Zülfü Livaneli'nin 'Huzursuzluk'u
Zülfü Livaneli 'Huzursuzluk'ta insanın iyilikle kötülük arasında her an seçim yapmak zorunda olduğunu hatırlatırken toplumsal sorunları, gündemden uzak insanlara anlatmayı dert ediniyor.
Zülfü Livaneli’nin romanları bugüne kadar 40’dan fazla dile çevrildi ve 30’dan fazla uluslararası ödül aldı. Livaneli düşüncelerinden ötürü 11 yıl sürgünde yaşadı, Harvard ve Princeton üniversitelerinde dersler verdi. Müzik eserleri senfoni orkestraları tarafından icra edildi. Bütün bunların yanı sıra politikaya atıldı, bir dönem milletvekilliği yaptı. Ürettiği her sanat eserinde Anadolu’nun hikâyelerindeki bolluğu ve bereketi kullandığı gibi, insana vicdanını hatırlatan da bir sanatçı Livaneli...
Huzursuzluk 2017 yılının Ocak ayında yayınlandı. Livaneli’nin “Coğrafya ve dönem kaderdir” cümlesinin üzerinden iki yıl geçti ve pek çok şey oldu. Türkiye gündeminin bitmez tükenmez hızına yetişmek çoğu zaman mümkün olmuyor lakin yıllardır göçmen/sığınmacı/mülteci meselesi bir şekilde sokakta, evde, okulda, televizyonda konuşuluyor.
Bugünlerde bu memlekete sığınan insanlara Livaneli’nin yukarıdaki cümlesinin ne kadar doğru ve gerçek olduğunu göstermiş olduk. Coğrafya ve dönem kaderdir, savaştan kaçsalar bile diğerleriyle savaşları bir ömür sürecek insanların, din kardeşi ya da sınır komşusu olmaları, yani bir şekilde coğrafya ve dönem itibariyle hepimize kader yoldaşı olmaları hiçbir şey değiştirmiyor. Kim bilir belki de onların bugünlerinde kendi geleceğimizi görme korkusu yüzünden bu kadar kayıtsız, hatta düşmanca davranıyoruzdur Suriyeli sığınmacılara.
Huzursuzluk’un hikâyesine gelince: İstanbul’da kendince bir yaşamı olan gazeteci İbrahim, çocukluk arkadaşı Hüseyin’in Amerika’da öldürüldüğünü öğrenir. Bu haberin üzerine doğduğu memlekete, Mardin’e doğru yola çıkar. Hüseyin’i ve ölümünü araştırmaya başlar. Hüseyin’in Mardin’de açılan üniversitede Sağlık Bilimleri okuduğunu ve göçmen kampına yardıma gittiğini öğrenir. O sıralarda nişanlı olan Hüseyin, nişanlısından ayrılır ve göçmen kampında aşık olduğu Meleknaz’ı ve oğlunu evine getirir. Meleknaz’ın Ezidi olması Hüseyin’in ailesini ve etrafındakileri endişelendirir. Çünkü yaşadıkları kentte, yani Mardin’de IŞİD vardır. Meleknaz evden kaçar, hem IŞİD’ciler hem Hüseyin Meleknaz’ın peşine düşer. Hüseyin’e bu sevdadan vazgeçmesi defalarca söylenir. İbrahim bütün bu hikâyenin izini sürerken Meleknaz’ın arkadaşı Zilan’ı bulur. Zilan, Nergis ve Meleknaz esir düşmüş, satılmış ve tecavüze uğramışlardır. Kurtuluşları Ezidi olan ama olduğunu söylemeyen bir erkek sayesinde olur, bu adam kamplardan kızları satın alıp Şengal Dağı’nın eteklerine bırakır. Şengal’den Türkiye kamplarına gelmeleri ise oldukça zor olur. Hüseyin, Meleknaz’ı bulur ve onu bebeğiyle beraber İstanbul’a gönderir. Hüseyin de onların yanına gidecektir fakat IŞİD’ciler tarafından vurulur ve ardından ailesi onu Amerika’ya gönderir, orada İslam karşıtları ile karşı karşıya kalan Hüseyin öldürülür. Sonrasında İbrahim, Meleknaz’ı İstanbul’da bulur.
KÖTÜLÜĞÜN BAYAĞILAŞMAYA AÇIK DİLİNİ İFŞA ETTİ
Zülfü Livaneli Huzursuzluk romanında dilinin sıradanlığı konusunda eleştirildi. Fakat bu “sıradan”, edebi olmaktan uzak dili tesadüfen seçmemişti. Kötülüğü anlatmıştı ve bunu edebi bir dille yapmak istememişti. Aksine sosyal medyada her an karşımıza çıkan, bize her türlü kötülüğü olanca çıplaklığıyla sunan, kötülüğün bayağılığı ölçüsünde bayağılaşmaya açık olan o dili ifşa etti. Öte yandan acıyı da ağırlaştırmak istemiyordu. Bu yüzden acıyı anlatırken de herkesin kanıksayabileceği bir dil kullandı. Bütün bunlar yaşandı ve yaşanıyor demenin, bir yolu da aslında bu basit, anlaşılır, sade dil kullanımında.
Okurun tembelliğini de dikkate alıyor Livaneli, Huzursuzluk romanında. Mardin ve çevresi hakkında ansiklopedik bilgiler veriyor. Romanın sınırları el verdiği ölçüde, hatta bazen o sınırları aşarak Ezidileri anlatıyor. Toplumsal ve gündelik sorunları, insanlara neler olduğunu gündemden uzak insanlara anlatmayı dert ediniyor.
Livaneli, romanda her kahramanına kendi dilini veriyor. Gazeteci İbrahim’in peşine düştüğü hikâyeden çıkan bütün kahramanlar kendi dilleri ile başlarına geleni anlatıyor. Olay akışının parçalarını birleştirmek okurun okuma iştahını arttırıyor.
Huzursuzluk, Türkiyeli okurun fiziksel olarak yakın hatta iç içe olduğu bir coğrafya ile arasındaki zihinsel, hayal edilmiş mesafeyi ortadan kaldırmayı amaçlayan bir kitaptı ve bunu büyük ölçüde başardı. Adının Huzursuzluk olması, okurunu yalnız vicdanıyla yüzleşmek zorunda bırakmasından değil, aynı zamanda o hayal edilmiş mesafeyi ortadan kaldırarak, “bir dur bakalım, sen nerede yaşıyorsun, hatta kimlerdensin?” diye sormasından kaynaklanıyor.
İnsanın iyilikle kötülük arasında her an seçim yapmak zorunda olduğunu hatırlatıyor Huzursuzluk, bu yüzden huzursuz edici. İçine doğduğunuz aileyi, dili, dini, ırkı, coğrafyayı seçme şansınız olmadığı gibi oradan ne kadar uzağa gidersek gidelim bizi takip edeceğini ima ediyor.
Huzursuzluk bitmemiş bir acıyı ve onu anlamlandırmayı bir türlü beceremeyenlerin düçâr oldukları cehaletin halet-i ruhiyesi. Dramatik akışında ajitasyona yer vermeyen bir eser. Bir fanatizmi ve onun doğurduğu şiddeti anlatıyor.