İlhan Durusel’in öyküleri için serbest deneme
İlhan Durusel'in "Defterdar-Evlat Katli İçin El Kitabı" kitabı okurla buluştu. Durusel "Defterdar"da öykünün anlatım olanaklarını çağrışımlarla, kurguya dahil ettiği alışılmadık oyunlarla ve dili bozarak genişletmeye çalışıyor...
Aysun Kara
İlhan Durusel edebiyatımızda ilk göründüğü günden bu yana karınca kararınca takip ettiğim yazarlardandır. Alınyazım Kılavuzu’nu ilk kitabı bilirdik, öyle değilmiş. İlk yayımlandığından yıllar sonra 2018’de Koç Üniversitesi Yayınlarından çıkan Tansu M. Gülaydın’la birlikte yazdıkları Blöf Kitap'ı epey geç okuduk. İlhan Durusel, yazdıklarının cümle kapısından içeri bodoslama girilecek bir yazar değil bana kalırsa. Öyle olunca da kitabını elinize alır almaz kitabın adıyla varsa alt başlığıyla bir yakınlık kurmanın yolunu bulmak gerek. Tabii eğer gerçekten Durusel’in metinlerinin künhüne varmaya niyetliyseniz. Mesela kitabın adını sözcüklere hatta hecelere ayırıp farklı anlam arayışlarını deneyebilirsiniz. Kimi sözcüklerin bilinenin dışındaki anlamlarını araştırmaya ve bulduklarınızdan en az yazarı kadar heyecan duymaya hevesli olmalısınız. Bütün bunlara gönüllüyseniz ilk sayfayı çevirerek Türkçe edebiyatın en yaratıcı, en oyunbaz, en cesur yazarlarından birini tanıma şansınız olur.
Cümle kapısından adım attınız diyelim. Girdiğiniz kapıyı birdenbire kapatmayın, aralık kalsın, sokağın seslerini de yanınıza alın. Bu öyle aynı tornadan çıkma, benzerlerini her köşede bulabileceğiniz bir kapı değildir; boyunu posunu, yapıldığı kerestenin cinsini düşünün. Kapılar, keresteler, camlar, kilitler konusunda fazla bilginiz olmasa da olur. Eğer hakikaten bu kapının azameti karşısında kendinizi pek bilgisiz ve yetersiz hissederseniz sakın korkup kaçmayın. Orada öylece durup bekleyin. Kapının boyasına parmak uçlarınızla dokunun, boyanın altındaki macunu, çatlakları hissedeceksiniz. Belki de, eğer kulak verirseniz, kim bilir kimlerin, nereden kesip getirdiği o cümle kapısının gıcırtısında bir ormanın uğultusunu duyabilirsiniz.
Durusel’in metinleri benim için geçmişin yükünü taşıyan, bugünün zevksizliğine inatla direnen üç katlı, bahçeli bir Rum evidir. İçinde epeyce zaman geçirdiğim bu ev merdivenleri, birbirine açılan odaları, mutfağı, hayat altı ve bahçesiyle düşsel bir mekân gibidir. Bu eski evi Durusel her yazdığı kitapta elden geçirir. Pancurlarını, döşemelerini yenileyip duvardaki yedi kat boyayı kazıyarak arkasında gizlenen güzelim sarımsak taşını ortaya çıkardığı da olur, kırık seramiklerini anımsattıkları onca şey için orada öylece bile isteye bıraktığı da.
Biz bu yazının sınırlı sözcükleriyle evin yüzyıllık tarihini gözden geçiremeyeceğimiz için son öykü kitabı Defterdar’dan söz etmeğe çalışacağız.
ŞİİR GİBİ OYNAMAK
Defterdar’daki öykülerde yazarın konu, biçem ve öykü kişileri açısından bir bütünlük arayışında olmadığını söyleyebiliriz. Has öykücüler her öykünün kendi içinde bir dünya taşıdığını, bir öykü kitabında gerek izlekle gerekse öykü kişileriyle bir roman bütünlüğü kurmanın iyi öykücülüğün “gerek ve yeter şartı” olmadığını bilirler. Burada bir parantez açarak birbirine bağlanan öykülerin ustalıkla kotarıldığı öykü kitaplarını bunun dışında bıraktığımızı belirtelim. Durusel kimi zaman bir izleğin çevresinde kurguladığı öyküleriyle kimi zaman da birbirinden farklı tondaki öykülerini aynı kitapta toplayarak kendi yazın üslubunu oluşturmuş bir yazardır. Öyküleri pek az yazara nasip olacak kadar kendi vurgusunu iletir okura. 'Boş Mukavele' öyküsünde futbol heveslisi bir gencin söyledikleri sanki tam da Durusel'in yazma ile ilişkisini tanımlamaktadır. “Şiir gibi oynuyor diye yazmışlardı benim için. İçime işlemişti bu. Aklımdan çıkmıyordu. Çok hoşuma gitmişti. Gerçekten de “şiir gibi oynamak” diye bir deyim varmış, geldiğim bu ülkede öğrenmiştim. Bir üslup, bir stil sahibi olmak sahada, sokakta karakter sahibi olmak, raconu bilmek demekti bu. Yaratıcılık herkesin yaptığı işi herkesten farklı yapmak gibi bir şey, bir sessizlik belki bir taraftan da, tribünlere oynamaktan çok oyunu, futbolu kendisi için zevk için oynamak… bu yüzden şiir gibi oynuyor diyorlardı belki de.” (s. 145-146)
İlhan Durusel’in en belirgin yazarlık tavrı denemekten, öykünün uç noktalarında dolaşmaktan çekinmemesidir. Bu çabasıyla her yazdığı kitapta öykücülüğünün gücünü bir defa daha sınadığını söylemek belki de aşırı bir yorum olmayacaktır. İlhan Durusel Defterdar'da öykünün anlatım olanaklarını çağrışımlarla, kurguya dahil ettiği alışılmadık oyunlarla ve dili bozarak genişletmeye çalışır. Bunu yaparken yazdığı metni şiirin, öykünün, denemenin kurallarına tutsak etmez. Okura düşen, görünenin arkasını kazıyıp birtakım ipuçlarını kovalamaktır.
Kitabın ilk öyküsü 'Ben Buraliyem', Durusel'in dil üzerinden yabancılaşmayı anlattığı bir öykü. Kitabın birkaç öyküsünde olduğu gibi burada da fotoğraflar kurguya dahil edilmiş. Bu siyah beyaz eski zaman fotoğrafları, İlhan Durusel'in 'Otlar Çağırıyor'da Kongre Kütüphanesi'ni anlattığı denemesini aklıma düşürdü hemen. Durusel bu denemesinde Abdülhamit’in İstanbul'da çoğunu Abdullah Biraderler’e çektirip Amerikan Kongre Kütüphanesi'ne hediye ettiği 52 ciltlik fotoğraf albümünden söz eder ki yazar bu fotoğrafların yalnızca iki cildine bakabilmiştir. İlhan Durusel'in öykülerinde kullandığı fotoğrafların o ciltlerdeki fotoğraflar olup olmadığı sorusu zihnimize takılıyor. 'Pamuk Hararları ve Memedali'de ise fotoğraflar, altlarına kondurulan muhtelif “rivayetler”le öyküyü zenginleştiriyor.
Durusel'in Defterdar’daki deneysel öykü anlatma çabası elbette ki fotoğraflarla sınırlı kalmıyor. '“Sanat Toplum İçindir” Diyen Namık Kemal Sözünden Dönmediğini Genç Yazarlara İspat Ediyor' öyküsü röportaj tekniğiyle kurgulanmış. 'Bay Aktaş ve Onun Familia Türkiye’ye Giderler' öyküsündeyse dil alabildiğine bozulmuş, adeta “google translate” esintisi taşımaktadır. 'Yazar İşlemeyen Baltaya Ne Denir?' adlı öyküde Çehov’un meşhur tüfeğini baltaya dönüştürür. 'Esansçının El Kitabı: Rıdvan Tekdamar'ın Hayatı ve Eserleri' öyküsü de kitabın öne çıkan öykülerinden. Bir hatun kişinin kokusu yüzünden hayatının akışı değişen Rıdvan Tekdamar, Dulcinea peşindeki Don Kişot’u anımsatır.
Defterdar'daki öyküler de yazarın diğer kitaplarında olduğu gibi tarihsel metinlerden, kutsal kitaplardan, masallardan, menkıbelerden, söylencelerden beslenir. Yazar bize bazen çok tanıdık gelen bazen de varlığından habersiz olduğumuz bu insanlık birikimini gündelik hayatın içine oturtarak sunar. Bu birikimi "şeyler"in içinden geçirerek öyküleştirir. 'Serum Şişesinin Acı Tarihi' ve 'Hediye Koltuk' öyküleri sıradan nesneler üzerinden yazılan öykülere örnek sayılabilir.
İlhan Durusel’in okuruysanız onun hemhal olduğu metinleri, yürüdüğü yolları, ayağının takıldığı taşları bilmeseniz de hissedebilirsiniz. Durusel eski metinlerden, edebiyatçılardan, tarihsel bir hikâyeden söz ederken bunların anlaşılabilmesi için metne kondurduğu işaretleri gözünüze sokmaz. Okuruna güvenir. Durusel’in “okura yazan” bir yazar olmadığı açık. Okur için yazar ama ince dokunmuş metni hazmedebilecek okur için. Ya da edebiyat sevgisi yüreğinde filizlenmeye başlamış, edebi metinden haz duymaya gönüllü olan okurlara yazar. Çehov’un tüfeğini, Raskolnikov'u, rindleri, Sadi’yi ve Gülistan’ı duymamış olabilirsiniz. Yine de yalnızca sözcüklerin birbirine ahenkle vuruşunu işitmek için bile İlhan Durusel'in metinlerini okuyabilirsiniz. Emin olun, aranızdaki mesafe her okuyuşta giderek kapanacaktır.