Hülyalı şair Tanpınar

Çağdaş romancı, öykücü ve şair Ahmet Hamdi Tanpınar, şair olarak düzyazının içinde kılık değiştirerek çalışmalarını sürdürmüştür. Tanpınar, modern Türkçe şiirin hülyayla zehirlenmiş ve bir daha kendisini o “çalgınlıktan” geri alamamış ilk ve tek şairidir...

Google Haberlere Abone ol

Romancı, hikâyeci, denemeci olarak okurlarda yarattığı etkiyi dikkate alırsak şairliği “gayri meşhur” bir isimdir Ahmet Hamdi Tanpınar. Oysa Tanpınar için esas olan şiirdir. Şairliği önceliklidir. Kendisi de bunu açıkça dile getirmiştir: “Bende şiir esastır. Ordan etrafa genişlerim” Ama şiirleri, okurun ilgisi bakımından düzyazılarına göre geride kalmıştır. Öte yandan Tanpınar, şair olarak düzyazının içinde de kılık değiştirmiş biçimde çalışmasını sürdürmüştür. Uzun ama son derece “lezzetli” cümlelerden oluşan düzyazılarındaki betimlemelerinde olduğu kadar çözümlemeler yaparken de düşlere, anımsamalara, hayallere açık üslubuyla konuşan bir şair olmuştur. Ahmet Oktay da “Cumhuriyet Dönemi Edebiyatı” adlı kitabında, Tanpınar’ın düzyazılarında “kılık değiştirmiş olarak çalışan şairliğine” dikkat çeker ve “Özellikle Huzur romanında Mümtaz, şair-anlatıcıdır” diyerek örnek gösterir.

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ilk şiirlerinin yayımlanmasıyla ilk ve son kitabının okurla buluşması arasında yaklaşık olarak otuz beş yıllık bir süre vardır. Tanpınar’ın ölümünden (1962) kısa bir süre önce Şiirler (1961) adıyla yayımlanan kitabında kırk şiir yer alır. Kitabın yayımlanması üzerine “Şair ve Çevresi” başlıklı yazısında Fikret Adil şunları dile getirir: “Yıllardır beklendikten sonra, Ahmet Hamdi Tanpınar kırk kadar şiirini bir kitapta toplayarak yayınlamış bulunuyor. Ahmet Hamdi’nin bunu yapmakta gecikmesi ister istemez Yahya Kemal’i hatırlatmaktadır. O, bir türlü tereddütlerini yenememiş, sağlığında bir kitap yayınlayamamıştı. Şiirlerini bitmemiş sayar, kelimeleri ve mısraları değiştireceğini söylerdi, kendisine yapılan bütün teklifleri bu sebeple başka zamana, uzağa atardı. Otuz beş yıldan beri şiirlerini dergilerde okuduğumuz Ahmet Hamdi Tanpınar da Yahya Kemal Beyatlı gibi, ona hayranlığından olduğu kadar tereddütlerini de benimsemesinden, şiirlerini bir araya getiremiyordu. Fakat işte, kararını ve bir genç şair gibi ilk kitabını da vermiş bulunuyor.”

Şiirler, Ahmet Hamdi Tanpınar, 89 syf., Yapı Kredi Yayınları.

Kitabın ilk şiiri önemlidir. Çünkü Tanpınar’ın aynı zamanda poetikasını da sunar. Ayrıca şairin dünyaya, hayata bakış açısını da dile getirir. Şiirin ilk iki dörtlüğünü okuyalım:

Ne içindeyim zamanın,

Ne de büsbütün dışında;

Yekpare, geniş bir anın

Parçalanmaz akışında.

Bir garip rüya rengiyle

Uyuşmuş gibi her şekil,

Rüzgarda uçan tüy bile

Benim kadar hafif değil.

'TANPINAR'DAKİ YAHYA KEMAL ETKİSİ'

Tanpınar’ın şiirlerini kitap olarak yayımlamasının, ancak Yahya Kemal öldükten sonra gerçekleşmiş olduğunu da belirtelim. Bu durum Tanpınar’ın üzerindeki Yahya Kemal etkisinin boyutunu saptamak bakımından da örnek gösterilebilir. Hatta bir şairin bir başka şairle olan ilişkisindeki bu enteresan durum, bir etkilenme modeli olarak incelenebilir.

Amaç, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın modern Türkçe şiirdeki yerini belirlemekse iki noktanın altını çizmek gerekir. O felsefesel olarak Bergson’a ve onun zaman anlayışına, estetik olarak da şiirde sembolizmin öncüsü olmuş Paul Valery’nin görüşlerine yaslanır.

Tanpınar’ın şairliğinin, yazarlığının, düşün adamlığının incelendiği önemli kaynaklardan biri Oğuz Demiralp’in “Kutup Noktası” adlı çalışmasıdır. Tanpınar’ın zaman anlayışıyla ilgili Oğuz Demiralp, “Kutup Noktası”nda “acunsal zaman tarihsel zaman” tanımlaması yapar. “Gerçek zamanla” “rüya zamanı” olarak da düşünebiliriz bunu. Ama neticede Tanpınar, Marcel Proust’a özenerek geçmiş zamanın bellekte bıraktığı izlerle uğraşır. “Eşik” şiirinden bir bölüm okuyalım:

Bu yekpâre akış, durgun, derinden...

Her aynada yalnız kendi görünen

Bu yüz ve şifasız hüznü eşyanın

Kendi cevherinde mahpus bir ânın

Dağıttığı dünya hep yaprak yaprak,

Dalgın, unutulmuş sesleri uzak

Bir uykudan bana tekrar dönenler,

İçimde, dışımda hep aynı çember!

Bin elmas parıltı oyun ve halka

Küçük ve hiç değişmez dalgalarla

Bende bana meçhul akşamlar yoklar!

Gülen ve gömülen gölge ufuklar

Acayip davetlerin rüzgârında

Her lâhza yine kendi sularında!...

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, aynı zamanda Doğu’yla Batı, Osmanlı’yla Cumhuriyet arasında sıkışmış (hatta kendi kendini oraya sıkıştırmış) bir şair olduğunu da unutmamak gerekir. Elbette şiirle Yahya Kemal arasında kalmış bir şair olduğu da göz ardı edilemeyecek kadar açıktır. O açmazdan bir başka alana hikayeye, roman geçerek kurtulmuştur diyebilir miyiz?

Bir başka açıdan değerlendirildiğinde Tanpınar’ın, modern Türkçe şiirdeki yolculuğu önemli dersler içerir. Tanpınar, düşünce olarak moderndir. Ancak duyarlılık yönünden daha çok geç romantik olduğu söylenebilir. Şair modernleşme krizi yaşayan toplumda parnasyen, özellikle sembolist şiir anlayışının etkisi altında “saf şiir” düşüncesini benimser. Oysa “saf şiir” modern Türkçe şiirde “ölü doğumdur”…

'AHMET HAŞİM'İN MODERN ŞİİRDEKİ GÜNCELLENMİŞ HALİ'

Tanpınar’ın şiirlerinin üzerinde, model alarak etkisinde kaldığı ve “hocası” olan Yahya Kemal’inkinden çok, Ahmet Haşim’in gölgesi vardır. Üstelik bir hayli koyu bir gölgedir bu. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın şiir anlayışının Haşim’e daha yakın durduğunu görürüz. Biraz zorlansa, özellikle biçimselliğiyle Ahmet Haşim’in modern Türkçe şiirdeki güncellenmiş ve yenilenmiş halidir bile denilebilir. Elbette ki nüansları göz ardı etmemek kaydıyla.

Cumhuriyetin kültürel politikasıyla bağlantılı ve modern Türkçe şiirde 1950’lere kadar süren tasfiye sürecinde “teklif edilen” ve bu teklifi getirenlerden biri olan Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “saf şiir” anlayışının onaylansa da kabul görmediğini söyleyebiliriz.

Bu arada, hem soluklanmak hem de şiire söz hakkı tanımak için şairin ilk ve tek yapıtından “Sabah” başlıklı şiirini okuyalım:

Serin rüzgârlara pencereni aç!

Karşında fecirle değişen ağaç,

Bak, seyret ağaran rengini ufkun

Mahmur gözlerinde süzülsün uykun.

Bırak saçlarınla oynasın rüzgâr.

Gümüş çıplaklığı bir başka bahar

Olan vücudunu ondan gizleme.

Ne varsa hepsini boyun, saç, meme,

Esîrden dudaklar okşasın sevsin

Mademki geceden daha güzelsin!

Ahmet Oktay, edebiyat tarihinin önemli kaynaklarından olan “Cumhuriyet Dönemi Edebiyatı 1923-1950” adlı çalışmasında, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın şairliği üzerinde dururken şu saptamalarda bulunuyor: “Gündelik ve reel yaşamla ilgisini kesmeyi öngören Tanpınar’ın şiiri, anılar, düşler, anımsamalar ile kurulan ve kendisinin başka bir sorun dolayısıyla kullandığı sözcüklerle söylersem ‘bir iç kale’ şiiridir.” Oktay, “Her Şey Yerli Yerinde” şiirinden alıntıladığı dizeleri de örnek gösterir. “Her Şey Yerli Yerinde” şiirinden son iki dörtlüğü aktaralım:

Belki rüyadır bu teza açmış güller,

Bu yumuşak dalların tepesinde,

Bitmeyen aşk türküsü kumruların sesinde,

Rüyası ömrümüzün çünkü eşyaya siner

Her şey yerli yerinde; bir dolap uzaklarda

Azapta ruh gibi gıcırdıyor durmadan,

Bir şeyler hatırlıyor belki maceramızdan

Kuru güz yaprakları uçuşuyor rüzgârda.

Modern Türkçe şiirde önerildiği haliyle “saf şiir” sadece yüzeyde değil, derininde de meselesiz, iddiasız olmuş bir şiirdir. Bu anlayış özünde de, sözünde de şiiri iddiasız hale getirmeye, meselesiz bırakmaya dayanır. Şiirin bir tür hobi olarak görülmesi yaklaşımını içerir. Ancak Ahmet Hamdi Tanpınar iddiasız, dünya ve hayata uzak, meselesi olmayan bir yazar değildir. Ama şaşırtıcı biçimde, şair olarak savunduğu şiir anlayışıyla öyle olmuştur.

'BUGÜNKÜ DEVRİN DESTANI ROMANDIR'

Kendisinden başka hiçbir şey olmayan, olamayan o nedenle şiir de olamayan şiir önerisi, 12 Eylül’ün alacakaranlık döneminde de hortlatılarak sunuldu. O dönemde de onaylansa bile kabul görmediğini ve yaşayamadığını belirtelim. Tanpınar’ın şiirini de, iddiasını da aslında başka alanlarda; romanda, hikâyede, denemede kullanıp tükettiğinin altını çizmek gerekir. Romana verdiği önceliği ve önemi, “Bugünkü devrin destanı romandır” sözüyle dile getirmiştir. Belki bu nedenle, şiir onun için bir tür hobi olarak kalmıştır. Şiir onun için bir tür “oyuncak” olmuştur da denilebilir. Şiir üzerine uzun uzadıya düşünmüş olmasına karşın herhangi bir arayış, deneyim, sıçrama girişiminde bulunmaması başka nasıl açıklanabilir? Açık söylemek gerekirse geleceğin şiirini aramak yerine geçmişin şiirine yaslanması hem tuhaf hem de hiç şaşırtıcı değildir…

“Şiirler”den başka bir örnekle devam edelim. “Bütün Yaz” başlıklı şiiri aktaralım:

Ne güzel geçti bütün yaz,

Geceler küçük bahçede...

Sen zambaklar kadar beyaz

Ve ürkek bir düşüncede,

Sanki mehtaplı gecede,

Hülyan, eşiği aşılmaz

Bir saray olmuştu bize;

Hapsolmuş gibiydim bense,

Bir çözülmez bilmecede.

Ne güzel geçti bütün yaz,

Geceler küçük bahçede.

Cumhuriyetin iki aşamalı kültür politikasının ilk dönemi olan tasfiye sürecinde yeni rejime önerilen ve “mükemmelliği”, “kusursuzluğu” yücelten şiir anlayışı biraz da insan ve toplum sorunlarını ötelemeye dayanır. Örneğin yeni rejimin siyasal sorunlarının, tarihsel suçlarının görmezlikten gelinmesini, konuşulmamasını, dillendirilmemesini, tepkisiz kalınmasını; duygu, düşünce ve duyarlılık yönünden dikkatlerin başka tarafa çekilmesini amaçladığı bile söylenebilir. Modern Türkçe şiirde savunulduğu ve denendiği biçimiyle “saf şiirin” toplumun, hayatın, dünyanın hakikatiyle ilgisi, sahicilikle teması yok gibidir. Düşünsenize şair rüya âleminde, şiir sadece rüya anlatıyor. Böylesi bir şiir mümkün müdür, olamamıştır. Denenmiştir, ama yaşamamıştır, kalıcılık sağlayamamıştır.

Öte yandan Tanpınar’ın, şairin “hülya zehirlenmesiyle” konuşmasından yana olduğu “saf şiir” anlayışını önerirken ve savunurken görüşleri çelişkiler içerir. Şiiri dil içinde dil olarak kabul eden şair, dilin toplumsal bir varlık olduğunu pek dikkate almadığını söyleyebiliriz. Oysa dilin toplumdan, bireyden onun acılarından, yaralarından, yaslarından, sorunlarından kaçarak, kaçınarak herhangi bir şey söylemesi mümkün değildir. Tam da Cemal Süreya’nın şu betiğinde olduğu gibi:

Yine de sevişirken

Kullandığımız her kelime

Hırsızın devirdiği eşya.

Edebiyat Üzerine Makaleler, Ahmet Hamdi Tanpınar, 547 syf., Dergah Yayınları, 1998.

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın sembolist şair Valery’den, onun estetik görüşlerinden, şiir anlayışından etkilenerek benimsediği, denediği ve “saf şiir” olarak önerdiği anlayışın modern Türkçe şiir için geç kalmış bir girişim olduğunu da belirtmek gerekir. “Saf şiirin” safında yer alan Ahmet Haşim ilk ve son hamleyi yapmıştır. Tanpınar’ın savunduğu dönemde şiirde mükemmelliğe, kusursuzluğa dayanan anlayışın artık “zemini” kalmamıştır. Oysa Ahmet Hamdi Tanpınar, modern Türkçe şiirin yönünü, gideceği istikameti tüm çıplaklığıyla fark etmiştir. Şair, Oluş dergisinde 1939’da yayımlanan ve Edebiyat Üzerine Makaleler adıyla yazılarının toplandığı kitapta da yer alan “Şiirin Peşinde”nin hemen başında şunları söyler: “İki sanat zihniyeti ta Tanzimat’tan beri memleketimizde karşı karşıyadır. Bunlardan birincisi, asırlardan beri gelen bir zevk terbiyesinin mahsulüdür; bu zihniyet ister ki sanat sadece güzellik peşinde koşsun ve güzel denilen şey de -bittabi şiir için dilin imkânları içinde aransın- mükemmele yaklaşan bir form içinde ve o form yoğurulurken elde edilsin. Bu anlayış muhtelif sanat zümrelerimizde, Garp’tan gelen cereyanlarla beslendi. Bu da gayet tabii idi; elbette daha evvel bu işlerle uğraşanlardan istifade edilecekti. İkinci zihniyet; şiirin hayat ve cemiyetle çok sıkı bir münasebeti olmasını, onun gündelik manzumelerini, ihtiyaçlarını, içinde gizli temayüllerini ve atılmağa hazırlandığı büyük hedefleri hazırlamasını ister. Namık Kemal, son devirlerinde Fikret, Akif, Mehmed Emin, günümüzde Nâzım bu ikinci telakkinin idare ettiği şair olmuştur. İstidat, şahsi sanat, telakkisi, muvaffakiyet itibariyle birbirinden çok farklı olan ve tahakkuk ettirebildikleri eserlerin keyfiyeti itibariyle birbirine hiç benzemeyen bütün bu şairler bir tek noktada birleşirler: Günün ve hayatın emirlerini sanatın üstünde tutmak.

Onların kanaatlerine göre cemiyetimizin tarihi şartları böyle bir fedakârlığa zahiren hak verir. Fikret’in mısraıyle söyleyelim: ‘Her uzvu gird-bad-ı havayiele sarsılan’ bir cemiyet içinde sanatın lüzumsuz güzelliğine kendini tamamiyle verebilmek için insanın çok katı yürekli yahut da bir hodbin veya kör ve sağır bir kayıtsızlığın kurbanı olması lazım gelir.”

Tanpınar’ın bu satırları, şiir yolculuğunda birlikte olduğu Ahmet Kutsi Tecer’in şiir anlayışında değişikliğe gitmesi üzerine yazdığını belirtelim. Ahmet Kudsi Tecer’in, birlikte savundukları, denedikleri, yürüttükleri “saf şiir” anlayışını terk etmesine incelikli üslubuyla, şairane diliyle itiraz eden Tanpınar şöyle devam eder: “Bu kafileye son zamanlarda büsbütün başka bir nokta-i nazardan Ahmet Kudsi de iltihak ediyor. Ahmet Kudsi, neslimizin hece veznini, bir vezin kemaline eriştiren, Türk şiirine yepyeni bir konstrüksiyonda ve zevkte eserler vermeye muvaffak olmuş şairlerdendir. Bugün memleketimizde esen şiir havasında onun ‘Nerdesin’, ‘Nilüfer’, ‘Sivrisinekler’, ‘Lahit’ gibi manzumelerinin büyük hissesi vardır. Koşma şeklini rediften ve manzumdan kurtararak ona bir buluştan değil, bir bütünlüğün ayrılmaz uzuvları olan mısralardan yapılmış bir terkip kıymetini vermiştir. Bizde şiirin form ile olan münasebetini yahut ayniyetini ilk iddia eden şair Ahmet Kudsi’dir. Bugün Ahmet Kudsi ilk eserlerini besleyen bu estetikten, bu titiz ve itinalı çalışmadan ayrılıyor. Buda’nın aydınlanma gecesi gibi bir miraç, ona cemiyetimizin asırlarca ihmal edilmiş bir zümresini ve bu zümrenin toprakla, mevsimlerle olan münasebetini, hayatının manzaralarını ve manasını gösterdi. O da hayat tecrübesinin ve cemiyet aşkının kendisine açtığı bu yeni yolda yürüyebilmek için eski sazını kırmakta tereddüt etmedi. Ahmet Kudsi sadece sanatını değiştirmekle kalmıyor, onun nazariyesini de yapıyor ve bize yepyeni bir ufuk gösteriyor. Ülkü’de ve Oluş’ta neşrettiği iki makale yeni sanatın beyannamesi olarak kabul edilebilir. Bunlarda şair modern zamanların hakiki şiirinin epik olması lazım geldiğini ve destanînın dışında şiir olamayacağını söylüyor.” Ahmet Kutsi Tecer’in “köycülüğe” yönelişine de itiraz eden yazının tamamının okunmasını önerelim.

Tanpınar’ın şiirdeki asıl önemli hamlesi, gerçek bir “hececi şair” olmasına rağmen Mehmet Kaplan’ın belirttiği gibi Garip şiiri karşısında yenilgiyi kabul etmesidir. Bu tavrı onun modernizmle olan çetrefil ilişkisine, dünya ve hayat karşısında mütereddit tutumuna da ışık tutar.

Modern Türkçe şiirin hülyayla zehirlenmiş ve bir daha kendisini o “çalgınlıktan” geri alamamış ilk ve tek şairidir Tanpınar. Şiirleri de gösterir ki şair Tanpınar’ın göğsü hülya zehirlenmesiyle inip kalkar, gözü hülya zehirlenmesiyle açılıp kapanır ve dili hülya zehirlenmesinin etkisinde sesi sese ular. Bir şiir daha okuyalım:

Ne çıkar sonu bir neşe ve hüznün,

Açılmış bir kapı ümit boşluğa,

Ölüm şifasıdır her üzüntünün

Sükût defne dalı her yorgunluğa…

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın şiirleri kitap olarak yayımlandığında beklenenin aksine büyük bir ilgisizlikle karşılaşır. Bu Tanpınar’ın “sükût suikastı” olarak değerlendirdiği durumdur. Ancak sanata, kültüre dair birçok soruna kafa yormuş ve problemi çözümlemiş şairin, kitabına karşı kayıtsızlığı anlayamadığı görülüyor. Belki de anlamaya ömrü yetmedi.

Tanpınar’ın kitabı yayımlandığında karşılaştığı kayıtsızlık, bir sükût suikastı değil, şiirlerinin zamanın dışında kalmış olmasındandır.

Kurumların, resmi programların, müfredatların dışında pek ilgileneni olmasa da “Bursa’da Zaman” şiiriyle zaman şairi oluşunu perçinleyen Tanpınar’ın modern Türkçe şiirdeki yeri bu bakımdan hazin bir örnek oluşturur. “Bursa’da Zaman”ı bir bölüm alıntılayarak hatırlayalım:

Bu hayalle uyur Bursa her gece;

Her sabah onunla uyanır, güler

Gümüş aydınlıkta serviler, güller,

Serin hülyasıyla çeşmelerinin.

Başındayım sanki bir mucizenin,

Su sesi ve kanad şakırtısından

Billûr bir âvize Bursa’da zaman.

Şairin tek şiir kitabı “Şiirler”, herhalde yayımlandığı Yeditepe’nin en az satan kitabı olmuştur. Çünkü yayımlandıktan otuz sene sonra bile kitapçılarda kitabın ilk baskısına rastlanıyordu.

Tanpınar’ın belki de hesaba katmadığı şiir beğenisinin, yargısının da zamanla değişebileceğiydi. Onun şiirin, ancak mükemmel, kusursuz estetik yapısıyla zamana karşı durabileceği öngörüsü tutmamıştır. O nedenle diyebiliriz ki şair olarak Tanpınar’ın suikastçısı sanat çevreleri, okur değil, zaman olmuştur…

Öte yandan “Bugünkü devrin destanı romandır” diyen Ahmet Hamdi Tanpınar’ın şiirleri değil belki, ama şiir üzerine düşünceleri hâlâ önemlidir. Bir soruyla bitirelim. Tanpınar yaşasa acaba düşüncesini “Bugünkü devrin destanı sinemadır” diyerek değiştirir miydi?

Öyle ki Nâzım Hikmet, çok erken bir zamanda, “Memleketimden İnsan Manzaraları”nda bunu keşfetmişti.