Janus’un penceresinden Doğu ve Batı

Zafer Köse'nin nehir söyleşisi 'Livaneli'nin Penceresinden' Doğan Kitap tarafından yayımlandı. Kitapta, Livaneli'nin hayatını okumak yerine zihnine davet edilirken, düşünürlerin hayatlarına konuk oluyoruz...

Google Haberlere Abone ol

İrem Uzunhasanoğlu

1996 senesiydi, on üç yaşındaydım, okuma serüvenim henüz başlamıştı, Osmanlı İmparatorluğu’na dair hikâyelere düşkün olan annem, elinde Milliyet Gazetesi’yle çıkagelmiş ve bana gazetede tefrika edilecek bir romanı birlikte okumayı önermişti. Hikâye peyderpey yayımlandıkça annemle birlikte salonumuzdaki kanepeye uzanıp okuduğumuzu hatırlıyorum. Engereğin Gözündeki Kamaşma ne masalsı bir isimdi, saray hayatı ne kadar farklı bir perspektiften anlatılıyordu. Yıllar sonra Filoloji okurken fakültedeki hocalarımızdan biri edebiyat yolculuğumuz hakkında yazmamızı istediğinde aklımda gelen ilk sahne annemle kanepede uzanıp okuduğumuz Zülfü Livaneli kitabı olmuştu. Ben onun hayatı boyunca dokunduğu yüz binlerce insandan yalnızca biriydim. O yüzdendir ki, kendi anlattığı şu anekdotu çok sevdim. Günlerden bir gün Livaneli, Yunanistan’daki Athos Dağı’nda yer alan ve kadınların girmesinin yasak olduğu Simonopetra Manastırı’na özel izin alarak girer. Orada inzivada yaşayan keşişlerden biri olan Rahip Porfiro koşarak yanına gelir. Meğer Yunancada yayımlanan Engereğin Gözü kitabını okuyup çok etkilenmiş ve yazarıyla tanışmayı arzulamıştır, tam da kitabı bitirdiği gün özel izin listesinde yazarın ismini görünce “İşte İsa’nın mucizesi” diyerek yazarı selamlar.

Engereğin Gözü, Zülfü Livaneli, 168 syf., Doğan Kitap, 2011.

Livaneli hem birçok yazar, ressam, sanatçı, aydın, filozof ve politikacıya el vermiş hem de onların hayatlarına dokunup, bir deniz feneri misali yol göstermişti. Çünkü o, coğrafyamızın bu yüzyılda yetiştirdiği en önemli aydını ve sanatçılardan birisi. Yazar, yönetmen, bestekâr kimliklerinin yanı sıra politikada aktif yer aldı ve bir dönem milletvekilliği yaptı. Dünyayı daha güzel bir yer haline getirmek için uğraşan, her daim birleştirici ve yapıcı bir dil kullanan Livaneli’nin eserleri var olduğu sürece bizler de güneş toplamaya devam edeceğiz.

Zülfü Livaneli bu ay içerisinde okurlarını çok sevindirecek bir projeye imza attı, gazeteci Zafer Köse’yle aylarca süren sohbetleri sonucu ortaya “Livaneli’nin Penceresinden, Batı’nın Kibri ile Doğu’nun Cehli Arasında” isimli bir nehir söyleşi çıktı. Doğan Kitap etiketiyle yayımlanan ve editörlüğünü Aslı Güneş’in üstlendiği bu kitapta Livaneli, okurlarını kallavi bir ziyafete davet ederken, gençlere de mihmandarlık edecek nitelikte bir metin bırakıyor. Dört yüz yirmi beş sayfalık nehir söyleşinin en sonuna yerleştirilmiş olan dizin de söyleşiyi kaynak olarak kullanacak olanlara kolaylık olmuş.

'LİVANELİ'NİN ZİHNİNE DAVET'

Kitabın içeriğine gelince; Livaneli eserleri hakkında bir şeyler okuyacağını düşünenler için en baştan söyleyelim, burada kişisel hikâyelere neredeyse hiç değinilmiyor. Onun hayatını okumak yerine zihnine davet ediliyoruz. Livaneli, yirmi birinci yüzyıl filozofu cübbesini üzerine geçirip antik yunandan bu yana felsefeden, geçmişten, günümüzden, edebiyat, sanat, müzik ve politikadan bahsediyor. Metni Sokrates - Platon sohbetlerine ya da çağdaşı Alain de Botton’un gündelik felsefeyi şekillendirdiği eserlerine benzetebilirsiniz. Söyleşi kâh arkaik konulara, Antik Yunan’a ve kadim metinlere dokunuyor; kâh modernizme, neoliberalizme, sosyal medya trendlerine sıçrıyor. Yirmi birinci yüzyılla birlikte jargonumuza giren onlarca yeni kavram var, “angaje sanatçı, fildişi kule, Rönesans insanı, Türkiye halkı, hermenötik kuram, kentsel dönüşüm, tek boyutlu insan, evrensel insan, Google, entelektüel insan, elitizm ve bunun gibi daha birçok terim artık gündelik yaşamımıza sızdı. Peki nedir bunlar? Livaneli bunların her birine önce açıklama, ardından da yorum getiriyor. Yirmi birinci yüzyıl kavramlarını açıklarken disiplinlerarası geçişleri de ihmal etmiyor. Romanların sinema uyarlamalarından müziğe oradan da resim sanatına uğruyor. Karacaoğlan’ı, Pir Sultan’ı, Yunus Emre’yi anlatırken kuramcılardan ve bir dönemi şekillendirmiş önemli politikacılardan da bahsediyor. Alevi mesellerine, Kürt masallarına, Ermeni hikâyelerine yer veriyor. Sevmenin ne olduğu üzerine konuşurken yüzünü umuda çeviriyor. Bir sanatçının her daim umut verici konuşmasını savunuyor. Nitelikli ve niteliksiz edebiyat arasında bir çizgi çekip, iyi edebiyatı, iyi eserler okumayı öğütlüyor.

Livaneli'nin Penceresinden, Zülfü Livaneli, Zafer Köse, 432 syf., Doğan Kitap, 2019.

Kitabı merak edenler için, konu başlıklarını ana hatlarıyla biraz daha açalım. Dilimizde “düşünmek” fiilini olumlayan hiçbir söz olmayışıyla açış yapıyor Livaneli. “Düşünüyorum o halde varım,” felsefesine sahip Batı’nın karşısında “Nasrettin Hoca’nın hindisi gibi düşünme” diyen bir felsefeyle nasıl dikiliriz diye soruyor okuruna. Bakış açımızı değiştirmemiz gereken yerlerden ve gülümsemenin muazzam gücünden bahsediyor. Cehaletin zafer kazandığı dönemlerden geçen Türkiye’nin politik dönüşümünü çarpıcı örneklerle sunuyor. Atatürk döneminden, darbe dönemine ve oradan Gezi Direnişi’ne uzanan yolda okura geniş bir panorama sunuyor. Yer yer gündelik belamız olan sosyal medyaya uğruyor, başa çıkamadığımız unvan fetişizmini, Instagram’a fotoğrafını yüklemediğimizde gerçekliğinden şüphe duyduğumuz anları, saplanıp kaldığımız narsisizm batağını uzun uzadıya anlatıyor. Düşünmek üzerine öğütler veriyor, kapitalizm sayesinde saplandığımız düşünce, bilim ve kültür batağında bizlere dev bir ayna tutuyor. Kent kültürümüzde neden meydan yok, sadece deprem anında mı toplanacağız derken toplumu birlik beraberliğe davet ediyor. Ulus kimliğine saplanıp kalmadan Türkiye Halkı diyebilen bir aydın olarak etnik kökene, kimliklere ve aidiyete dair birçok yorumda bulunuyor.

Anadolu kültürü kavramını, Cumhuriyet projesini de eni konu irdeliyor. Ekho ile Narkissus’un öyküsünde meramını anlatamayan Ekho’yu Doğu; Narkissus’da Batı olarak niteledikten sonra şu cümleyi kuruyor “kendi imgesine olan aşkı gözlerini kör etmiş bir coğrafya...” (sf:136) Dil kullanımı, dilde tutuculuk gibi elzem bir mevzu da “dil düşüncenin evidir” diyen Livaneli’nin görüşleriyle şekilleniyor. Umberto Eco, Namık Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar, Fredric Jameson, Nazım Hikmet, Yaşar Kemal, Abidin Dino, Onat Kutlar gibi isimler de ara sıra metni ziyaret ediyorlar. İslam Felsefesinin kadim tartışması olan Gazali mi İbn Rüşd mü tartışmasını, Rumi’nin neden Farsça yazdığını öğreniyoruz.

'BİR GÜL BAHÇESİ GEZER GİBİ'

Livaneli, kitabının sonlarına doğru uzun vakit geçiremediği, sarılıp tek tek fotoğraf çektiremediği okurlarından bahsedip, zamansızlıktan yakınırken bir yandan da bunu borç bilip bizleri sohbete doyuruyor. Livaneli’nin zihninde bir çay partisine davet edilmişçesine keyifli ve mutluyuz. Yer yer bizi dansa kaldırıp ayaklarımızı yerden kesmek suretiyle savuruyor, uçuyoruz, dönemler arası gidip geliyoruz, büyüklerimizin “yaşından büyük muhabbetlere karışma” dediği yerde onun cebine atlayıp tüm sohbetlere dahil oluyoruz. Bir gül bahçesi gezer gibiyiz, düşünürlerin hayatlarına konuk oluyor, dokunduğumuz dikenlerden kanıyoruz. Ama yine de bu gülistanda yer alan her gül fidanına heyecanla uğruyoruz.

Zülfü Livaneli’nin bizlere çok kıymetli bir armağan bıraktığı yadsınamaz bir gerçek. Kendisi Roma tanrısı Janus gibi bir yüzünü geçmişe diğer yüzünü de geleceğe dönmüş. Ya da bir diğer yorumlamayla bir yüzünü doğuya diğerini de batıya çevirmiş. Başlangıçların ve geçitlerin tanrısı gibi bizlere ışık olmaya devam ediyor. Bir kubbenin birleştirici kilit taşı gibi bizleri birleştirip ayakta tutuyor. Bize de sadece müteşekkir olmak kalıyor. Zülfü Livaneli’nin kalemine, fikrine, emeğine minnetle... Her daim güneş toplamaya...