Okurun kulağındaki uğultu: Ethem Baran
Ethem Baran, taşrayı anlatan öykülerinde yerel ağızlara sıklıkla yer veriyor. Kıyı köşe kasabalardan anlattığı insan hikâyeleriyle evrensel değerleri hatırlatıyor.
Adalet Çavdar
Edebiyatın her dönem içinde yer aldı bozkır. Son bir kaç senedir sesini daha çok duyar olduk. Bozkır edebiyatını neden sevdiğimiz ise ayan beyan ortada; oradan geldik. Büyük şehirlerde doğmuş olsak bile şehrin taşralarında büyüdük. 'Ev' dediğimiz şeyin zaman içerisinde geçirdiği evrimin altında kaldık pek çoğumuz. Bozkırı anlatan öyküler bize evimizi, nereden geldiğimizi hatırlatıyor. O yüzden bu sesten vazgeçemiyoruz.
Bozkıra dair yazanlardan biri Ethem Baran. İlk kitabı 1991 yılında yayınlandı, geçen sürede öyküler ve romanlar yazdı. 2005 yılında Yunus Nadi Öykü Ödülü’nü alan yazarın yeni öykü kitabı Döngel Dünya, İletişim Yayınları tarafından yayınlandı.
Ethem Baran, taşrayı anlatan öykülerinde yerel ağızlara sıklıkla yer veriyor. Kıyı köşe kasabalardan anlattığı insan hikâyeleriyle evrensel değerleri hatırlatıyor. Ethem Baran için dil çok önemli bir mesele ve yazdığı her kelime ile ilgilendiği, dile emek verdiği, özen gösterdiği metinlerinde ortaya çıkıyor. Geleneksel biçime önem veriyor ve onu korumaya çalışıyor.
YOKSULLARIN ÖYKÜLERİ
Döngel Dünya, Ethem Baran’ın dokuzuncu öykü kitabı, içinde on beş öykü yer alıyor. Yoksullar var öykülerin içinde, kendi dünyasında kavrulan ve bir şekilde sessiz sedasız yaşayan insanlar... Taklacı güvercinler, Murat 124’ler, artık kimsenin dolaşmadığı kasabalar, sokaklar, sessizlik, uzun uzun susanlar ve babalar... Bütün bunların yanı sıra Ankara var, orada yaşamayanın neden sevildiğini asla anlamadığı ama orada yaşayan ve hatta orada büyüyüp, ayrılanlar için her daim özlenen bir şehir olan Ankara...
Yazar daha önceki kitaplarında hayali köyler, kasabalar inşa edip gerçekliği oraların uzantısıyla anlatmayı tercih etmişti. Yeni öykü kitabında daha önce yaptığı kurmaca oyunlarına bir süreliğine ara vermiş ve bu sefer gerçekliğe daha yakın durmuş. Taşranın şehir ile arasındaki mesafeyi arşınlamış ve özlemleri yeniden biçimlendirmiş. Örneğin Türkan Şoray’ın taşrada daha güzel göründüğünü anlatmış. Dünyanın gürültüsünden, taşranın sıkıntısından kaçıp deniz bulmaya çalışanları, o denizin orta yerini kendine ev belleyenleri, bir yolun kıyısında tek başına bekleyenleri dile getirmiş.
Kitabın içinde yer alan on beş öykünün on beşinden de ayrı ayrı bahsedilebilir elbette ama ben, beni en çok etkileyen Babam Terzi Ben Çocuk öyküsünü ele alarak size Baran’ı anlatmak isterim. Terzilikte kalfalığın ötesine gidememiş, terziliği bırakıp çeşitli işlerde çalışmış ve işsizliği deneyimlemiş bir babanın hikayesini oğlu anlatıyor. Babasının ustalarını dillendiriyor, Şapkacı Abdurrahman, bir zamanlar terzi, sonrasında da şair, madenci ve güzel rakı içen Terzi Deli Hüseyin babasının hikâyesinin içinden geçiyor.
“Babam bir gün sustu. Ben bu dünyadan bir şey anlamadım dedi ve sustu.”
Çocuk, babası susunca çocukluğunu, gençliğini unutmaya başladığını anlatıyor. Sonra unutmaya başlıyor baba. Yaşlılıkta aradığını bulamayınca gençliğine yeniden dönmeye çalışıyor, arkadaşlarını arıyor, işler bulmaya çalışıyor, yeniden terziliğe başlıyor. Bir döngü içerisinde anlamlandıramadığı hayatın bugününü değil geçmişini yaşamayı tercih ediyor baba. Bugünden gitgide uzaklaşıyor. Baran, çocuğun gözünden babanın her hareketini anlamlandırarak anlatıyor. Babaların neden sustuğunu, babalar susunca dünyanın durduğunu ama babaların da kendi dünyalarının sesini aradıklarını ve bu arayışın yaşlandıkça daha da ortaya çıktığını fısıldıyor.
Ethem Baran’ın ne büyük dramatik sahneleri ne de büyük cümleleri var öykülerinin içinde... O bir hali sessiz sakin kendi meşrebince anlatmayı tercih ediyor. Bu sessizlik okurun kulağında bir uğultuya dönüşüyor.
Herkes bir anlığına kendi babasının nasıl oturduğunu ve ayakkabılarının burnuna neden öyle uzun uzun baktığını anlamlandırmaya çalışıyor. O uğultunun içinde...