Vedat Türkali'ye mektup...
Bir gün doğum gününüzde yine Nâzım’ın gömleğini giymiş ve demiştiniz ki, “kitap rüzgâr olmalı.” Galiba Nâzım Hikmet’in sözüydü. Siz de romanlarınızda, şiirlerinizde o “tan yelini” hep estirdiniz… Bilim ve felsefe hakikati ararken, edebiyat da onu ifşa eder. Ancak doğruluk ya da doğru olan, hiçbir zaman mutlak değildir, yaşam gibi bazen belirsizleşir… Sizin sözcükleriniz de bu belirsizliğin izini sürer hep.
Ayşegül Tözeren
Sevgili Vedat Türkali,
Ölümsüzlüğünüzün üçüncü yılında, size yeni bir mektup yazmak istedim. Geçtiğimiz günlerde, günle gece birbirine karışmışken, sizinle ve Yaşar Kemal’le uzun uzun sohbet etmiştik. Edebiyattan, yaşamdan konuşmuştuk. Elbette, şairler de katılmışlardı. Turgut Uyar ve Cemal Süreya çok konuşkandı mesela…
Sizlerle, göksel edebiyatçı ve şairlerle, her göğe baktıkça konuşuyoruz aslında… Sonraki günlerde, limon ağaçlarına bakan odama kavuştuğumda, kitaplarınıza göz gezdirdim. Mavi Karanlık’a, Birgün Tek Başına’ya. Sizinle ilgilenen doktorlardan biriyken, bana “edebiyatımızın Günsellere ihtiyacı var,” demiştiniz, mıh gibi aklımda… Ben de size, “siz çelişkinin ruhunun yazarısınız,” diye bir cümle kurmuştum. Çünkü Vedat Bey, siz metnin içinden slogan atan yazarlardan hiç olmadınız, hep kaleminizin ucunu sivri tuttunuz ve onu en çok da aydın sınıfına batırdınız. Mavi Karanlık romanınızdaki kadar keskin aydın eleştirisini kaç edebiyatçı başarabilmiştir?
Edebiyatımıza kattığınız “ikirciklilik” sadece bir sözcük değil, aynı zamanda kavramdır da. Bu yüzden size çelişkinin ruhunu yazdığınızı söylemiştim. Kenan’ın gençlik yıllarının heyecanıyla, evliliğinden sonra kurulan konfor arasında kalışı… Ailesiyle aşkı arasında seçimlerde hep tökezleyen ruhu… İkircikliliğin kendisidir ve ne kadar doğaldır. Romanlarınızda mutlak iyiler ve kötüler bulunmaz. Günsel bir yandan toplumsal değişimden yanadır, bir yandan geleneksel cinsiyet rejiminin duvarları arasındadır. Evli olan sevgilisiyle ilk kez yakınlaştıklarında, “işin kötüsü ben de istiyorum,” der.
Karakterleriniz apaçık değildir, okura hep bir tahmin, hatta tereddüt payını bırakır. Emin olmak, mümkün değildir. Göksel şair dostunuz, Turgut Uyar’ın yazdığı gibi, edebiyatta da “bütün mümkünlerin kıyısında” yaşarız. Sanırım, Albert Bayet söylemiş, “fazla apaçık fikirler çoğunlukla ölü fikirlerdir.” Aslında, fazla apaçık karakterler de hiç yaşamamıştır.
Bilim ve felsefe hakikati ararken, edebiyat da onu ifşa eder. Ancak doğruluk ya da doğru olan, hiçbir zaman mutlak değildir, yaşam gibi bazen belirsizleşir… Sizin sözcükleriniz de bu belirsizliğin izini sürer hep. Mavi Karanlık’ta kim doğrudur? Korhan mı, Özgür mü? Yoksa Günsel gibi gelenekle modern olan arasında kalan Nergis mi? Nergis şöyle der… “Ne gerek var o yollara? Kadınım diye mi? Kendi ben’imi yadsıyıp başka bir ben’i, bir erkeğin ben’ini kollayacağım! Bu Korhan da olsa, neden? Peki, Özgür’ün ben’i? Tamam, şimdi bu sorun var işte…”
İkilemin ruhunu dile getirirsiniz siz… Kadının da, erkeğin de… Ve en iyi siz bilirsiniz, bazen karar vermemenin de bir karar olduğunu. Yaşamını gençlik yıllarının ardından tekdüzelik içinde geçiren Birgün Tek Başına’nın Kenan’ını düşündükçe Albert Camus’u hatırlarım, onun “arzu çelişkilere yol açar,” deyişini… Öyledir de, arzu tekrar uyandığında çelişkiler de tekrar yüzüne çıkar ve edebiyat da o zaman başlar. Siz, karakterlerine karşı merhametli yazarlardan değilsiniz. Entropi ilkesi romanlarınızda da yer bulur. Aslında insan ilişkileri de dağılmaya, çözülmeye mahkûmdur. Tek Kişilik Ölüm’de Doktor Gülşen’in evliyken eşi ve sevgilisi arasında yaşadığı araf, boşandıktan sonra da sürer… İlişkilerini sürdüremez ve hüsranın her biçimini yaşar. Bu yüzden, Tek Kişilik Ölüm, biraz da yorgunluğun romanıdır… Toparlamak istedikçe, dağılmanın. Aslında romanlarınızın tümünde mutluluk içinde bile bir yorgunluk vardır. Bu da ikirciklilik kavramını anımsatır, ya da o kavramın alt satırlarını oluşturur… Birgün Tek Başına’da da yazmıştınız, “mutluluk da yorar insanı,” diye. “Pırıl pırıl bir ırmakta yüzüyorsun, mutluluk dediğin bu. Bir kıyıda, bir dönemeçte arada bir ortaya çıkıveren pis bulanık akıntılardan uzaklaşacaksın, güçlü kulaçlar atmam gerek. Sık sık oldu mu da, yoruluyor insan.”
Romanlarınıza göz attıkça, iyi bir izlenimci olduğunuzu, bununsa sizi indeterminizme taşıdığı görülüyor. Yaşam zar atıyor romanlarınızda… Belirsizliği, ikircikliliği taşıyor kalbinde o zar.
Ve metinlerinizdeki kararlı kararsızlık yani görecelilik ve belirsizlik, yaşamın çelişkili yüzündeki perdeyi aralıyor. Bir gün doğum gününüzde yine Nâzım’ın gömleğini giymiş ve demiştiniz ki, “kitap rüzgâr olmalı.” Galiba Nâzım Hikmet’in sözüydü. Siz de romanlarınızda, şiirlerinizde o “tan yelini” hep estirdiniz…
Yaşamınızın son yıllarında sizinle sohbet etme olanağına eriştim ve sizden öğrendiğim en değerli bilgi, çelişki yoksa edebiyat da yoktur, oldu.
Şimdi lütfen dinlenin, ben göğe sizlere bakmaya devam edeceğim.