Modern Türkçe şiirin seslileri – 7

Modern Türkçe şiiri kapsayan, birikimi, deneyimi temsil eden bir liste sunmuştuk. Bu yazıda modern Türkçe şiire yaptığı öncü ve yenilikçi katkılarıyla Edip Cansever’in şairliğini ve dilinin ifade tekniklerini şiirlerinden örneklerle açıklayacağız.

Google Haberlere Abone ol

İkinci Yeni dalgası, sadece Garip’e karşı çıkan, onu aşmak için gerçekleşmiş bir yenilik girişimi olmamıştır. Ancak onu aştığı da doğrudur. Garip çıkışının, İkinci Yeni dalgası yükselmeye başladığında etkisini çoktan yitirdiğini unutmamak gerekir. Garip’in bitişiyle başlayan ve İkinci Yeni’ye kadar geçen sürecinse şiir açısından kısa, ama krize dönüşen önemli bir “duraklama” dönemi olduğunu söyleyebiliriz. Her kriz boşluk yaratır. Garip sonrası da modern Türkçe şiirde krizden kaynaklanan bir boşluk söz konusu olmuştur. O nedenle diyebiliriz ki İkinci Yeni, aynı zamanda yokluğun ve eksikliğin oluşturduğu boşluktan yükselmiş bir dalgadır.

İkinci Yeni’ye öncülük eden şairlerin yeniliği şiirin düşüncesinde, duygusunda, duyarlılığındadır. Ama daha da fazlasını şiir dilinde gerçekleştirmişlerdir. Kendilerinden önceki şiirin dilinden köktenci bir kopuşla yeni bir dil ve buna koşut olarak yeni bir şiir biçemi geliştirmişlerdir.

İkinci Yeni dalgası içerisinde yer alan ve modern Türkçe şiirde büyük bir yapısal dönüşüm gerçekleştiren girişime öncülük etmiş şairlerinden biri de Edip Cansever (1928) olmuştur.

.

EDİP CANSEVER: NEYE DOKUNSA ŞİİR AMA YENİ ŞİİR

Edip Cansever, modern Türkçe şiirin her halükârda okunması elzem şairlerindendir. Birçok kapısı olan şiire hem giriş, hem çıkıştır. O yalnızca “Modern Türkçe Şiirin Seslileri” gibi bir listede değil, modern Türkçe şiirle ilgili her listede olmazsa olmaz bir şairdir. Cansever’in, modern Türkçe şiir için neden önemli olduğuna ve şiirlerinin niçin okunması gerektiğine imkânlarımız elverdiğince değineceğiz.

Edip Cansever’in şairliği ve şiir birikimi üzerine düşünürken değişik çıkarımlarda bulunmak mümkün. Bizim, Cansever’in deneyiminden; her defasında yeniden başlamış, başlangıç çizgisini yeniden çekmiş ya da bir şiiri, başka bir şiire değil, yeni bir şiire başlamak için bitirmiş şair olduğu sonucunu çıkardığımız gibi. Sonuçta onun, deneyimini nasıl izah etmeye çalışırsak çalışalım bitmek tükenmek bilmeyen bir şiir kurucusu olduğu gerçeğinde birleşiriz.

Kimi şair şiiri, dilin toprağına diktiği fidanı ağaç olarak yetiştirme, dallandırıp budaklandırma çabası olarak sürdürür. Kimiyse dilin toprağında bir orman yaratmaya girişir. Edip Cansever’in şair olarak tek bir ağacı değil, dilin toprağında bir orman var etmeye çalışmış olduğunu görüyoruz.

'ZAMANI, MEKÂNI VE BOŞLUĞU ŞİİRE TAŞIMAK'

Cansever dilin ifade tekniklerini, anlatım imkânlarını şiire dönüştürmek için risk alarak zamanı, mekânı ve boşluğu şiire taşımıştır. Bunun yanı sıra seçtiği konular, temalar, izleklerle de modern Türkçe şiir için son derece önemlidir. Edip Cansever’in, “Modern Türkçe Şiirin Seslileri” listesinin diğer şairleri gibi mutlaka okunması gereken isimleri arasında yer almasını sağlayan modern Türkçe şiire yaptığı öncü ve yenilikçi katkılarıdır.  Cansever de İlhan Berk, Turgut Uyar gibi “İkinci Yeni”nin “parasız yatılı” şairlerinden değildir.

On dokuz yaşında, henüz şairliğin “gurbet burcu”ndayken yayımlanan ve sonradan reddettiği İkindi Üstünde (1947) hem geleneksel şiirin hem de o dönemdeki egemen şiir anlayışlarının yoğun etkisi altında olduğu görülür. Şairin reddettiği ve daha sonra, şiirlerinden sağlığında yapılan seçmelerde de yer vermediği kitabı, iki cilt olarak yayımlanan bütün şiirlerinin son düzenlenmesine ilave edilmiştir. İkindi Üstü belki Edip Cansever’in şairliğinin başlangıç dönemini ve kimlerin, hangi tür bir şiir anlayışının etkisinde olduğunu göstermesi bakımından dikkate alınabilir. Kitaptan bir örnek okuyalım. “Bu Şehir” başlıklı şiir:

Canım sıkılır kahveye çıksam.

Eve girsem bir baş ağrısı.

Kahveciye borçluyum,

Manava da borçluyum.

Adam olamadım bu şehirde,

Adam olamadım.

Akşamları yalnızlıktan,

Sabahları işsizlikten,

Ve senin yüzünden,

Deniz kenarı...

Dirlik Düzenlik, Edip Cansever, 77 syf., Yeditepe Yayınları, 1954

Şairin, ilk kitabının çıkışından yedi yıl sonra yayımlanan ikinci kitabı Dirlik Düzenlik'te (1954), özellikle şiir dilinde, imge yapısında özgünlükten yana bir hassasiyet geliştirdiği dikkat çeker. Yeri gelmişken şairin Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan hem Sonrası Kalır de hem de Gelmiş Bulundum adlı seçme şiirlerinin yer aldığı kitabında önemli bir maddi hatanın düzeltilmeyi beklediğini kaydedelim. Söz konusu kitaplarda Dirlik Düzenlik'in ilk baskı tarihi 1947 olarak görünüyor. Buna karşın şairin özgeçmişinde, doğrusu (1954) yer alıyor. Umarız uyarımız dikkate alınır ve bu maddi hata bir an önce düzeltilir.

Cansever, henüz ikinci kitabında yerleşik şiir anlayışının kendisine yetmeyeceğini gösterir. Kitap aynı zamanda başka bir şiir isteyen, onu aramaya niyetli “gurbet burcu”ndaki bir şairin verili olandan memnuniyetsizliğine, mevcut şiir anlayışı karşısındaki tavrına ve huzursuzluğuna da işaret eder. Öyleyse kitabı bir şiirle hatırlayalım. Ama önce bir noktanın daha altını çizelim. Şairin Dirlik Düzenlik kitabı denilince ilk akla gelen şiiri “Masa da Masaymış Ha” olur genellikle. Şairin “İkinci Yeni”ye giden yolculuğu da bu şiirle örneklenir. Doğrudur, kitap genel olarak Garip etkisini taşısa da şairin “Masa da Masaymış Ha”sı erken bir “İkinci Yenici” şiir örneğidir. Bir bölüm aktararak şiiri hatırlayalım:

Adam masaya

Aklında olup bitenleri koydu

Ne yapmak istiyordu hayatta

İşte onu koydu

Kimi seviyordu kimi sevmiyordu

Adam masaya onları da koydu

Üç kere üç dokuz ederdi

Adam koydu masaya dokuzu

Pencere yanındaydı gökyüzü yanında

Uzandı masaya sonsuzu koydu

Bir bira içmek istiyordu kaç gündür

Masaya biranın dökülüşünü koydu

Uykusunu koydu uyanıklığını koydu

Tokluğunu açlığını koydu.

Masa da masaymış ha

Bana mısın demedi bu kadar yüke

Bir iki sallandı durdu

Adam ha babam koyuyordu.

Şairin gelişim doğrultusunu, şiir yolculuğundaki uğrakları daha ayrıntılı gösterelim istiyoruz. Henüz “gurbet burcundan” çıkmamış Cansever’in “yolunun çatallandığı” kitap olma özelliğini de taşıyan Dirlik Düzenlik'teki “Dipsiz Testi” başlıklı şiiri okuyalım:

Beni dinlersen Üsküdar’a gitme

İbrahim’i görme şiir yazma

Şu herkesin bildiği düzlük

Bu deli alacası çayır

Ardıç kuşu türkülü sokak

Senin için değil.

Sen yoksun

Çevrende kimseler yok

Zengin de olsan

Yoksulluğun gitmez.

Şiirde özellikle bir dize var ki dikkati çekmemesi imkânsız. “Ardıç kuşu türkülü sokak” dizesiyle Oktay Rifat’ın 1956’da yayımlanan Perçemli Sokak kitabının adı arasındaki benzerlik, “sokak” sözcüğünün ortak kullanımıyla ilgili olmaktan ötedir. Şimdilik şairlerden hangisinin hangisine bu konuda “esin” kaynağı olduğuna bakmaya değer diyerek not düşelim.

Yerçekimli Karanfil, Edip Cansever, 72 syf., Yapı Kredi Yayınları, 2017.

Edip Cansever, İkinci Yeni dalgasından önceki “gurbet burcu” döneminde önceki kuşaktan şairlerin etkisi altındadır. Ancak özgün bir şiir dili oluşturma arayışını ve çabasını da sürdürmekte olduğu görülür. Cansever, üçüncü kitabıyla yeni bir başlangıç yapar. Sözcüğün gerçek, mecazi, tüm anlamlarını içeren bir “başlangıç” olur bu. Şairin “gurbet burcu”ndan çıktığı bir başlangıçtır söz konusu olan. Deyim yerindeyse Yerçekimli Karanfil (1957), örneğin bir yıl önce yayımlanan ve dönemin ergin şairleri arasında olan Oktay Rifat’ın Perçemli Sokak’ındaki yeniliğe bile meydan okur niteliktedir. İki şair arasında pekâlâ, “Trenlere çikolata yediriyorum” dizesinin, “lambanın saçları ıslak”ın üstüne yazılmasına dönük bir rekabet olduğundan söz edebiliriz. Bu çıkış aslında, Edip Cansever’le ilgili bir başka önemli şey daha söyler. Şair, sanki eskiyi bitirmek, günceli eskiterek aşmakla mümkündür demek istiyor gibidir. O nedenle de hamlesini herkesten ileriye yaparken en yeniyi başlangıç noktası olarak almıştır. Üstelik kendi yenisini kendisi yaratarak. Aşağıda alıntıladığımız betikler, “Yangın” adlı şiirden:

Dışarı çıkıyorsanız dikkat! çiçeklerle karşılaşmayın

Ya da koklamayın onları, iyisi mi yüzünüzü örtün şapkanızla

Ya da düşünmeyin hiç, ben bakın öyle yapıyorum

Neden diyeceksiniz, insandaki sevgiliyi eskitiyor bu çiçekler

Güneşe benzetiyorlar adamı, masaya vurmuş koyun bulutlarına

Pek tuhaf! ben de sahanda yumurtayı kıskanırım

Beni seviyorsanız dikkat! köşe başındaki camcıya sorun

O ne derse doğrudur, dalga geçmeyin adamla

Üstelik beni sevmek haşlanmış pirinçleri beyazlatır. Günaydın!

Sabahlarınız gibidir beni sevmek, horuzun renkleri gibidir

Beni sevdiniz mi yangındır artık parmaklarınız

Sizi görmüyor muyum dikkat! trenlere çikolata yediriyorum

Bunu her zaman yapıyorum akılla oynamak yani

Ece Ayhan’ın kavramını ödünç alarak ve anlamının kapsamını, çağrışım aralığını da genişleterek söylersek; Edip Cansever de bitmez tükenmez bir ivmeyle ömrünün sonuna kadar “sivil” şiire çalışmıştır. “Sesli Harfler” adlı şiiri paylaşacağız:

Sen, o benim, daha ne duruyorsun aşk kelimesi

Burası ben, gene bir sevdaya çağrıldı o yer

İnanma ellerimi deniz, ağzımı bulut ettiğime

Ağzım da, ellerim de dünyaya göre

Günüm aydınlıkla biter.

Tut ki ben her türlü görünmenin apayrısı

Gün günden sevdaya benzer

Bir adam düşünülsem şapkası maviyle gelen

Bir ekmek koparılsam işte o sıra

Benzer mi benzer sevdaya

Bir duruşum var çevresi gözlerinden.

Sanki yanımda gezdiriyorum aşk kelimesi

Uyanık, duygulu, her günkü yanımda

Bilmem ki ne yapsam, ne etsem bu sevinirliği

Kendimi görmeye parklara gidiyorum

Kiminin bana kiminin çaresizliğe elleri.

Kaçsam da bir türlü karanlık şimdi

Ne kadar aynı bir dünyadayız seninle

Aşka, döğüşe, maviye yetmek için

Biriyim, cesurum, var mısın ellerime

Bir başka sabaha kadar içelim.

'ŞİİRİ ŞİİRLE ÖLÇMEK'

Cemal Süreya’ya göre Edip Cansever “fazla şiirden ölmüştür”. Fazla şiiri, şiirden fazlası olarak da düşünmek mümkündür. Çünkü o, Orhan Koçak’ın belirttiği gibi “azla yetinecek bir şair değildir”. Ayrıca İkinci Yeni’de şiir sadece şiir değildir, öyle olmamıştır. İkinci Yeni’nin diğer öncü şairleri gibi Edip Cansever’in şiir birikimi de göstermektedir ki hiçbir şey kendi kendisinin ölçüsü olamaz. Şairliğinin tüm verimleri şiiri, şiir dışındaki dilsel imkânları da deneyerek aşmayı, dolayısıyla yeniden kurmayı, demek ki yeniden tanımlamayı amaçlamış örneklerden oluşan Edip Cansever’in, “şiiri şiirle ölçmek” deyişindeki vurguyu da öyle değerlendirmek gerekir. Bu ifade anlam yönünden bir hayli esnektir. Cansever’in, “şiiri şiirle ölçmek”ten kastının, şairin kendi haline, özgür bırakılması talebiyle ilgili olduğunu söyleyebiliriz. Şiirin değerlendirilmesinde, özellikle özgün imge ve dil yapısının çözümlenmesinde şiir dışı öğelerin aşırı rol oynamasına yönelik bir tepki de söz konusudur bu ifadede.

Edip Cansever, şairin özgür bırakılmasını talep etmekte haksız değildir. Çünkü örneğin “toplumculuğu bırakmakla, folklor öğelerine başvurmamakla, eksik, silik, dolaylı ve tehlikesiz bir toplumsallığa yönelmekle, toplumdaki bunalımın etkisiyle halktan, yurt ve toplum gerçeğinden uzaklaşmakla, toplumsal özden kopmakla” suçlanmaktadır. Cansever’e, İkinci Yeni dalgası içerisinde yer alması ve öncülerden biri olmasıyla başlayan, eleştiriden çok suçlamaya varan ifadelerle saldırılması ölümüne kadar sürmüştür. Kısaca, şair ölümüne kadar baskı altında kalmıştır diyebiliriz. Şairin her halükârda sığınağı şiirdir. Edip Cansever de öyle yapmıştır. Şiire sığınmıştır. Paylaşacağımız “Şairin Kanı” adlı şiir de bunu yansıtır:

Kanıdır şairin bu sevilmeyen yüz

Gözleri bir köpeğin, bırakmış köpeğini

Tanrısız, kimsesiz, her şeysiz biraz

Gözleri bir başına insanlar gibi

Kanıdır şairin ölümle kımıldamaz.

Kanıdır, bilirim, şairin kanı

Kocaman bir aşk lekesi yıkanmış eski evlerde

Kanıdır, bir adam ki düşürüp ellerini

Önce yorgun ve asil, sonra mahzun ve ürkek

Beyazı unutulmuş ortaçağ resimleri.

Kanıdır şairin, gecenin her yerinden

Sevişmeye gireriz korkunç ve bıçak gibi

Açılıp yataklara amansız güllerimizle

Sanki biz her cinsel olayda biraz gemici

Bir gidip bir geldiğimiz o hayal illerinde.

Yüzüdür şairin kanarsa yalnızlıktan

Bir yüz ki upuzun kadınsız günler gibi

Ve nasıl bir acıdır ki, acıyla anlatılmaz

Bir hiçin bir ağızla duraksız kemirildiği

Öyle bir sıkıntı ki ölümle kımıldamaz.

Cansever “yeniliksiz edemeyen” bir şairdir. Bu konuda, şiirde yenilikle ilgili şunları söyler: “Şair yeniliksiz edemez. Günümüz şairinin işi yenileşmek değil, durmadan yemlenmektir.” Yeni şiir, yerleşik beğeniyi ve egemen şiir görüşlerini de eskitir. O nedenle okurun, eleştirmenin, incelemecinin, araştırmacının da yeni şiiri çözümleyebilmesi için mevcut, daha önceden benimsemiş olduğu şiir anlayışını gözden geçirmesi gerekir.

İkinci Yeni bütün düzen savunucularını ürkütmüştür. Dikkat çeken bir konu: İkinci Yeni’nin üretkenliğine, yeniliğe öncülük etmesine, yeni şiir dilinin yelpazesini daha da açmasına sol adına karşı çıkanlar genellikle Kemalistler olmuşlardır.

Gül Dönüyor Avucumda, Edip Cansever, 248 syf., Adam Yayıncılık, 1997.

Edip Cansever’in on sekiz kitaplık (reddettiği İkindi Üstü ve ölümünden sonra yayımlanan Gül Dönüyor Avucumda adlı kitapları da dahil) şiir toplamının odağına aldığı ana meselenin varoluş olduğu söylenebilir.

“Meselesi varoluş, derdi yalnızlık” olan bir şair denildi mi neden akla ilk gelen Edip Canveser olur? Bu soruyu yanıtlamak için şairin sadece kitaplarının adını saymak bile kâfidir: İkindi Üstü, Dirlik Düzenlik, Yerçekimli Karanfil, Umutsuzlar Parkı (1958), Petrol (1959), Nerde Antigone (1961), Tragedyalar (1964), Çağrılmayan Yakup (1966), Kirli Ağustos (1970), Sonrası Kalır (1974), Ben Ruhi Bey Nasılım (1976), Sevda ile Sevgi (1977), Şairin Seyir Defteri (1980) Bezik Oynayan Kadınlar (1982), İlkyaz Şikâyetçileri (1984), Oteller Kenti (1985) ve Gül Dönüyor Avucumda (1987).

Cansever varoluşa ilişkin her ayrıntıyı şiirin meselesi yapmıştır. Yaşamayı irdeledikçe ulaştığı insanın büyük yalnızlığını, o sonsuz sarmalı, yalnızlığı kuşatan yalnızlığı anlatmıştır.

Edip Cansever’in varoluş gibi bir büyük meseleyi ve onunla ilişkili yalnızlık sarmalını çarpıcı biçimde dile getirdiği şiirlerden biri de “Başlangıç”tır. Kısa, ama genişliği ve derinliğiyle dikkat çeken o şiiri okuyalım:

Doğanın bana verdiği bu ödülden

Çıldırıp yitmemek için

İki insan gibi kaldım

Birbiriyle konuşan iki insan.

'CANSEVER, HER ŞEYİ ŞİİRE TAŞIDI'

Edip Cansever, ne bulduysa, ne gördüyse, ne denemişse, ne düşünmüşse şiir yapmıştır. Onun tiyatrosu da şiirdir, sineması da şiirdir, romanı da şiirdir; hikâyesi de şiir olmuştur. Her şeyi şiire taşımıştır. Şiiri her şeye taşırması gerektiğindeyse hiç kaçınmamıştır. Şiirin, dilin riskli bölgelerinden bakmıştır dünyaya, yaşamaya ve insana. Örneğin Bezik Oynayan Kadınlar kitabında mektup, iç konuşma, günlük gibi yazılı ve sözlü birçok anlatım biçimini şiire yedirmiştir. Şairin yaşarken yayımlanan son kitabı Oteller Kenti'nde de şiir dili ve ifade tekniği bakımından modern Türkçe şiir için dikkat çekici yenilikler söz konusudur.

“Umuş” bu yazı için alıntılayacağımız son şiir oluyor. Şairin Bezik Oynayan Kadınlar adlı kitabından:

Bütün iyi kitapların sonunda

Bütün gündüzlerin, bütün gecelerin sonunda

Meltemi senden esen

Soluğu sende olan

Yeni bir başlangıç vardır

Parmağını sürsen elmaya, rengini anlarsın

Gözünle görsen elmayı, sesini duyarsın

Onu işitsen, yuvarlağı sende kalır

Her başlangıçta yeni bir anlam vardır.

Nedensiz bir çocuk ağlaması bile

Çok sonraki bir gülüşün başlangıcıdır.

Kuşkusuz okuyanlar ve okumaya başlayacaklar Edip Cansever’in neden “Modern Türkçe Şiirin Seslileri” ve benzeri şiir okuma listelerinin vazgeçilmez şairi olduğuna, bizim burada anlatmaya çalıştığımızdan çok daha güçlü, ikna edici kanıtlar bulacaklardır. Şairi ve yapıtlarını daha yakından tanımak için özellikle Devrim Dirlikyapan’ın Metis Yayınları’ndan çıkan Ölümü Gömdüm Geliyorum kitabının okunmasını öneririz.

Edip Cansever’in, 8 Ağustos, doksan ikinci yaş günüydü; doğum gününü kutluyoruz. “Sonrası kalır” diyerek unutulmaya rest çekip dünyada, zamanın eskitemeyeceği kanıtlanmış dizeler, şiirler bırakan şaire selam olsun…