Komplo teorileri iklimi
Kerem Karaosmanoğlu'nun Komplo Teorileri: Disiplinlerarası Bir Giriş kitabı İletişim Yayınları tarafından raflarda yerini aldı. Karaosmanoğlu kitapta komplo teorilerinin bir “teori” olarak tarih, felsefe, siyaset, psikoloji ve sosyoloji gibi sosyal disiplinlerin yardımıyla bir okumasını yaparak, okurlara birçok aydınlatıcı fikir ve farklı bakış açısı sunuyor.
Ömer Uras
“Dünya’yı gerçekte kimler yönetiyor?”, “İlluminati nasıl bir oluşum?”, “Tapınak Şövalyeleri aslında kimler?” Bu gibi sorular ve bunlara türetilen cevaplar hem Batı’da hem de Türkiye’de oldukça yaygın. Komplo teorileri artık internet sayesinde oldukça hızlı ve etkili şekilde yayılabildiği için, toplum açısından bunları anlamanın da önemi artıyor. Özellikle Türkiye gibi hem 'yerli' hem de yabancı komplo teorilerine maruz kalan ülkeler için bu durum daha da büyük bir önem taşıyor.
Tarihi incelendiği zaman Türkiye’de 'komploculuğun' hem siyasi hem de sosyal hayatta yaygın olarak görüldüğü anlaşılabilir. Gerek 'Cumhuriyeti parçalamak isteyen dış mihraklar', 'bölücü'ler, FETÖ ve benzeri 'yerli' komplolar, gerek Tapınak Şövalyeleri ve İlluminati gibi 'şeytani' örgütler, birçok insanın zihninde yer etmiş durumda. Peki, komplo teorilerini nasıl anlayabiliriz? En basit ve mantıklı yol, komplonun gerçek olduğunu varsayarak hazırlanan eserler yerine muhtemelen komplo teorileri üzerine yapılmış daha akademik çalışmalara yönelmektir.
Kerem Karaosmanoğlu’nun kaleme aldığı Komplo Teorileri: Disiplinlerarası Bir Giriş tam da bunu sağlayacak bir kitap. Vurucu başlıklar taşıyan komplocu kitapların aksine, okuruna bilimsel bir bakış açısı sunan bu kitap, bir bakıma 'komplo teorilerinin teorisi'ni yapıyor. Yani, çeşitli komplo teorilerinin bir özetini vermenin ötesinde, komploculuğun uzun tarihsel, psikolojik, siyasi, felsefi ve kültürel arka planını aydınlatıyor.
'MODERN KOMPLOCULUĞUN TANIMI'
Komplo teorilerini tanımlarken kitapta birçok farklı kaynaktan yararlanan Karaosmanoğlu, kendi tanımlarını da geliştiriyor. 18. yüzyılda Aydınlanmacı Avrupa’da aynı sınıftan, meslekten insanların bir araya gelip sosyalleştiği örgütlerin yaygınlaşması, zamanla bu cemiyetlere karşıt görüşteki insanların da gayretleriyle modern komploculuk anlayışının zeminini oluşturur hale geldi. En ünlüleri İlluminati ve Masonlar olan bu örgütler, komploculuğun tarihsel gelişimini sembolize ediyor. Aydınlanma çağı Avrupası’ndan 20. yüzyılın endüstri toplumuna kadar uzanan süreç ve beraberinde getirdiği köklü sosyal ve siyasi değişimler, komplo teorilerinin “başyapıtları” olan birçok unsuru da (Protokoller, Awful Disclosures of Maria Monk) beraberinde getirdi; belirli gruplar (Yahudiler, Katolikler vb.) “mutlak şeytan” ilan edildi. Karaosmanoğlu’nun bu noktadan sonra vardığı sonuç, aslında tam da modern komploculuğun tanımı şeklinde: “Bir komplo teorisi kazara gerçekleşmesi muhtemel tarihi veya siyasi bir hadiseyi, kasıtlı bir failliğin, yani çok güçlü oldukları varsayılan bir veya bir grup insanın, gizlice örgütlenerek şeytani amaçlar doğrultusunda gerçekleştiğine dair açıklama tarzıdır.”
'KOMPLO TEORİLERİ CEVAPTAN ÇOK SORU YARATIR'
Yazar, komplo teorilerinin yalnız tarihselliğini değil, felsefi boyutlarını da tartışıyor, komplo teorilerinin 'sakat' bir epistemoloji üzerine kurulu olduğundan ve bu nedenle kalıtsal sıkıntılar çektiğinden bahsediyor. Bir neden-sonuç çerçevesinde 'bilimsellik' kazanmaya çalışan komplo teorilerinin aslında soru soruldukça karmaşıklaşan, fantastikleşen bir yapıda olduğuna dikkat çeken Karaosmanoğlu, komplo teorilerinin bir kısır döngü içinde olduğunu gözler önüne seriyor. Kısaca, güvenirliliği belirsiz kaynaklardan (örneğin Protokoller) yola çıkarak oluşturulan teoriler yeni, elle tutulur kanıtlara dayanmadan ortalığa salınırken, sorulan her soruyla olayı, gerçek kanıtlar sunmadan, daha da karmaşıklaştırmak üzerine dayalı. Bu açıdan komplo teorileri cevaptan çok soru yaratır denebilir. En nihayetinde, zorlayıcı nedensellik (soru soruldukça karmaşıklaşma ve fantastikleşme durumu) ve birbirine bağlılık (İllüminati, Tapınakçılar, Yahudiler vb. hepsi aynı amaca hizmet etmektedirler örneğin) komplo teorilerini epistemolojik açıdan zayıf kılar. Karaosmanoğlu’nun üstünde durduğu bu zayıflık, birçok komplo teorisi için geçerli olsa bile her komplo teorisi gerçek dışı değildir ve gerçek olabilecek komplo teorilerini gerçek dışı olanlardan ayırt etmek için bu felsefi boyut anlaşılmalıdır.
Komplo teorilerine bakışın bir başka önemli tarafını da psikolojik açı oluşturuyor. Karaosmanoğlu, kitabında sosyal psikoloji ve evrimsel psikoloji üzerinden “Komplo teorisine kimler inanır?” ve “Komplo teorisine inanmak normal midir?” gibi önemli sorulara cevap veriyor. Evrimsel psikolojide komploya inanmak paranoyadan türemiş bir yan etki gibi okura sunuluyor, bu nedenle de bir “savunma mekanizması” olarak gelişen paranoya ve komplo teorisine inanma durumu normal olarak gösteriliyor. Sosyal psikolojideyse toplumda belirli (ani ve köklü) değişimlerin bir “komplo iklimi” yaratabildiğini ve dolayısıyla komploya inanan insanların bu doğrultularda kimler olabileceğinin tespit edilebileceğinden bahsediliyor. “Bir düşünceye bir kişi inanıyorsa paranoya, iki kişi inanıyorsa ‘paylaşılmış psikotik bozukluk’, ama topluluklar inanıyorsa ‘kültür’ deniyor olabilir” sözü psikoloji ve komploculuğun bağlantısını mükemmelen özetliyor.
Karaosmanoğlu’nun kitabının 'disiplinlerarası' bir özetlemede bulunması birçok açıdan önem arz ediyor. Komplo teorilerinin bir “teori” olarak tarih, felsefe, siyaset, psikoloji ve sosyoloji gibi sosyal disiplinlerin yardımıyla bir okumasını yaparak, okurlara birçok aydınlatıcı fikir ve farklı bakış açısı sunuyor. Geniş bir kitleye tarafsız ve aydınlatıcı bilgiler sağlayan bu çalışma, birçok kişinin hayatında yeri giderek artan bir “komploculuk” iklimini daha iyi kavramak, neye nasıl kulak vermemiz gerektiğini öğrenmek konusunda hepimize yardımcı olabilir.