Çağımızın aşklarına kuramsal bir bakış: Aşkın Hâlleri
Nehir ve Tezcan Durna’nın derlediği Aşkın Halleri kitabı Uğur Mumcu Vakfı Yayınları tarafından yayımlandı. Derleme, aşkı çevreleyen farklı düzlemlerdeki tezahürlerine odaklanarak, farklı ve kısmi bakış açılarından kalkarak aşkın gerçekliğini aydınlatmaya çalışıyor.
Dünyada üzerine en çok konuşulan ama en az fikir birliğine varılan konudur aşk. Aynı zamanda bu kadar çok konuşulduğu, yazıldığı, betimlendiği için klişelerin saldırısı altındadır. Mesela bu yazıyı okurken ister istemez daha önce kaç kez benzer cümlelerin yazıldığını düşünürken yakalayabilirsiniz kendinizi. Onun için aşk üzerine söz almak zor. Daha önce yazılmamışı yazmak, dahası aşkın farklı hâllerini belirlemek başlı başına bir başarıdır, sorarsanız. Konu aşk olunca yayın bolluğuyla karşılaşacağımızı düşünebiliriz. Evet, bir taraftan böyle bir yayın bolluğundan bahsetmek mümkün –her kurmacanın merkezinde aşk hikayesi olduğu yetmezmiş gibi, aşk romanları, romantik komediler vesaireyle dört bir yandan aşk söylemleriyle çevrilmiş durumdayız– ama aşkı bir hegemonya alanı olarak gören ve derinlemesine ele alan araştırma kitapları konusunda bir kısırlıktan bahsedebiliriz. Bu eksiği geçmişte Cogito’nun 'Aşk dosyası' kapatmaya çalışmıştı. Türkçeye çevrilen kitaplarla da bu konuda bir külliyata sahip olduk. Ama Türkçe yazan araştırmacıların eserleriyle nadiren karşılaşıyoruz.
Bu boşluğu doldurma konusunda geçtiğimiz aylarda adım atıldı. Nehir ve Tezcan Durna’nın derlediği ve Uğur Mumcu Vakfı Yayınları tarafından yayımlanan Aşkın Halleri kitabı bu anlamda önemli bir iddiayla yola çıkıyor. Aşkın sadece biricik, psikolojik ve öznel olduğuna dair efsanenin neden yanlış olduğunu psikoloji, iletişim bilimleri, sosyoloji, siyaset bilimi, edebiyat kuramı, felsefe, antropoloji olmak üzere farklı disiplinleri işe koşarak serimlemeye çalışıyor. Kitap, aşkın sadece kalbin hızlı atması, mideye oturan bir sızı olmadığını, psikolojik ve toplumsal olarak belirlenen bir süreç olduğunu hatırlatıyor okura.
ÇERÇEVELENEMEZ OLANI ÇERÇEVELEMEK
Kitabın ilk bölümü aşkın her dönem değişen anlamlarına odaklanarak tanımlanamaz olanın tanımlanmasına, çerçevelenemez olanın çerçevelenmesine ayrılmış. Bu hedeflenirken Alev Özkazanç’ın önsözdeki şu uyarısının dikkate alındığını söyleyebiliriz: “Aşkın hakikati, gerçek, imgesel ve simgesel düzlemleri arasında daima bölünmeye yazgılı görünüyor. Bu nedenle tek yapabileceğimiz şey, aşkı çevreleyen farklı düzlemlerdeki tezahürlerine odaklanarak, farklı ve kısmi bakış açılarından kalkarak onun karmaşık gerçekliğini biraz olsun aydınlatmaya çalışmak olabilir.” Ahmet İnam’ın felsefi, Özge Mumcu Aybars’ın sosyo-ekonomik, Abdülkadir Çevik’in psikolojik açıdan bugünün deneyimlerine odaklandıkları yazıları, aşkın farklı tezahürlerini betimlemeye çalışıyor. Anıl Al–Rebholz ise Almanya’ya evlilik yoluyla göç etmiş kişilerin yaşadıklarını analiz ederek günümüzdeki evliliklerin belirleyenlerini tartışmaya açıyor. Meneviş Uzbay Pirili ve Renan Funda Barbaros’un aşkın ekonomisini irdeledikleri yazılarında birlikte olma kararının aslında ekonomik gerekçelerle alındığını Nobel ödüllü iktisatçı Gary Becker’in görüşlerine istinaden eleştiriyorlar. Tezca Durna ise gösteri toplumunun bir bileşeni olan magazin gazeteciliğinin aşkı nasıl ele aldığını tartışmaya açıyor. Kitabın ilk bölümünde çizilen çerçeveyle birlikte postmodern dönemin aşk algısının nasıl kaygan bir zeminde oluştuğunu da anlamaya başlıyoruz.
GÖSTERİ VE TÜKETİM TOPLUMUNUN GÖLGESİNDE AŞK
Kitabın temel tezlerinden biri aşkı nasıl tanımlarsak tanımlayalım çağın ideolojik hegemonyasından ayrı düşünemeyeceğimiz gerçeği. İletişim araçlarının bu kadar çoğaldığı, ilgi süremizin bu kadar kısaldığı, mahremiyet dediğimiz şeyin bu denli aşınmaya uğradığı bir çağda ister istemez nasıl âşık olduğumuz ve bu aşkları nasıl muhafaza ettiğimiz yönündeki sorular da gündeme geliyor. Aynı zamanda sosyal platformların, medyanın, yani genel anlamda gösteri toplumunun insanların algısını nasıl biçimlendirdiği de tartışılıyor kitapta.
Mutlu Binark ve Şule Karataş Özaydın’ın Güney Kore’nin yaratıcı içerik endüstrisini ve tüm dünyaca ünlü “Hallyu” yıldızlarını ele aldıkları yazıları hem arzu edilecek kişi imgesinin nasıl dayatıldığını hem de bir toplumun muhafazakâr ritüellerinin nasıl popülerleştirildiğini anlatması açısından önemli bir çalışma. Sadece kadın bedeninin değil erkek bedeninin de nasıl metalaştırıldığını anlıyoruz bu makale sayesinde. Binark ve Özaydın, kültür endüstrisinin ekonomiyle nasıl ilişkilendiğini de ele alarak çok boyutlu bir değerlendirmeyi olanaklı kılıyor. Sema Yıldırım Becerikli ve Gülçin Eren’in “Madam Butterfly’dan Markafonik Aşka: Reklamlar Üzerinden bir Analiz” adlı makalesiyse aşkın kapitalist gösteri ve tüketim toplumu içinde aldığı farklı biçimleri serimliyor. Yazarlar; ister uhrevi, romantik yahut cinsel boyutlarıyla görülsün aşkın her veçhesinin tüketim toplumunca markaya ve satılabilir bir emtiaya dönüştürülebileceğini öne sürüyorlar.
Burak Özçetin ve Gökçe Çelik ise son çeyrek yüzyılda hayatımıza giren internet aşkları üzerinden mahremiyet ve aleniyet kavramlarını tartışmaya açıyorlar. Özçetin ve Çelik’in makalesinin dikkat çekici noktası, klişeleşmiş sanal ortamın mahremiyeti öldürdüğü tezini eleştirmeleri. Sanal ortamda yaşanan aşkların da efsaneleştirilen aşklar kadar gerçek kabul edilmesi gerektiğinden yola çıkan çalışma önemli: 2000’li yılların internet kullanıcılarının mahremiyet ve aleniyet dengesini kurmaya, manipüle ve müzakere etmeye çalıştıklarının altını çizerek ezber bozan bir tezi ortaya atıyor. Derlemenin ezber bozan bir diğer makalesiyse Burcu Şenel’in“Dijital Hikâyelerle Başka Başka Aşklar: ‘Aşk’ Demek…”üzerine yazısı. Burcu Şenel, medyanın sadece eril hegemonyasının emrine koşulmadığını, farklı söylemlerinde yaratıcı bir enerjiyle açığa çıkarılabileceğini vurguluyor yazısında.
Nevin Yıldız Tahincioğlu’nun “Aşk’ın Tekinsizliği Üzerine: Üçüncü Sayfa Haberlerinde Aşk ve Şiddet” makalesiyse medyanın erkek egemen söylemi nasıl yeniden ürettiğini, kadına uygulanan şiddet haberlerinin verilme biçimlerini inceleyerek açığa çıkarıyor. Tahincioğlu’nun yazısındaki önemli vurgu, aşkla birlikte anılan şiddet eylemlerinin aslında insanlık tarafından arkaik düzenlemelerle sönümlendirilebildiği. Son dönemde artan şiddet eylemlerinin ise egemenler tarafından yaratılan genel baskı ortamıyla bağlantısının olduğunu düşünüyorsunuz bu yazıyı okurken.
MUHAFAZAKÂRLIK VE AŞK
Derleme, ülkemizde ve dünyada muhafazakâr hegemonyanın nasıl tesis edildiğine de odaklanıyor. Jale Özata Dirlikyapan, Cumhuriyet'in Erken Döneminde muhafazakâr yazarlarca kaleme alınan romanlara odaklandığı “Tereddüt Çağında Aşk: Cumhuriyetçi Muhafazakârların Romanlarında Aşkın Görünümleri” makalesinde birey ile toplum arasındaki ilişkilerin nasıl bir gerilimi açığa çıkardığını gözler önüne seriyor. Aynı zamanda muhafazakâr yazarların aslında görev bilinçleriyle yaşamak istedikleri hayat arasında sıkışmış, bu arada kalmışlıktan bitap düşmüş olduklarını vurguluyor yazar. “Tereddüt Çağında Aşk…” bu açıdan bakıldığında, hem İslami geleneklere uymaya çalışan ama kapitalist ayartılardan da kaçamayan günümüz muhafazakârlarını da önceleyen bir çalışma.
Nalan Ova’nın “Son Dönem İslami Romanlarda Aşk: İlahi Aşktan Dünyevi Aşka” yazısı Jale Özata Dirlikyapan’ın bıraktığı noktadan söz alarak iktidarı ele geçiren ve ekonomik olarak kapitalistleşen İslamcıların aşk algısını tartışmaya açıyor. Yazar, bir taraftan İslami idealler, diğer taraftan paranın verdiği özgüven hissinin arasında sıkışmış erkek karakterlerle hâlâ “İslam dininin taşıyıcısı rolünü üstlenen ve gündelik hayatlarını bu kurallara göre sürdüren örnek başörtülü Müslüman kadın karakterler”in arasındaki gerilime odaklanıyor. Bu gerilim İslamcı çevrelerde yaşanan fikri ve ahlaki dönüşüme de işaret etmesi açısından önemli. Nehir Durna’nın, İslami kadın dergisi Turuncu’nun iki farklı dönemini incelediği makalesinde aşkın İslami çevrelerce nasıl simgesel düzlemden sürüldüğünü anlatması bu açıdan önemli. Turuncu Dergisi’nin 2015’ten sonra çıkan sayılarında iktidar partisinin yerli ve millî ideolojisinin taşıyıcısı olarak kadınlara aşkı sadece ilahi aşk, evlilik ve annelik ekseninde konuşma fırsatı verdiğini vurgulayan Durna, iktidarın katılaşan ve farklı olanı dışlayan yapısına da dikkat çekiyor.
Aşkın Halleri, çağımızda aşkın yaşadığı dönüşümleri dinamik bir şekilde incelemeye çalışan bir derleme. Toplumsal sistemlerden, ideolojilere, kültürel ritüellerden, bireyselliğe, yaşamın her alanını kesen böyle bir kavramın bunca geniş bir şekilde ele alınabilmesi de büyük bir başarı. Sonuç olarak Aşkın Halleri, sadece sosyal bilimcilerin değil günümüzü anlamaya, anlamlandırmaya çalışan tüm kültür emekçilerinin okumasını önereceğimiz bir kaynak eser…