Oktay Ekşi'nin Harput'ta unuttuğu soykırım
Oktay Ekşi’nin 1956-61 yılları arasındaki gazetecilik deneyimini aktardığı kitabı "Gazetecilikte Geçen O Yıllar - 2" okurla buluştu. Ülkenin adım adım 27 Mayıs’a sürüklenen gidişatını yurt gezilerinde gazeteci gözüyle izleyen Ekşi, dönemin atmosferini birinci elden tanıklığıyla aktarıyor.
Serdar Korucu
Oktay Ekşi’nin 1956’dan 1961’e kadar olan gazetecilik yıllarının anılarından oluşan “O Yıllar-2” Epsilon Yayınları tarafından yayımlandı. Kitabın içinde Ekşi’nin her ne kadar anmaya çalışmasa da izlerine rastladığı Ermeni Soykırımı’ndan tam 41 yıl sonra yaptığı Harput ziyareti de yer alıyor.
“Bugünkü Dünya’yı burada alıp senin Harput’ta bir Gazeteci yazını okudum. Dokunduğu dertten olduğu kadar, dokunuşundaki güzellikten de gözlerim yaşardı.”
CHP’nin yayın organı Ulus gazetesinde röportajları yayımlanan daha sonra aynı gazetede sütun sahibi olacak ve ardındansa siyasete atılarak Başbakan olacak Bülent Ecevit’in bu mektubu kaleme alma nedeni, 19 Mart 1956’da Dünya’da yayınlanan bir yazıydı. Yazının sahibi Oktay Ekşi’ydi ve başlığıysa “Harput’ta bir Gazeteci”ydi.
Ekşi’nin başlığına ilham veren Ankara’da izlediği “Harput’ta bir Amerikalı” isimli tiyatro oyunuydu. Oktay Ekşi yazısının girişine Harput’taki ilk izlenimi ile başlıyordu: “Harput’tan ilk gördüğünüz şey, büyük bir mezarlığın, Harput’un bugünkü durumunu anlatan büyük mezar taşları. 12 bin hanelik Harput’tan bugün sadece 60 hane kalmış.” Her ne kadar o yazıda bu mezarların kime ait olduğunu ifade etmese de 63 yıl sonra kaleme aldığı O Yıllar-2 kitabında konuyu biraz açma gereği duymakta: “Harput’a yaklaşınca karşımıza önce kabristan çıktı. Mezar taşları orada bir zamanlar hayli çok sayıda Hristiyan –daha açık ifadeyle Ermeni- yaşadığına tanıklık ediyordu.”
Gazeteci Oktay Ekşi’nin Ermeni olduklarını 63 yıl sonra “daha açık ifadeyle” vurguladığı bu mezar taşları gerçekten de bölgenin geçmişini hatırlatmakta. Raymond Kévorkian’ın Türkçesi İletişim Yayınları’ndan çıkan Ermeni Soykırımı kitabına göre soykırım öncesi Harput’ta, Ermenice adıyla “taştan kale” anlamına gelen Kharpert’te, 57 yerleşim yerinde, 67 kilisesi, 9 manastırı ve 8 bin 660 öğrencili 92 okulu ile 39 bin 788 Ermeni yaşıyordu.
Soykırımın başlangıcından 41 yıl sonra Harput’a giden Oktay Ekşi için hem 1956’da hem de bugün hafızasında kalan kadarıyla yazdığı Harput’ta değişmeyen bir şey var, o da bölgenin “ölmüşlüğü”. Ekşi yeni kitabında “Çok az sayıda ev sağlamdı ve perdelerinden anlaşıldığına göre, kullanılmaktaydı” yazmakta. 1956’daysa şöyle anlatıyordu: “Zelzele geçirmemiş, sel baskını olmamış, istila edilmemiş, yanmamış, yakılmamış fakat ölmüş bir şehir.”
Bu şehrin neden öldüğüyse aslında biliniyor. Her ne kadar Ekşi buna değinmese de… Sonuçta Harput’taki Alman Kızıl Haç’ında çalışan Danimarkalı misyoner Miss Hanisa Marcher’in tanıklığı sayesinde, Almanya konsolos vekilinin 16 Mart 1915’te bölgenin valisi Sabit (Sağıroğlu) Bey ile yaptığı görüşmeden kısa bir süre sonra misyonerlerle akşam yemeği yerken yaptığı tespitlerini aktarması kayıtlara düşülmüş durumda:
“Türkiye’deki Ermeniler yok edilmelidir ve yok edileceklerdir; Ermeniler Türk ırkı üzerinde bir hakimiyet kuracak kadar zenginleştiler ve çoğaldılar.”
Alman konsolos vekilinin öngörüsü gerçekleşecekti. Ermenilerin nüfusu kadar soykırım izlerini de yok edecekti. Öyle ki Oktay Ekşi, itinayla Ulu Cami’den bahsedecek bölgenin ünlü anlatılarından “Arap Baba”yı en ince ayrıntısına kadar okuyucusuna aktaracak, “Süt Kalesi” diye anılan Harput Kalesi’niyse Urartular'a değil de Asuriler devrine dayandırarak anlatacaktı. Ekşi’nin 1956’daki yazısına göre geri kalansa “yıkıntı”ydı. Aslında haklı, çünkü gerçekten de bölgenin simgesel yapılarından Merkez Ermeni Koleji/Amerikan Yeprad (Fırat) Koleji dahi o dönemde ayakta değildi ve belki de kendisinin “rastladığı” yıkıntıların bir bölümünü oluşturuyordu. Bunu kendisinin bilmemesi mümkün değildi çünkü Fırat Koleji, bölgenin Robert Koleji’ydi.
Oktay Ekşi’nin yazısını yazmadan 42 yıl önce dönemin encümen katibi İshak (Sunguroğlu) Bey’in de aralarında bulunduğu yetkililer koleji ziyaret etmişti. Sunguroğlu, Harput Yolları adlı kitabındaki anılarında, kolejin 2 Haziran 1914’te katıldığı mezuniyet töreninde “salonun hıncahınç Ermeni ailelerle dolu” olduğunu yazmıştı.
Elazığ İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’ne göre ise kolej “1. Dünya Savaşı sırasında önce askeri eğitim kampı sonrada askeri hastane olarak kullanılacak”tı. Yıkımsa Cumhuriyet ilanı sonrasında yaşanacaktı: “Cumhuriyetin ilanından kısa bir süre sonra da resmi olarak kapatılmıştır. Okul binalarından günümüze kalan yapı yoktur.” Sunguroğlu ise yıkım sürecini şöyle anlatacaktı: “(…) alâkalılar tarafından satılarak yıktırılmış ve bu suretle tarihe mal edilmiştir.”
Raymond Kévorkian’ın da belirttiği gibi kolej binaları 26 Mart 1915’te Amerikan okullarına el koyma kararı alınmıştı. Böylece Ermenilere hiçbir çıkış yolu bırakılmayacaktı. Bu kapsamda 1915 Paskalyası sonrasında yani 4 Nisan’da önce Ermeni kulüplerinde aramalar yapılıyor, liderler tutuklanıyordu. “Bazı kişilerin elinde bombalar ve silahlar bulunduğu” iddiası da dillendirilmeye başlanmaktaydı ancak Harput'ta bulunan Amerikan Konsolosu Leslie Davis'e göre “birçok vakada suçlanan kişilerin bahçelerinde bulunan bombaların buralara Ermenilere karşı kanıt üretmek amacıyla polis tarafından konulmuş olabilir”di. Tutuklanan liderler işkence görürken, aramalar imha yağmalamaya dönüşecekti. Daha sonra sıra, “Hristiyanlar kadar Müslümanların da hayran olduğu” ve “devlete karşı herhangi bir yasa dışı eylem planlandıklarından kesinlikle şüphe edilmeyen” Yeprad Koleji öğretmenlerine gelecekti. Gitgide tutuklamalar artarken 26 Haziran’da Ermenilerin tehcir kararı duyurulacaktı.
Bölgedeki soykırım sürecine ABD konsolosu Davis istese de engel olamayacak, resmi istatistiklere göre “ticaretin ve bankalar aracılığıyla yürütülen iş hacminin” yüzde 90’ının “Ermenilere ait olduğunu” ve Ermenilerin işlerinin “düzelme ihtimali olmayan” bir yıkıma maruz kaldığını gözleyecek ve kötümser bir şekilde “Ortaçağ’a geri dönüş yapıldığını” öngörecekti.
Soykırım geçmişi üzerine kurulu Harput için Oktay Ekşi’nin yazısında hemfikir olunabilecek belki de tek satır kalıyor: “Herkes biliyor Harput’un öldüğünü…”