Alçaklığın sıradanlığına karşı durmak

Bugünün Türkiye’sini düşündüğümüzde insani değerlere saldırının akıl almaz boyutlara ulaştığı zamanları anlatan yazarların eserleriyle bağ kurmamız neredeyse kaçınılmaz hale geliyor. Tanrısız Gençlik ve Mephisto-Bir Kariyerin Romanı da iki dünya savaşı arası Almanya’sında bir uyarı fişeği görevi görmüş şimdi için de önemli dersler içeren romanlar...

Google Haberlere Abone ol

Bazı kitaplar belirli bir dönemi anlatıyormuş gibi gözükse de aslında insanlık durumunu açığa çıkarabilme gücüne erişirler. Özellikle felaket durumunu süreklileştiren olağanüstü hal koşullarını anlatan eserler, sistemin içselleştirdiği kötülüğün görünür kılınmasını sağlar. Olağanüstü hal Agamben’in dediği gibi özel bir hukuk değildir, hukuk düzeninin askıya alınması, hukukun sınırının belirlenmesidir. Hukukun askıya alındığı, daha doğrusu yeniden tanımlandığı, bu anın bir “yasasızlık” bölgesi yaratması kaçınılmaz. Yasasızlık dediysek, lafın gelişi: Evrensel değerlerin askıya alınması, kapitalizmin hüküm sürdüğü topraklarda “iç savaş”ın sürekli bir şekilde devrede olduğunu bilenler için şaşırtıcı bir durum değil. Çünkü kapitalizmin liberal bir ton taşıdığında bile halklara karşı ateşkesi sonlandırma yetkisini elinde bulundurduğunu hissettirir. Hukuk, egemenliğin burjuvazide olduğu her durumda, yeniden şekillendirilmeye, dolayısıyla egemenin kötülüklerini meşrulaştırmaya yazgılıdır. Evrensel değerlerin ayaklar altına alınması karşısında şaşırırız. Bu evrensel değerlerin mücadelelerimizin ürünü olduğunu unutmak pahasına hem de.

Bugünün Türkiye’sini düşündüğümüzde alçaklığın, kötülüğün, insani değerlere saldırının akıl almaz boyutlara ulaştığı zamanları anlatan yazarların eserleriyle bağ kurmamız neredeyse kaçınılmaz hale geliyor. Kötülüğün bir norm olarak dayatıldığını deneyimlerken ve alçaklığın sınırlarının zorlandığını hissederken nasıl bağ kurmayalım ki. Seçilmiş belediye başkanlarının hakları gasp edilip belediyelere kayyım atanır, iktidarın adayını belediye başkanı olarak seçmediği için bir şehrin neredeyse tüm ormanlarının yakılmasına göz yumulur, aynı esnada bu sürece karşı çıkanlara karşı ayrımsız bir şekilde baskı ve şiddet uygulanırken seneler önce benzer acı deneyimleri yaşamış insanlarla duygularımızın benzeşmesi kaçınılmazdır. İktidara karşı olduğunu yüksek sesle dillendirdiği, sarayın değil halkın düşünürü-hekimi olduğu için Ayşegül Tözeren’in, saçma sapan bir soruşturma bahane edinilerek gece yarısı operasyonuyla evinden gözaltına alınışı bizi seneler öncesine taşıyıverir.

KÖTÜLÜK SIRADANLAŞIRKEN ERDEMLİ OLABİLMEK

Tanrısız Gençlik, Ödön Von Horvath, Çevirmen: Oktay Değirmenci, 192 syf., Jaguar Kitap, 2016.

Bir anda kendimizi iki dünya savaşı arası Almanya’sında buluveririz. Çünkü tam da olağanüstü hal koşullarının verimleri, edebiyatın, kapitalizmin içselleşen çelişkilerine nüfuz edebilen bir alan olduğu gerçeğini vurgular. Yüzyılın başından itibaren Almanca yazılan coğrafyada örgütlü kötülüğün açığa çıkarılması edebiyatın ana konularından biri oldu. Uzun ve karanlık 20. Yüzyıl, olağanüstü halin edebi harikalarla betimlendiği bir zaman dilimi olarak da görülebilir. Faşizmin yükseldiği topraklarda karanlık ama ironik bir edebiyat geleneğinin oluşması şaşırtıcı değil: Walser, Kafka gibi isimler ile başlatılabilecek bu geleneğin, Canetti, Broch, Doblin, Musil, Joseph Roth gibi yazarları çıkarması kaçınılmazdı. Güçlü bir felsefi geleneğe sahip Alman kültürünün etkileri mi, kapitalizmle geç tanışmış bir toplumun spazmları mı neden oldu buna bilemiyoruz ama Almanca yazılan topraklarda iktidarın yaratacağı felaketleri kâhin tavrıyla öngören ve bizleri uyaran edebiyatçıların sayısının az olmadığını söylememiz mümkün.

Bu yazarların birçoğunun eserlerinin Türkçeye ya geç çevrildiğini ya da çevrildiği dönemde önemlerinin anlaşılmadığını vurgulamalıyız. Mesela Ödön von Horváth’ın, faşizm koşullarında kitlelerin örgütlü kötülüğe gönüllü katılımını anlatan Tanrısız Gençlik romanı ilk olarak 1943'te Burhan Arpad'ın çevirisi ile Allahsız Gençlik başlığıyla Ölmez Eserler etiketiyle yayımlanmıştı. Fakat daha sonrasında yeni baskıları yapılmamış ancak 2016’da yeniden okurlarla buluşmuştu. Faşizmin kitleselleştiği ve toplumun tüm hücrelerine sızdığı 1930’lu yılları, soru sormaktan vazgeçmemiş bir öğretmenin gözünden anlatan bir roman Tanrısız Gençlik. Horváth’ın derdi faşizmin yarattığı histerinin tüm toplumu sarması: “Şık bir balo. Seçkin bir çevre. Topluluk! Çiftler ay ışığı altında dönüyordu. Kalleşlik erdemle, yalan adaletle, acizlik güçle, riya cesaretle. Sadece akıl katılmıyordu dansa. Sarhoş olana kadar içmişti akıl, şimdi dünyanın haline bakıp hayıflanıyor ve durmadan, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu: Ben aptalım, ben aptalım!” Aklın yerini hamaset, kardeşçe yaşam arzusunun yerini savaş çığırtkanlığı almışken; faşizm sürekli bir şekilde onaylanmayı ve alkışlanmayı arzularken, insan kendi olarak kalabilir mi diye soruyor yazar. Okuldaki öğrencilerin, kendi içlerindeki hesaplaşmalar ise Almanya’da olağanüstü hal dönemindeki çelişkileri gözler önüne seriyor. Horváth, kötülük sıradanlaşırken, iyi, erdemli, dürüst kalabilmenin zorlukları üzerine düşünmeye zorluyor okurunu.

ALÇALMAYA GÖNÜLLÜ OLMAK

Mephisto-Bir Kariyerin Romanı, Klaus Mann, Çevirmen: M. Sami Türk, 370 syf., Everest Yayınları, 2019.

Benzer şekilde uzun yıllardır çevrilmeyi bekleyen bir eser ise Klaus Mann’ın başyapıtı diyebileceğimiz Mephisto Bir Kariyerin Romanı. Daha önce romanı Ariane Mnouchkine oyunlaştırmış ve 1989’da Can Yayınları’nca yayımlanmıştı ama roman için bu seneyi beklememiz gerekti. Geçtiğimiz günlerde M. Sami Türk’ün çevirisiyle yayımlanan kitap, faşizme sürüklenen bir ülkede ezenlerin yanında saf tutanların kariyerleri yükselişe geçerken, insani olarak alçalmasına odaklanıyor. Mann, romanında 1920’lerden başlayıp 1936’ya kadar Almanya’daki dönüşümü Hendrik Höfgen karakterinin kariyer yolculuğuyla paralel bir şekilde anlatıyor. Höfgen, şöhret basamaklarını yükselmek isteyen bir tiyatrocudur. Tüm hayatını da bunu gerçekleştirmeye adar. Bunun için 1920’lerde ‘tatlı su solculuğu’ yapacak, liberal görüşlü bir müsteşarın kızıyla evlenecek, tüm insani ilişkilerini şöhret basamaklarını inşa etmek için kuracaktır. Yıllar 1933’ü gösterdiğinde Höfgen artık tiyatroların ve sinemanın ünlü yıldızı olmuştur. Naziler iktidara gelmiş, ülkede tüm muhalefetin sesini kesmek için şiddet ve yalan dolu bir keşmekeş yaratmışlardır. Höfgen, orta yolculuğun yetmediği noktada zorbalarla kol kola girmekten çekinmeyecek, alçalmakta bir beis görmeyecek ve kavuşabileceği en yüksek noktaya, tiyatro müdürlüğüne ulaşacaktır.

Klaus Mann, sadece Höfgen’e odaklanmış gibi gözükse de iktidarı zor yoluyla ele geçiren faşistlerin yaptıklarını açık bir şekilde anlatmaya da odaklanır. Dönemdaşı olan pek çok yazardan farklı olarak metaforlara ya da kapalı bir anlatıma sığınmadan yapar bunu. Babası Thomas Mann’ın: "Eserleri her ne kadar bir hafiflik taşısa ve çabuk yazılmış hissi verse de, ben ciddi olarak, onun kendi kuşağının en iyilerinden olduğuna, belki de en iyisi olduğuna inanıyorum" deyişi boşuna değildir. Klaus Mann, lafı dolaştırmadan, kendi retoriğine kapılmadan, duygularını ad gizlemeden yazar. Yazar olarak varlığını hissederiz kitap boyunca. Ama bu okuru rahatsız etmez.

Otto Ulrichs’in yaşadıklarını anlatırken yazdıkları aynı zamanda dönemin muhalif aydınlarının deneyimlediklerini betimlemesi açısından önemlidir: “Hiçbir gözün gam ve kederden körelmeden bakamayacağı şeyler görmüştü: zincirlerinden boşanmış, ürkütücü bir titizlikle organize edilmiş çırılçıplak alçaklığı, savunmasızlara işkence ederken kendini kutlayan, vatansever hareket ya da ‘halka yabancı yıkıcı unsurlara’ ahlak terbiyesi verirken gösterilen başarı, uyanan vatan için ahlaki, zaruri ve adil hizmet adına kendini yücelten mutlak ve totaliter adiliği görmüştü.” Klaus Mann, kimi zaman öfkeli olduğu sezilen bir üslupla tüm bunlar yaşanırken gözlerini yuman, kulaklarını kapatan, ağızlarını sadece iktidara övgü için açan aydınları da hedef alır.

ANLATILAN BİZİM HİKÂYEMİZ

Tanrısız Gençlik de Mephisto-Bir Kariyerin Romanı da henüz İkinci Dünya Savaşı başlamamışken kaleme alınan kitaplar olmaları açısından da önemli eserler. Nazi vahşetinin tüm işaretleri verilmiş ama hala ‘daha fazla ileri gidemezler’ iyimserliği tümüyle yitmemişken bir uyarı fişeği görevi görmüştür bu romanlar. Aynı zamanda şimdi için de önemli dersler içerirler. Tanrısız Gençlik, totaliter rejimlerde sıradan insanların kötüleşme potansiyelini gözler önüne sererken, şimdinin linç kalabalıklarını, tüm kötülükleri aklayanları, savunmasız insanlara karşı şiddet uygulanırken ‘oh’ çekenleri ifşa eder. Klaus Mann ise tüm bunlar yaşanırken başını kuma gömenler başta olmak üzere, kendi ikbali için kötülükle ittifak yapanları hedef alır. En çok da ülke yanıyor, sansür kurumsallaşıyor, kültürel ve sanatsal varlıklar yağmalanıyor, sanatçılar, aydınlar gözaltına alınıyorken Cumhurbaşkanı ile kahvaltı etmekten, fotoğraf çektirmek için yarışmaktan çekinmeyenleri yerin dibine sokar. Onun için her iki kitapta anlatılanlar aynı zamanda bizim de hikâyemizdir.

Dipnot

  • Burhan Arpad'ın Allahsız Gençlik çevirisini hatırlatan Ahmet Arpad'a teşekkürlerimizi sunarız.