatı, karşılaştırmalı edebiyat ve karşılaştırmalı kültür çalışmaları alanlarının önde gelen akademisyenlerinden biridir. Doktorasını Paris Üniversitesi’nde tamamlamış, Japonya’da çeviri ödülü de almış. Onun çeviri derslerinde ele aldığımız metin yine kendi çevirilerinden biri olan Küçük Prens’ti. Fransızca'mın yettiği kadarıyla orijinal dilinden, diğer durumda ise İngilizce çevirisinden yararlanarak uygulamaya dayalı çalışmalarla çeviri tekniklerini o derslerde edindim.

Bu arada Kyoto Üniversitesi’nde yüksek lisans tezimi Japonca, doktora çalışmamı ise İngilizce yazdım. Durum böyle olunca, 2007 yılında Türkiye’ye döndüğümde Türkçeye o kadar çok susamıştım ki Sabahattin Ali’nin eserlerini ardı ardına okuduğumu hatırlıyorum. Bazı Türk dili uzmanı arkadaşlarım yazılarımda ve çevirilerimde onun eserlerinde kullandığı dilin etkisinin belirgin olduğunu söylerler. Çevirmenlik ise üniversitedeki mesai bitiminin ardından yaptığım, 2015’ten bu yana sürdüregeldiğim bir uğraşı. Böylece sadece iki yayınevi ve akademik odağımda olan üç yazarın, Yukio Mishima, Kenzaburo Oe ve Haruki Murakami’nin, eserlerini çeviriyorum.

'ÇEVİRİDE YORUMUN SINIRLARINI İYİ ÇİZMEK GEREKİR'

Çeviri konusunda hemen herkesin bir fikri var. Siz, bir çevirmen olarak çeviriyi nasıl tanımlıyorsunuz?

Bu sorunuzu çeviriyle ancak birkaç senedir uğraşan biri olarak yanıtlayabilirim. Buna göre, kanımca, çeviri bir kültürü bir diğerine anlaşılır halde aktarma gayretidir. Bu aktarımı yaparken ise yorumun sınırlarını iyi çizmek gerekir diye düşünüyorum.

Bir kültür aktarımı yolu olan çeviri, uyarlamaya ne derecede dâhil edilebilir? Kültür karşılıklarının bağlayıcı yönünü nasıl açıklarsınız?

Örnek vererek açıklamaya çalışayım. Bir süredir Türkçedeki Japon masalları üzerine düşünüyorum. Türkçede ara dilden çevrilmiş beş Japon masalı kitabı var, bunun üçü bir yazarın farklı yayınevlerinden çıkmış aynı kitabının çevirisi. Bu seçki içinde bir masalın başlığı “Salak Saburo” Masalı okuduğunuzda, bu Saburo adlı çocuğun aslında şaşkın biri olduğunu anlıyorsunuz. Orijinali ise “Yarım Akıllı Saburo” diye çevrilebilir. Dolayısıyla, Türkçede anlam değişimine uğrayıp aşağılama içeren “salak” sözcüğü neden tercih edilmiş, anlamış değilim.

Yine, Japonya’daki inancın temeli, 8 milyon Şinto tanrısının yer aldığı Japon dini Şintoizm ve aslında tanrı kavramının bulunmadığı Budizm’e dayanır. Ancak Japoncadan yapılan kimi edebiyat çevirilerinde “Allah” sözcüğü yeğleniyor. Bu duruma Japonya açısından bakalım. Sufizm üzerine Türkçe kaleme alınmış bir eseri Japoncaya çevirirken, ya da içinde “Allah korusun” geçen bir metindeki Allah sözcüğünü Japoncaya Buddha ya da Şinto tanrılarından birinin adını vererek çevirmek ne kadar doğru olur?

Buradaki son örnek olarak, Küçük Prens’in ilk Japonca çevirisini vereyim. Bu tanınmış kitabın adı Japoncaya ilkin Hoshi no Ōjisama – Yıldızın Prensi olarak çevrilmiş. 2004 yılında bu ilk çevirinin yasal telif süresi dolmuştu (bu ilk çevirinin yayım hakkına dair ayrıcalıklı bir anlaşma maddesi vardı diye aklımda kalmış) ve yine telifi ödenerek birçok çevirisi yayımlandı. Yeni çıkanlar arasında çeşitlilik olsa da genelde Küçük Prens tercih edildi. Yıldızın Prensi, Türkçede de zorlamalı dursa da, bu sevimli, bilge çocuğun ya da aslında yazarının ruhunun yetişkinlerin dünyasından uzaklığını ve farklılığını vurgulaması açısından bana hep hoş görünmüştür.

'BATI DİLLERİNDEKİ ÇEVİRMENLERİN RAHATLIĞINA HAYRANIM'

Editör-çevirmen ilişkisi nasıl yürüyor?

İlk kurmaca çevirimin çıktığı 2015’ten bugüne dek Doğan Kitap’tan sekiz Haruki Murakami, Can Yayınları’ndan birer Kenzaburo Oe ve Yukio Mishima çevirim çıktı, bir Mishima çevirim de Ekim ayında yayımlanacak. Bu çevirilerde üç farklı editör ile çalışma imkanım oldu. Kendilerinin de çeviri eserleri olduğundan birbirimizi iyi anladığımızı düşünüyorum. Bazen Japoncaya özgü durumlarda ya da kimi Japon kültür ögelerinin aktarımı konusunda uzunca konuştuğumuz da olmuyor değil. Murakami çevirileri özelinde ise, editör arkadaşım Handan Akdemir’le keyifle yürüttüğümüz bir süreç var; dile kolay, birlikte irili ufaklı sekiz Murakami çalışması yapmışız. Kendisi saf bir Murakamik (İngilizcede Harukist deniyor, Murakamik’i ben uydurdum, kusura bakmasın İngilizceciler). Böylece edebiyat üzerine akademik donanımının yanında profesyonel editörlüğü, Murakami sevgisi ve çevirilerdeki sürekliliği kendimi güvende hissettiriyor.

Bu çevirilerin edisyonu sırasında yaşadığımız ilginç bir deneyimden de söz etmek isterim. Düzelti sırasında çevirim, İngilizce metin üzerinden kontrol ediliyor. Ve bazen cümle, paragraf ve hatta birkaç sayfanın İngilizce çeviride yer almadığı anlaşılıyor. Özellikle Mishima ve Oe’nin eserlerinde çetrefilli Japonca cümleler, Murakami’ninkilerde ise sadece Japonya’da anlaşılacağı düşünülen kimi yerleri yok sayıyorlar. Batı dillerindeki çevirmenlerin bu konudaki rahatlığına hayranım!

'METNİN ÇEVRİLEBİLİR OLMASI İÇİN O ESERİ MERAK ETMELİYİM'

Sizin için bir metnin “çevrilebilir” olmasının gerekçesi nedir?

Çeviri seçerken yayınevlerinden bana gelen önerileri değerlendiriyorum. Bunların içinde ise çeviri yapmaya başladığım 2015’ten bu yana, daha önce de belirttiğim gibi, şimdilik sadece üç yazara odaklanmış durumdayım. Bunlar, farklı ideoloji ve değişik biçemde yazan Kenzaburo Oe, Yukio Mishima ve Haruki Murakami adlı Japon yazarlar. Bu üç yazar aynı zamanda aklımdaki akademik çalışmaların da zeminini oluşturuyor. Bu durumda benim için metnin “çevrilebilir” olması için, o metnin öncelikle çağdaş Japon edebiyatı kapsamında olmasını gerektirir ki dilini anlayabileyim. Bir diğeri ise, çevireceğim metnin Japon edebiyatı akademik alt yapıma dayanan, mümkün mertebe Japonya yaşantı deneyimim üzerinden zihnimde canlandırabileceğim, diğer bir deyişle kendimi yetkin hissedeceğim içerikte olmasıdır. Dahası, yazara ilgi duymalı, eseri merak etmeliyim. Son ama en önemli gerekçelerden biri de, Batı’daki çeşitliliğine gittikçe yaklaştığımız Japon edebiyatı alanına katkı sağlaması açısından öncelenmesi gereken bir yazarın eseri olmasıdır.

Karanlıktan Sonra, Haruki Murakami, Çevirmen: Ali Volkan Erdemir, 180 syf., Doğan Kitap, 2017.

Ülke kurulduğu günden beri çevirmenin kontrol altında tutulmaya çalışılmasının, sıklıkla yargılanmasının sebebi ne sizce? Sistem, çevirmenden neden korkuyor?

Bilmiyorum. Eserlerini çevirdiğim üç yazara bakalım. Kenzaburo Oe, insan hakları savunucusu bir aktivist, faşizmle bağdaştırdığı Japon imparatoru karşıtı evrensel düşüncede insancıl bir yazar. Yukio Mishima ise Japon imparatorunun devlet yönetimindeki haklarının ve ABD etkisiyle kaybedildiğini düşündüğü eski saf Japon ruhunun geri kazanılması gerektiğine dikkat çekmek için geleneksel samuray intiharıyla karnını deşerek yaşamına son veren bir aşırı milliyetçi olarak anılıyor. Bu zıt kutupta duran iki yazarın eserlerini Can Yayınları’na çeviriyorum. Haruki Murakami ise toplumsal olaylara kayıtsız kalmamakla birlikte, Oe ve Mishima’dan farklı. Amerikan edebiyatından açık şekilde etkilenen Murakami’nin eserlerindeki mekan hep Japonya’dır. Eserlerinde çoğu zaman büyülü, gizemli bir dünya kuran bu yazarın evrensel olduğu iddia edilse de, kanımca, sonuna dek Japon’dur. Bu yazarın eserlerini de Doğan Kitap’a çeviriyorum.

Bu durumda ben, kastettiğiniz sistemin neresindeyim? Öte yandan sorunuzun bana çağrıştırdığı Metin Altıok’un şu dörtlüğünü de paylaşmadan edemeyeceğim:

“Yıllardır herkesin bu garip ülkede

Sanki kadermiş gibi çektiği;

Yanlış iliklenmiş gömlekte

Bir düğmeyle iliğin gülünç çaresizliği.”

'YAYINEVİ VE ÇEVİRMEN ÇEŞİTLİLİĞİ NİTELİKLİ OLDUĞUNDA HERKES İÇİN FAYDALI BİR DURUM'

Geçmişe nazaran yayınevi sayısının artmasının çeviriye/çevirmene olan faydası ya da zararı nedir? Ek olarak, ekonomik dalgalanma çevirmeni ne oranda etkiliyor?

Bu soruyu izninizle Japon edebiyatı ve Japonya’yı konu alan eser çevirileri özelinde yanıtlamak isterim. Yayınevi ve çeviri niteliği kötü birkaç örneği şimdilik göz ardı ederek, iyi örnekler üzerinden kendimi dile getirmeye çalışayım. Dünyaca ünlü bir yazarın tüm eserlerinin Türkçeye çevrilerek alana kazandırılması, hem o yazarın hak ettiği ölçüde tanınması hem de ülkemizin kültür zenginliği açısından önemli. Bu noktada, Doğan Kitap’ın dünyaca ünlü yazar Haruki Murakami’nin külliyatını Türkçeye kazandırıyor olmasına ve bundaki payıma seviniyorum. Aynı yayınevi Murakami’nin yanı sıra Kanae Minato, Natsuo Kirino gibi gerilim ve polisiye türünde eser veren Japon yazarların kitaplarını da Türkçede okurla buluşturmaya devam ediyor. Ve tabii ki kült Japon yazarlar seçkisiyle Can Yayınları’nın yeri de her zamanki gibi çok özel. Bu arada geçen sene Japonya çalışmalarının en prestijli ödülü olan Japon Vakfı Ödülü’nü kazanan, Almanya’da yaşadığı halde hem Almanca hem Japonca eserler veren Yoko Tawada’nın eserlerini Türkçeye kazandırmaya başlayan Siren Yayınları’nı da bu önemli yazarı ortaya çıkardığı için anmak isterim.

Bu arada Japonya’yı konu alan, söz gelimi Şişmanlayamayan Sumocu, Japon Sevgili, Paris’te Satori, Mokusei, Madam Krizantem gibi kitapların da, dersimin adıyla söylersem, Batı edebiyatı aynasında Japonya’yı göstermesi bağlamında önemli bir işlevi var. Çünkü Japonya’yı ya Japonlardan ya da kendi basmakalıp düşüncelerimiz zihnimizde yer ediyor. Sözünü ettiğim bu eserlerde Batılı gözünden nasıl bir Japonya portresi çizilmiş, çiziliyor, bu değerlendirme Japonya’yı anlama gayretine ayrı bir değer katıyor. İlk sorununuza vermeye çalıştığım yanıtı özetlersem, nitelikli olduğunda yayınevi ve çevirmen çeşitliliği, bence herkes için kazançlı, faydalı bir durum.

Ekonomik dalgalanmanın çevirmeni nasıl etkilediği sorunuza gelince, asıl mesleğimden elde ettiğim düzenli bir gelirim olduğundan, bu sorunuza kendi deneyimim üzerinden cevap vermemin gerçekçi olmayacağını düşünüyorum. Ancak çevirmen arkadaşlarımdan işittiğime göre böylesi ekonomik krizler, kendilerini çeviriye adayanlar için çok bunaltıcı oluyor.

Kurbanı Beslemek, Kenzaburo Oe, Çevirmen: Ali Volkan Erdemir, 224 syf., Can Yayınları, 2015.

'TÜRKİYE'DE ÇEVİRMENLİK HAK ETTİĞİ MADDİ KARŞILIĞI ALABİLEN BİR MESLEK DEĞİL'

Hukuki olarak bakıldığında çevirmenin en nesnel sorunları nelerdir? Hak ettiğiniz güvenceye kavuştuğunuzu düşünüyor musunuz?

Batı’da çevirmenlerin koşullarına dair imrendiğim bir örnek vererek aklımdakini anlatmaya çalışayım. Haruki Murakami çevirmenlerinden Mette Holmes bir söyleşisinde birtakım çevirmen ayrıcalıklarından söz etmişti. Yaptığı Murakami çevirilerinin kapak tasarımında söz sahibi olduğu gibi Avrupa’da Murakami konulu sempozyum ya da kitap tanıtımlarına katılımının tüm masrafları yayınevi tarafından finanse ediliyormuş. Yine onunla Tokyo’da, Murakami çevirmenliği konulu bir belgesel hazırladılar ve bu belgesel pek çok ülkede yayımlandı, Haziran ayı başından itibaren de Japonya’daki sinemalarda gösteriliyor.

Ülkemizde ise, çevirmen arkadaşlarımdan ve basından takip ettiğim üzere, çevirmenlik kesinlikle hak ettiği maddi karşılığı alabilen bir meslek olarak görünmüyor. Ekonomik güvence, emeklilik hakkı, tatminkar ücretlendirmenin söz konusu olmadığını duyuyorum. Bu haliyle de koşullar çevirmenlik adına hiç de iç açıcı olmadığı gibi meslek olarak çevirmenliği tercih noktasında da özendirici bir tablo oluşturmuyor.

Yine de, şanslıyım ki yazarını sahiplenip metnini özümseyerek çeviren, işini keyifle sürdüren birçok çevirmen tanıdığım var. Başka mesleklerde işini severek yapan kaç kişi sayabiliriz?

“Şu çeviriyi bir de benden okusaydınız keşke…” diyebileceğiniz bir metin var mı? Ya da çok beğendiğiniz, okumaktan keyif aldığınız bir çeviri?

Natsume Soseki’nin 2003 yılında Küçük Bey olarak çevrilen Botchan adlı novellasını bir de ben çevirmek isterim. İçeriğini çok beğendiğim bu kitap Japoncadan Türkçeye çevrilen ilk eser olma özelliğini de taşır.

Diğer sorunuza gelince, üniversitede Amerikan Kültürü ve Edebiyatı bölümüne başladığım yıl, Ankara’da o zamanların Zafer Çarşısı’nda bir sahafta karşıma çıkan Seçkin Selvi’nin çevirdiği, Yukio Mishima’nın Denizi Yitiren Denizci adlı romanı (Sander Yayınları, İstanbul, 1973; bu eser daha sonra tıpkı basımla Can Yayınları’ndan (2013) yayımlandı. Bu kitap sadece hayranlık duyduğum bir çeviri eser olmakla kalmayıp aynı zamanda Japon edebiyatına duyduğum ilgiyi de körüklediğinden benim için yeri özeldir.

Sayın Selvi’nin sözünü ettiğim Mishima çevirisi 1970’ler Türkiyesinin zengin kültür yapısına da işaret eder. 2019 yılındayız ve Mishima’nın 1950 yılında yazdığı bir kitabın çevirisi nihayet bu yıl Can Yayınları’ndan çevirimle çıkacak. Bu noktada da çeviri seçimlerimden kendimce bir gurur duyduğumu gizleyemem.