Okurunu edebiyata davet eden yazar: İlhan Durusel
İlhan Durusel, edebiyatın okur tarafındaki deneyimini çok yakından tanıyan, edebiyatını bu deneyimin üstüne kurgulayarak okuruyla arasındaki mesafeleri kaldıran bir yazar. Kısa Kısa Kıssalar ve Defterdar eserleri, Durusel’in bu anlamdaki deneyinin iki iyi örneği.
Yazmanın tutkusuna kapılanlar her şey için ayrı bir defter tutarlar. Günlük, ajanda, not defteri, seyahat defteri, okunacaklar, okunanlar, izlenecekler, izlenenler, alınacaklar, akılda kalanlar, akla takılanlar... Kütüphanesi kalabalık olanlar kapalı dolaplar ardında ya da kutularda bir o kadar da defter biriktirirler. Birbirini besleyen ve teşvik eden, çatısı uymasa da işteş iki fiile dönüşür okumak ve yazmak. Yazmanın tutkusuna kapılanlar okudukça daha çok acıkırlar. Okudukları öykülerden biriken tortular zihinlerinde yeni öyküler inşa edip parmaklarını kaşındırmaya başlar çok geçmeden. Bu yüzden okurun okuma deneyimi, düşündüğünden daha kıymetlidir.
Okumanın tutkusuna kapılanlar takılı kaldıkları kitaplardan bile öyle kolay vazgeçemezler. Yeri gelir kitapla inatlaşır, kavgaya bile tutuşurlar. Her okurun mutlaka kabusa dönüşen, zihnini hırpalayan, dikkatiyle bir türlü buluşamayan kitaplar vardır. Tutkulu bir okur buna rağmen kitaptan vazgeçmese de kitap zihniyle kucaklaşmıyorsa bu girişim büyük bir sancıya dönüşür. Ya o kitap için doğru zaman değildir ya da o kitap o okura göre değildir. Ama okur, ikinci ihtimali öyle kolay kabul etmez. Kitabın altından girer üstünden çıkar, anlaşmanın yollarını arar. Satırların altını çizer, paragrafları çemberlere alır, kendince çözümlemelerini kenarlara not etmeye çalışır. Bu çekişmeyi her zaman kazanır mı, bilinmez. Ama bu, her okur için çok tanıdık bir kavgadır ve bu kavganın müsebbibi elbette amansız bir tutkudur.
İlhan Durusel, bu iki tutkunun Türkçe edebiyattaki en açık yürekli örneği. Okuma inadına dair en dikkat çekici eseri, 160. Kilometre Yayınları’ndan çıkan Kısa Kısa Kıssalar kitabı. Durusel bu kitabın girişinde şöyle diyor:
“Hulki Aktunç’un Bir Şeyin Varoluşu’nu Temmuz 2000’de İzmir’den almıştım. Aldığım günden beri birkaç kere okumayı deneyip bir türlü ilerleyemediğim bu kitabı Hulki Aktunç’un öldüğünü öğrendiğim gün, 30.Haziran.2011, he-ce-le-ye-rek yeni den okumaya giriştim.
Aşağıdaki “Kısa Kısa Kıssalar” başlıklı parçalar bu okumaların hasatı/harmanı olan çalışmadan bir seçme.”
Durusel, Aktunç’un kitabıyla yaşadığı çekişmeyi, kitabı he-ce-le-ye-rek ve aslında kelime kelime çözümleyerek aştığını itiraf ediyor bu eserinde. Eseri de bu çözümlemenin ve kitabın kendisine çağrıştırdıklarının üzerine kuruyor. Bu çağrışımlarla yeni bir eser doğuruyor. Bir okur ve bir yazar olarak; okudukça yazdığı, yazdıkça okuduğu ritüelini Kısa Kısa Kıssalar’ın ardındaki bu öyküden de rahatça anlıyoruz.
İlhan Durusel, yazının girişinde bahsetmeye çalıştığım edebiyatın iştah açıcı etkisini de yaşayan ve üzerinde bıraktığı etkileri açık yüreklilikle itiraf eden bir yazar. Yapı Kredi Yayınları’ndan geçtiğimiz yıl çıkan öykü kitabı “Defterdar: Evlat Katli İçin El Kitabı”nda da bunun izleri görünüyor. Durusel’in edebiyatı bir kardeşlik bağı tarifi adeta. “Defterdar” da adeta bir defter dökümü. Çünkü kitap, 6 ‘defter’den oluşuyor. Kitabın içinde ayrı birer bölüm olarak karşımıza çıkan bu ‘defter’ler sırasıyla şöyle: Hatıra Defteri, Veresiye Defteri, Not Defteri, Dar Defter, Boş Defter ve Kareli Defter.
Bu defterler arasında içerik anlamında çok keskin bir ayrım tarif etmek pek mümkün olmasa da anlatıda çeşitli arayışlar birer fark olarak kaydedilebilir. Ama Durusel’in okuma deneyimlerinden çokça etkilenen yazma süreci burada da kendini belli ediyor. Zira Anadolu esintili öykülerle başlayan kitap edebiyatın Nobel ödüllü ve hepimizin kalbini fethetmiş Latin Amerikalı isimlere selam durarak devam ediyor. Öyle kıvrak verilmiş bir selam ki bu, Durusel’in kimsenin adını anmasına gerek kalmıyor. Hikaye akıp giderken sizi öylesine sarıyor ki bir noktada resmen kafanıza bir taş düşüyor ve o ana dek okuduğunuz öyküyü aslında çok yakından tanıdığınızı fark ediyorsunuz. Bir üstadın hayaletlerini dolaştırıyor kendi öykülerinde Durusel. Bir başka deyişle, kendi zihninde dolaşan hayaletleri, aynı efsunla okuruyla paylaşıyor.
Durusel bu ‘defterler’de gurbete değiniyor, anadile, anaya, gitmenin ve kalmanın sancılarına, doğurduğu öfkelere. An geliyor, modernizmin getirdiği açgözlülüğe, plastikliğe sövüyor. Bu kitap röportajlar, gönderilmemiş mektuplar, eleştiriler ve de belki de piyeslerden mürekkep bir zihin arşivi adeta. Bilinç akışının en samimi dışavurumu.
Durusel okuruna öyküler anlatırken satır aralarında ufak edebiyat kavgaları da veriyor. Şiire, şaire hatta editöre ve yayınevine dair çıkarımlar, iğnelemeler, hayaller belki arzular... Şiirleri nasıl öykülerinden nasibini alıyorsa öyküleri de şiirlerinden nasipleniyor. Bazı cümleler mısralarca diziliyor.
Öykülerini aralara serpiştirdiği siyah beyaz fotoğraflarla inandırıcı kılmayı deniyor Durusel. O kendince fotoğraf altları yazarak öykünün bir bölümünü gerçek kılmaya uğraşsın biz tasvir ettiği karakterle fotoğrafını çektiği karakteri birbirine örtüştürmeye uğraşıyoruz. Bir yandan fotoğrafların gerçek hikayesini hayal etmeye çalışıyoruz. Hikayelerine hikaye katıyor Durusel böylece. Bu fotoğraflar mı ona bu öyküleri yazdıran yoksa öykülerine fotoğraflar mı arıyor kutular boyunca?
Tüm bunların toplamında İlhan Durusel, kendi edebiyat deneyiminden süzdükleriyle okuruyla empati kuran, zihninin kapılarını açan, eserlerini edilgenlikten kurtaran bir alan keşfediyor. Okurunu edebiyata davet ediyor, bir okur olarak okuduklarıyla, sorduklarıyla, düşündükleriyle yeni bir eser yaratabilmesinde onu yüreklendiriyor. Durusel edebiyatın etkileşime açık, cömert yüzünü herkese döndürüyor. En önemlisi okuru, edebiyatla arasına koyduğu mesafelerden vazgeçiriyor.