Thoreau ile yabanıl yollarda...
Henry David Thoreau’nun kaleminden 'Yürümek' Can Yayınları etiketiyle yayımlandı. 'Yürüyüş'ü kişinin içsel dünyasında gerçekleştirdiği bir gezinti olarak nitelendiren yazar, bir yandan da kapitalizmin “medenileştirdiği” insanların doğayla ilişkilerine eleştiriler yöneltiyor.
Henry David Thoreau okumaktan en çok haz aldığım yazarlardan biri diyebilirim. Çünkü onun doğa ile kurduğu bağdan, yabanıl hayat arzusundan, doğanın her ayrıntısına yüklediği anlamdan, mevsimlere bakışından, yıldızları duyuşundan kısacası, her ânını doğa ile bezediği yaşamından ve yazısından öğrenecek çok şey olduğunu düşünüyorum. Yazarı benim açımdan önemli kılan bir diğer yan da deneyimin içinden konuşması, onun doğa ilgisi biz kentlilerin duyumsamasından çok farklı çünkü. Biz biçimli manzaranın içinden konuşurken, o yabanıl doğanın içinden konuşuyor ve bu da onun doğa yaklaşımını farklı bir yere taşıyor. Thoreau, düşüncesini sadece doğa ile kurduğu ilişkiye indirgemekte ona haksızlık olacaktır elbette. Çünkü onun doğaya dair anlatısı sadece ondan aldığı haz ile açıklanamaz. O, bize alternatif bir yaşamın olabileceğini de gösterir aynı zamanda. Lao Tzu’nun “yeteri kadarına sahip olduğunu bilenler zengindir” ifadesinden yola çıkarak, basit bir yaşam sürmenin, para kazanma odaklı bir yaşam sürmekten yeğ olduğunun altını çizer. Bize hep daha fazlasını istemeyi dayattıkları yerde, Thoreau, “gönüllü sadeleşme” fikrini öne sürerek, insanı ihtiyacından fazlasını talep etmeye sürükleyen iktisat anlayışlarında yarık açar. İnsanlara iplerini başkalarının eline vermemeyi, kendi hayatlarının sanatçısı olmayı salık verir. Özgürlük onun düşüncesinde önemlidir bu nedenle yaşamı ipotek altına alan her türlü işle veya sistemle kavgalıdır. “Walden Gölü” deneyimini yaşamadan önce çeşitli işlerle uğraşmıştır ama bu onun özgürlük fikri ile bağdaşmadığı gibi, dünyanın sadece çalışma yeri olması fikrini de sorunlu bulur, onu Walden Gölü’ne götüren sebebin altında yatan da budur fikrimce. Bu deneyim ona çok şey kazandırır mesela, insanın çok az kıyafetle, yemekle hayatta kalabileceğini, fazlasına hiç gerek olmadığını fark eder. Adlandırılmamış doğanın gizeminde, varoluşunu tamamlayacak çok şeyle karşılaşır ve doğaya dair her ayrıntıyı tutkulu bir şekilde anlatarak, bizlere asıl çözümün yerini göstermeye uğraşır.
THOREAU DÜŞÜNCESİNİN İZİ
Açıkçası Thoreau’nun düşüncesi ve yaşamı hakkında söyleyecek çok şey var ancak asıl konumuza dönecek olursak, yazarın takipçilerinin yine tutkuyla okuyacağını düşündüğüm, “Yürümek” adlı kitaptan bahsetmek istiyorum. Kitap Can Yayınları tarafından, Selçuk Işık çevrisi ile basıldı. Thoreau bu metinde yine doğanın her hâlini ayrıntılı bir biçimde, bu sefer yürüyüş teması içerisinde işliyor. Elbette yine eleştirel üslubunu eksik etmiyor. Bu kitabı kısaca yabanıl olana övgü diye de tanımlayabiliriz sanıyorum. Çünkü yazar sadece yabanıl bir yaşamı değil, biçimsiz edebiyat ve sanat yapıtlarının da yabanıllığını olumlayan bir anlatı ortaya koyuyor. Bunun yanı sıra kasaba insanının doğa ile yabancılaşan ilişkisini anlatıya taşırken, onunla birlikte kışın buz tutmuş toprakta yürümenin keyfini duyuyor, ay ışığının ve yıldızların eşliğinde gece yolda olmanın anlamını sorguluyorsunuz.
Thoreau’nun yazısında doğaya dair olanın romantize edilişine tanık olmayız, çünkü o gerçek doğadan bahseder, çerçeveye alınmış biçimli bir tabiat anlatısı değildir onunki; yabanidir, dikenlidir, onun bahsettiği ağaçların dalları özgürdür, nereye kadar uzanacaklarını belirleyen bir dış el yoktur, reçine kokusu, yıllanmış kabuklar vardır. Topraktan bahsederken, onu sadece insanın yararlanacağı bir nesneye indirgemez Thoreau, bu nedenle onun yazısında toprak henüz kokusunu kaybetmemiştir. Ayrıca evcilleştirmeyi hayvanların yaban hayatlarından koparılmasını da sorunsallaştırır. İşte, “Yürümek” metninde bir araya getirilen yazılarda da bu bahsettiğimiz Thoreau düşüncesine özgü yanları bulabiliyoruz.
KİTABIN DUYGUSU
Thoreau’nun bu metnini okurken ve üzerine düşünürken sanırım son günlerde yaşadığımız doğa kıyımının da etkisiyle bir nostalji duygusuna kapıldım. Önceleri bir gün böyle bir yaşama erişebileceğimin hayalini kurabilirken, şimdi doğa sanki nostaljik bir imgeyi çağrıştırıyordu. İnsan türünün rant hırsı doğayı geçmişte kalmış bir şeye dönüştürüyordu. Bu çok sıkıntı veren bir his başka olan hayata dair duygunun insanın elinden alınması gibi. Açıkçası yazarın bu metninin kendi okumamda bıraktığı bu histen de söz etmeden geçmek istemedim. Doğa varlıkları, ağaçlar, kuşlar, karıncalar, sonrasına ağıt yaktığımız bir “eskiden” olana dönüşmemeli, şimdimizde onu duyarak, ona bağlı bir tür olarak varlığımızı sürdürmenin bir yolunu bulmalıyız yoksa bir gün kent yaşamından kurtulup, doğaya dönmek de sadece kitap anlatılarında bulabildiğimiz bir deneyime dönüşecek.
THOREAU VE YÜRÜMEK
Thoreau yürüyüşçüleri bir sınıf olarak görüyor, herkesin içinde bulunamayacağı bir sınıf bu mesela, doğada yarım saat yürüyüşe çıkıp kendinden geçmek değil, akşam aile ocağına geri döndüğümüz, aynı karaya basıp durduğumuz yürüyüş de değil. Ona göre yürüyüş için: “Mumyalanmış kalplerimizi, terk edilmiş krallıklarımıza kutsal bir emanet olarak geri göndermeye hazırlıklı olmalıyız.” Ve dahası, “annenizi, babanızı, kardeşlerinizi, karınızı, çocuklarınızı ve arkadaşlarınızı terk etmeye ve onları bir daha görmemeye hazırsanız, tüm işlerinizi yoluna koyduysanız ve artık özgür bir adamsanız, o halde yürümeye hazırsınız demektir.” Buradan anladığımız yazarın yürüyüşten anladığı bir hedef belirlemeden, dönüş fikrinden uzak olabildiğince uzaklara konumlanan, her şeyi geçmişte bırakmayı, reddetmeyi göze aldıran bir tutku. Ki yine onun fikrinde bu, “belli bir yeri yurdu olmamak ancak her yerde evinde olmak” anlamına geliyor. Bu şu demek sanırım dünyanın her köşesini evin bilmek, coğrafyanın sınırlarını aşındırmak, bir yerde ömür tüketmemek ki onun düşüncesi zaten kendisini sınırladığını düşündüğü için mülkiyet karşıtlığı da içerir. Bundan dolayı O, “itiraf etmeliyim ki kendilerini, haftalar, aylar, hatta ve hatta yıllar boyu mağazalara ve bürolara kapatan komşularımın buna nasıl dayanabildiklerine hayret ediyorum, vurdumduymazlıkları karşısında ise bir şey söylemeye dilim varmıyor” diyor. Yazar bir bakıma uygarlığın zincirlerine vurulmuş insanı eleştiriyor komşuları üzerinden. Yaşadığı hayat nedeniyle doğadan kopmuş, tabiatın ayrıntılarına yabancılaşmış, doğayı plastik imgeler temsiline dönüştürmüş, yapaylığının içerisinde hapsolmuş, doğayla ilişkisi belli saatlerde, biçimlenmiş bahçelerle sınırlanmış bir tür eleştirisini yönelttiği. Çünkü onun yürüyüş anlayışı bir amacın ötesinde insanın varolma çabası ile de ilişkili. Şu cümlelerinde söylediği gibi onun bahsettiği yürüyüşün; “hastalara belli saatlerde ilaç niyetine verilen ağırlık çalışmak ya da sandalyede sallanmak türü egzersizlerle ilgisi yoktur; günün atılımının ve serüveninin bizzat kendisidir.” Yani yürüyüş onun için bir güne başlamanın amacı, keşfetmediği uzak kırlarda sürüp giden doğaya tanıklık etmek, zoraki değil gönüllü olmak, ruhunun bedeninle birlikte salınması anlamına geliyor.
YÜZLEŞME İMKÂNI
Thoreau’nun “Yürümek” adlı kitabı bizi sadece yürüyüşün insan oluşa etkisi üzerine düşündürmüyor. Kitap bize şimdimize bakabileceğimiz, hatta hayıflanmak için yeterince sebebimiz olduğunu düşündürecek, yüzleşme sağlayacak argümanlar da içeriyor. Kendi zamanından şöyle sesleniyor düşünür: “Günümüzde evler inşa eden, ormanları ve koca koca ağaçları kesip biçen insanların ilerleme adını verdikleri bu şeyler manzarayı düpedüz çirkinleştiriyor ve onu günden güne daha yavan ve değersiz hale getiriyor. Ah keşke bir halk ormanları tutuşturmak yerine çitlerini yakabilse!” Doğayı çitlemek insan türünün ona aidiyetini reddetmesi, onu mülk edinmesi anlamını içeriyor. Bugünden baktığımızda Neolitik Dönemden itibaren hep daha fazlasını isteyen, bu uğurda tanrılarına dahi kıyan bir tür ile karşı karşıyayız ki bu nedenle Thoreau’nun bahsettiği orman kesip ev yapan insan imgesi bile bu durum karşısında masum kalıyor. Doğayı ve hayvanı sadece faydacılık üzerinden değerlendiren bir anlayış, onun her karışını mülkü sanıyor. Bana kalırsa bu insan sömürgeciliği ve nesneleştirilen doğa dünyanın en büyük sorunu. Bir türlü konuşulmayan ve belki çok kısa süre sonra artık üzerine konuşabileceğimiz doğa varlığı, toprak bile kalmayacak diye düşündüren bir durum bu. Bruno Latour gibi düşünürler de buna dikkat çekiyor, içinde bulunduğumuz zaman geçmiş tüm politik, bilimsel, felsefi kavrayışlarımızı etkisiz kılacak bir duruma işaret ediyor. Artık ayağımızı basacak bir zeminden bile yoksun kalabileceğimiz bir dünyadayız. Bunun somut ifadesi şöyle anlatılabilir: küreselleşme diyebilmek için Küre’ye ihtiyaç var ama artık bu söylemi dillendirmek anlamsız çünkü bu ideali gerçekleştirecek bir Küre yok. (Ayrıntı için bknz., “Rota ‘Politikada Yönümüzü Nasıl Bulacağız”: 2019).
Toprak ve doğa varlıkları hakkında konuşmak onlar üzerine düşünmek için geç kalmış olabiliriz, bu nedenle Thoreau gibi düşünürlerin, yıllar öncesinden yaptığı uyarıların bir anlamı bile kalmayabilir, onun şu bahsettiği örneğe bu açıdan bakabiliriz: “Yarısı yakılıp kül edilmiş çitler gördüm, kırın ortasında çitlerin uçları yok olup gitmişti ve gözü dünya malından başkasını görmeyen pintinin biri, yanına aldığı kadastrocuyla birlikte arazisinin sınırlarını arıyor cennet ayağına gelmişken etrafında mekik dokuyan melekleri görmeyip bu yeryüzü cennetinin ortasında çitini çakacağı eski bir kazık çukuruna bakınıyordu.” Çünkü kâinat, gözü dünya malından başkasını görmeyenlerin elinde, cenneti başka bir yere konumlayıp gözünün önündekini sadece sömürecek bir nesne olarak gören siyasetçilerin bataklığında, Thoreau’nun sonrasında söylediği gibi “şeytanın ta kendisi olan kadastrocuların” cehennemine dönüşüyor.
Thoraeu’nun “Yürümek” adlı kitabı, yabanıl doğaya methiye düzüyor, “uygar” dünyanın insanını biçimsiz yollarda dolaştırıyor, yitirileni hatırlatıp yüzleşmeye vesile oluyor çünkü ona göre; “yabanıl olan her şey nasıl da yaklaşır iyiye”. Düşünür ayrıca bizi, bazen gece karanlığında bir yolda yıldızların ve ay ışığının anlamını sorgulamaya götürüyor, bazen de kışın karla kaplı bir yerde uyanıp, buzlu yollarda doğanın ayrıntılarında dolaştırıyor. Her anlamda yabanıllıktan dem vuruyor Thoreau edebiyat metinlerinde dahi yabanıl bir taraf bulmak istiyor. Batı’yı, Doğu’yu, Amerika’yı konu ediyor ve tüm bunları yürümek teması üzerinden değerlendiriyor. Onun dünyasında doğadaki her şeyin bir anlamı var ve yabanıl olan her şey değerli çünkü “iyi olan her şey yabanıl ve özgürdür”, bu bir enstrüman da olabilir, bir edebiyat metni de, yol da, dağ da…