'Yabancı'nın çilesi
Colin Wilson’ın kendi yabancılık deneyiminden hareketle yazdığı, otuzdan fazla dile çevrilen felsefi-edebi incelemesi "Yabancı" Notos Yayıncılık tarafından yayımlandı. Wilson kitapta yazarlar arasında bağ kurarak varoluşçuluğun “Nasıl yaşamalı?” sorusunu enine boyuna kat ediyor.
Hüseyin Bul
Colin Wilson’ın Yabancı kitabını irdelerken Yabancı’ya ulaşmanın öyle bir çırpıda mümkün olmadığını, Yabancı’ların ayrı olduğu kadar ortak özellikler de barındırdığını ve en önemlisi de belli bir kalıba sığmayacak kadar “renkli” olduklarını fark ettim. Zaten bir tanımlamaya gittiğimizde aslında sahayı daralttığımızı, çizdiğimiz çembere tuttuğumuz merceğin daha çok bir büyüteç işlevli olacağını bilerek hareket ettiğimizde tanımlamanın çok da sakıncalı, “arızalı” olmayacağını biliriz.
Yabancı kelimesi oldukça geniş bir mana barındırsa da, günümüzde herkesin göçle, sürgünle başka yerlere, faklı coğrafyalara ve farklı kültürlere sığınarak, iltica ederek yaşamaya çalışması durumunda atfedilen “Yabancı’dan” ziyade, biz, daha çok ayrıksı duran, varoluşsal problemleriyle baş etmeye çalışan, her alanda aidiyetsiz hisseden, sürüden kopan, belki “hissiz” Yabancı’yı konuşacağız.
Colin Wilson kitap boyunca neredeyse her bölümün başına yabancının bir özelliğinden başlayarak ilerler:
“İlk bakışta, Yabancı toplumsal bir sorundur. Duvardaki deliktir o.” ( Körler Ülkesi bölümü-syf: 25)“Yabancı kim olduğundan emin değildir” ( Benlik Sorunu bölümü- syf: 199)
“Vizyonerler kaçınılmaz olarak Yabancıdır.” ( Vizyoner olarak Yabancı- syf: 269)
“Yabancının sorunu çıkmaza vardığında en doğrusu geriye gidip başka bir yaklaşım denemek olur.” ( syf: 290)
“Yabancılarda ortak bir içgüdü vardır; burjuva dünyasının gerçekliğinden şüphe etmektir.” ( syf:291)
“Yabancıya nihai olarak ne istediğini sorun, bilmediğini kabul edecektir.” ( syf: 293)
“Bir Marksist ile romantik Yabancı arasındaki fark şudur: Biri cenneti yeryüzüne indirmek isterken diğeri yeryüzünü cennete çıkarmayı hayal ediyordur.” ( syf: 294)
Wilson Yabancı’yı tartışırken her bölüme uygun düşen yazar ya da yazarın yarattığı karakterle başka bir yazar arasında bağ kurar, daha önce birinin denediğini diğerinin daha cesurca yaklaştığını söyler. “Hesse’de Shakespeare ya da Tolstoy gibi bir hayal gücü yok. Ancak düşüncelerindeki canlılık bunu fazlasıyla telafi ediyor.” Ortak nokta bulma konusunda da oldukça başarılı ve çalışkandır Wilson. Ahlaktan bağımsız özgür kuvvetler, saf irade gibi tabirlerle bir dönem Schopenhauer’ı kahraman olarak gören Nietzsche felsefesini özetleyen yazar, Van Gogh ile Nietzsche arasındaki bağı şöyle kuruyor: Van Gogh’un sevdiği kadın için elini mum üstünde tutmasıyla Nietzsche’nin fırtına kopup yıldırımlar çakarken şahit olduğu bir olaydaki tavrının aynı gelenekten geldiğini söyler.
'WILSON, DOSTOYEVSKİ İLE NIETZSCHE'Yİ AYNI DÜZLEMDE BULUŞTURUYOR'
Dostoyevski’nin Delikanlı’sını beğenmeyen Wilson, Yeraltından Notlar’daki -ki Rusça orijinal ismi, 'Döşemenin Altından Notlar'dır- karakterlerin kendilerini böcek gibi görmesiyle dile getirdikleri ve davranışlarıyla Dostoyevski ile Nietzsche’yi aynı Yabancı’da, aynı düzlemde buluşturmayı başarıyor. Hatta Suç ve Ceza’daki karakter Raskolnikov’un durumunu birçok açıdan Nietzsche’ye şu cümle ile benzetiyor: “Kendi güçsüzlüğünden, insani zaaflar ve ızdıraplardan nefret ediyor.”
Yabancı’yı tartışmaya açarken dediğimiz gibi her bölümün teması içinde irdelerken gözümüze, teolojinin, dini argümanların Yabancı’nın önünde flu bir perde olduğunu hissettirir. 'Dinin sunduğu cevapların insanları rahatlatmak için hazırlanmış yalanlar' olduğunu söyler. Yabancı dünyaya ayak uydurmayandır. Kurtuluşu kendi başına bulabilendir. Yabancı anlaşılmayı ister yine de.
'ŞİDDETE GÜZELLEŞTİRİ'
Kendini en az Nijinski kadar yabancı hisseden Wilson, on yedi yaşındayken baleye merak salmış fakat bale için bu yaşların uygun olmadığına karar veren yazarın günümüzde çokça tartışılan 'şiddete güzelleştiri' anlamına gelen sosyal medyadaki 'kanlı canlı' resimlerin, videoların paylaşımına dair şöyle bir yaklaşımı da var. Ben bu tespitini buna da yorabilirim. İnsanların negatif duygulara (korku, nefret, öfke) korkunç düzeyde enerji harcadığını söyleyen Gürciyev’in, her şeyi mekanik olarak yaptığımızda dünyanın bizim için anlamı kalmadığını şöyle aktarıyor: “Bir gün bir şiir, müzik ya da resim bize ilham verir ve bütün dünya bizim için on kat daha gerçek ve anlamlı olur. Ertesi gün şiiri tekrar okur ya da müziği tekrar dinleriz ve alışmışızdır; artık mekanik olarak dinleriz.” Aslında yabancı kalmak tam da budur.
Yazar Yabancı’nın peşine düşüp varoluşsal metinleri irdelerken ilk sırayı tahmin edeceğiniz gibi Sartre ve Camus’ya verir. Fakat yabancı kimdir, ne yer ne içer, ne düşünür, nerelere gider ve en önemlisi de nereden geldiğini bulmak, anlamak için alt metinleri de deşifre etmeyi unutmaz. Teolojik yaslanmaları da büyük bir iştahla ters yüz ederek mistik ve manevi düzlemde hareket eden yazar, şair, karakter ve ressamları da pas geçmez. Wilson için bunlar bazen Dostoyevski, bazen Kierkegaard’dır, bazen Fox bazen yazarın kendisi ve bazen de yazarın yarattığı karakterdir. Çözümlemelerini yaparken pikaresk romanlara varana dek irdelerken gölge benlik arketipiyle karşılaşması işini zorlaştırmaz, bilakis iştahını kabartır. Yabancı kitabı yayımlanırken ilk etapta kabul edilmez, mesafeli yaklaşılır, ne de olsa yazar taşradan gelmiş bir evsizdir. Bu özellik belki de yazarın çıkış noktası için güçlü bir gerekçedir.
Yabancı kitabının en önemli özelliklerinden biri de yazarın başka yazarlardan alıntıladığı bütün metinleri çevirmenin mevcut olanla yetinmeyip yeniden çevirerek yararlanmış olması. Sadece bu emek, zahmet ve özen için bile çevirmen Cihan Barış Özkan’a minnet borçluyuz. Buna rağmen kitabın kapağında çevirmenin isminin olmaması yayınevinin bir 'kusuru' diyebiliriz. Umarız ve bekleriz ki yeni basımlarda bu 'kusurdan' vazgeçilir.