Yokluğun yorumu

Tahir M. Ceylan'ın Yokluk kitabı raflarda yerini aldı. Ceylan çalışmasında Heidegger, Kant, Descartes, Spinoza ve Hegel ontolojileriyle hesaplaşırken 'bütün' kavramını sezgisel akılcılığı örtülerinden sıyrılmış kavramlar haline sokuyor.

Google Haberlere Abone ol

Kenan Ercan

Yokluk, Sezgisel Akılcılık Temelinde Ontolojik Bir Yorum; Tahir M. Ceylan'ın ontolojiye giriş yaptığı, iki yılda tamamlanan yapıtı... Şimdi raflarda ve tam göz hizasında duruyor. Ceylan Cumhuriyet Bilim Teknik’teki yirmi yıllık “Aylak Bilgi” deneyiminden sonra ancak bütünleyip vücut verdiği felsefesini kavramsallaştırıp parça parça kitaplaştırmış, “Ortak Benlik”, “Nesne Benliği” ve “Dinamik Ahlak” gibi yapıtlar bu süreçte ortaya çıkmıştı.

Şimdi de aynı felsefenin temeli olarak bir ontoloji kitabı var karşımızda: "Yokluk" Günümüzde bunca bilgi kirliliğinin içinde bilginin kapitalleşmekten öteye gidemeyeceğinin anlaşıldığı küresel ortamda Ceylan, Antik Yunan’dan başlayıp Parçacık Fiziği’ne kadar süren bir yolculuğa çıkararak bizi varlığın başlangıç noktasını yakalamaya sürüklüyor. Varlık nedir, kökü nerededir, bu kadim soruyu döndürüyoruz kafamızda, altı yüz küsur sayfalık serüven boyunca.

'Evet resmi görüyorum, onu biliyorum, o var, ama ben de resmin içindeyim' çıkmazıyla varlığın içindeyken varlığı yakalayamayan başta Heidegger olmak üzere tüm büyük oyuncuların yarattığı felsefi bükmelerin içinde uzun “sayıklamalar” geçiren Ceylan ontolojinin tüm köşelerini sava savla, soruya soruyla dönüp sonunda varlığın köküne ilişkin bir cevap üretiyor: ''İnsan bir var olan olarak var olanı, bir varlık parçası olarak varlığı ve içinde yokluk taşıyan olarak yokluğu anlama gücü taşır. İnsanın neleri anlama potansiyeli varsa oluştuğu şeyler de onlardan ibarettir. İnsanın anlama potansiyeli son olarak yokluğu anlama becerisi gösterdiğine göre yokluktan gerisi yoktur. Bilinemeyen ama sezilebilen son şey olarak yokluk temel yapıtaşımızdır. İnsanın yokluktan daha ötesini anlayamaması aklının yetmemesinden değildir, yokluktan ötesinin olmamasındandır.”

Varlık konusunda temel taşları koymuş filozoflarla, özellikle de Heidegger’le sürüp giden tartışmasında yazar, onun eserini neden yarım bıraktığını anlamaya çalışıyor, yazmaya devam etseydi onun Hegel'le yeniden karşılaşacağının kehanetini tutuyor. Onunla didişmesi, kim bilir belki de kendini en çok ona yakın hissetmesindendir.

'BÜTÜNLÜK KİLİT ALTINA ALMAKLA SAĞLANIR'

Kolay okunabilen tarzıyla Ceylan, kendi yarattığı kavramlar kadar ontolojinin diğer kavramlarını da daha anlaşılır kılıyor çalışmasında, 'Bütün' kavramını, sezgisel akılcılığı örtülerinden sıyrılmış kavramlar haline sokuyor. Ceylan’a göre nasıl yokluk varlığın ateşleyicisi ise, “bütün” de var olanları var olmaya çeken bir mıknatıstır adeta: "Lavosier'e hak vererek söylediğimizde tek bir yağmur damlası bile eksilmiyorsa yaşamdan yaşamın üstünde bir kilit olduğunu düşünmemiz gerekmez mi? Çünkü bütünlük, ancak kilit altına almakla sağlanır. Diğer yandan, insanın bütünü olarak 'Ortak Benlik', ontoloji söz konusu olduğunda da onu iyiden iyiye yokluyor, onunla dinamik/ diyalektik ilişkisini bir çok noktada kaçınılmaz olarak kuruyor. Bu yolda Kant ile yapılan tartışmada örneğin, sentetik a priori bilgi ortak benlik merkezli olarak sentetik a posteriori bilgiye kaydırılıyor ki eksik bir şey kalmasın, örgü tamamlansın.

Yokluk, Tahir M. Ceylan, 664 syf., E Yayınları, 2019.

Kitap, konusu olan ontolojiyi bir kenara bıraksak bile tek başına bir "düşünce tarihi" olarak her kütüphanede bulunmayı hak ediyor. Yokluk, mutlak özgürlük, tezebzüblük, bağdaşmazlık, bağdaşıklık kavramları ile ontolojideki eksiği bir yönüyle gideriyor bir yönüyle de yeni eksiklikler yaratıyor. Örneğin mutlak özgürlükle ilgili olarak söylediklerine kulak verelim şimdi: “Öyle görünmektedir ki mutlak özgürlük yokluktan varlığa geçişi sağladığında varlığa verdiği şeylerin tamamının korunmasını istemiştir; buradan yola çıkarak diyebiliriz ki, sakınımı olan her şey mutlak özgürlüğe, sakınımı olmayan diğer şeyler ise varlığın kendisine aittir.” Özgürlüğe verdiği değeri açıkça varlığa verdiği değerle eşitlerken yazar, felsefecilere de sakınım ve özgürlük arasındaki bağları açma görevi yüklüyor.

'DİNOZORLARIN, EĞRELTİ OTLARININ VE BÜYÜK İMPARATORLUKLARIN SONLARI AYNI OLMUŞTUR'

Diğer taraftan kitabın en önemli yanlarından birisi, parçacık fiziğindeki süre giden tartışmalarla ontolojiyi yeni ve büyük bir bütünlük yaratarak buluşturması: “Bir parçacık 1010 saniye düzeylerinde sabit bir ömre sahipken bir insan en çok 109 saniye düzeyinde az çok sabit bir ömre sahiptir. Madde sabitliğini sağladığı düzeyde yaşamı makrolaştırmaktan vazgeçmekte, yanı sıra da gereksiz makrolaştırmaları anlamsız bularak yıkıma uğratmaktadır. Dinozorların, eğrelti otlarının, büyük imparatorlukların ve zenginliklerin sonları aynı olmuştur. Yaşam optimum büyüklükleri yaşatmayı sevmektedir.”

Yapıt okurunu kendi kavramlarıyla bir dereceye kadar zorladıktan sonra sonunda ferah bir gökyüzüyle buluşturuyor. Kimsenin sonunu bulamayacağı, rengi olmayan, hepimizin ihtiyaç duyduğu bulutsuz bütün bir gökyüzü bu; sonsuzluk ve bütünlük ihtiyacı olanlar için...