Küflü sözler birikti cebimde…
Yaşamlara ve anlara dokunabilen dizelerin sahibi, Ümit Rona şiirin eski ama yeni yüzlerinden. Anları yazan ve anların önemine dikkat çeken Rona "Bağışlanma Provaları", "Mecazi Gölgeler", "Aşk Nebahar Olur", "Metruk", "Şarkı Bitti" ve "Galata’da Yarım Şarkılar" adlı kitaplarında günü ve modern insanın yalnızlığında gezindiği yerlere dikkat çekiyor.
Ali Murat Irat
Şiirlerimi babamın daktilosunda yazmış, bir tomar şiiri koltuk altıma alıp Kızılay’ın yolunu tutmuştum. Çocuk yaşta sayılırdım ama dünyanın en güzel şiirlerini yazdığımı düşünüyordum. Adını duyduğum yayıncının karşısına geçecek, şiirlerimi ona gösterecek ve önce şiir üzerine sohbet edecek sonra da kitabın ne zaman basılabileceğini konuşacaktık. O zaman internet yoktu. Bir kitabın künyesinden bulduğum adrese doğru yola çıktım. Kızılay soğuktu. Kızılay hep soğuktur. Yazken bile soğuktur. Çocuksan yalnızca soğuğunu hissettirdiğinden belki de. Bir apartmanın giriş katındaki kapıyı çaldım. Bir kadın açtı. “Buyrun” dedi. Ben biraz heyecanlı “X beye bakmıştım”. “İçeride” dedi. “Koridordaki odada”. Ve gitti. Beni, genç bir şairi konuk etmeyecek miydi? Konuk etmek bir yana belli ki umursamamıştı bile. İçeri girip odaya yöneldim. Yayınevinin sahibi oradaydı. Cesaretimi toplayıp “merhaba” dedim. Sesimin hiç titrememesi bende bir güven yaratmıştı. Birazdan şiir üzerine sohbet edecektik. Buna emindim. “Buyrun ne istemiştiniz” dedi. Bütün algılarım koltuk altımdaki o tomara yönlenmişti. Elime alıp “Şiirler” diyebildim, “Şiirlerim”… Gülüyordu. Öyle dalga geçer gibi değil ama gülüyordu. Sandalyeyi işaret etti. Belli ki yine çocuk yaşta bir şair gelmişti. Ülkenin şair sayısının okur yazar sayısından fazla olduğunu ben daha o yaşlarda bilmiyordum. “Otur bakalım delikanlı” dedi. Oturdum. Şiir üzerine sohbet edemeyeceğimi anladım. Ama dünyanın en güzel şiirlerini yazmış olan benim için, başlayacak sohbetin iyi olacağına şüphem yoktu. “Ben” dedim “şiirlerimi bastırmak istiyorum”. Bay X, o dönemlerde anlam veremediğim ama şimdi gayet iyi anladığım gülümsemesiyle devam etti. “Ben senin şiirlerini okudum mu?”. Şaşırmıştım. “Hayır” dedim. “Bak delikanlı, şiirlerini okumadan sana olmaz basamam diyorum” dedi. Yıkılmıştım. Moralimin bozulduğunu anlamıştı. Devam etti. “Sana şöyle söyleyeyim. Sen şimdi Nazım Hikmet olsan, buraya şiirlerini getirmiş olsan, ben o şiirleri okuyup beğenmiş olsam bile basamayabilirim.” “Anlamadım” dedim. “Çünkü” dedi “Onun bile masrafını çıkaramam, satamam” dedi. Eliyle şiirleri işaret etti. Verdim. Uzun uzadıya göz gezdirdi. Bir süre sonra ardına yaslanıp “İstersen şöyle yapabiliriz, basım masraflarını üstlenirsen…”. Gerisini dinlemedim bile. “Hayır” dedim. Teşekkür edip ayrıldım. Şiir serüvenim elbette burada bitmedi ama ben şiirlerimi bir daha asla kimseye göstermedim. Zaten çok sonra bazı şairlerin dizeleriyle vurulup öldü şair yanım. “Dün geldim/ Geç gelsem de bağışlanır” diyordu ya Arkadaş Zekai Özger, ben de geç gelse de bağışlanacağını umduğum şairlerle beslenmek istedim hep. Saysak eksik kalacaktır o nedenle girmiyorum o işe. Ama bir dizenin dünya yıktığını bilenlerdenim, bir şiirin hayatları altüst ettiğine şahit olmuşlardanım; şiirin ve şairin uzlaşmaz olduğuna iman edenlerdenim.
Şimdi bir hayatı, bir anı, bir düşü hem değerli kılan hem de onu alt üst edebilecek gücü olan dizelerin peşindeyim. İşte onlardan birisi surların önünde sesini duyurmaya çalışıyor: Ümit Rona… Yaşamlara ve anlara dokunabilen dizelerin sahibi. Şarkı Bitti’de dediği gibi “Çatlaklardan doğuyor”, kıyıların, köşelerin ve burçların tutulduğu edebiyat dünyasının surlarına ufak top atışları yapıyor, kıyılarına çıkarma yapıyor: “Bana Tanrı’dan bahsettiler uzun süre/ Söylenceler okudu ihtiyar adamlar rüyalarda/ Kısa kısa dersler dökülürdü hepsinden/ Basmadan geçerdim ekmek gibi/ Öperdim başıma koyardım musaf gibi/ Hepsi bağışlasın beni”.
Rona, şiirin eski ama yeni yüzlerinden. Eski yüzlerinden çünkü bileni onun dizelerini yaşamına dahil ediveriyor; yeni yüzlerinden çünkü henüz surların dışında ve adımlarını ağır ağır duyuruyor. Bağışlanma Provaları, Mecazi Gölgeler, Aşk Nebahar Olur, Metruk, Şarkı Bitti ve Galata’da Yarım Şarkılar adlı kitaplarında günü ve modern insanın yalnızlığında gezindiği yerlere dikkat çekiyor. An’ları yazıyor ve an’ların önemini vurguluyor: “Bir balona biner giderdim uzaklara/ Beni bir tanısan seni de bir balona bindirip gezdirirdim/ Ben peri masallarını uzun zaman sonra öğrendim/ Ezberim pek kuvvetli değildir bağışla beni/… /Unuttuğumda masalları bir yerlerinde/ Dedemin hikayeleri ile yamarım/ Masallar bağışlasın beni…”
Ve şairin uzlaşmak bilmez gerçekçiliği bir kez daha yaşam buluyor dizelerinde: “… Haber kanallarında spikerlerin/ Gömlek yakalarındaki kiri görüyor musun/ En çok yalan/ Hangi haberin gözlerinde bağırıyor/ Fark ediyor musun?”
Rona Manisa’da yaşıyor. Hukukçu olan Rona yazdıklarıyla hukukun soğuk ve sınırlı yüzünün dışında bir yaşamın izlerini sürüyor: “Atlar susar mı çölümde/ Küflü sözler birikti cebimde/ Rutubet yiyor cümleleri/ Sürünceme mektuplar, gönderen kimdi/ Gecikmede postacı, bekleyen kimdi…”.
Güzel şairler, güzel şiirler yazıyor. Şairler surların önlerinde birikiyor. Koltuk altlarında ömürleri, koltuk altlarında alın terleri, öfkeleri ve sevinçleriyle. Göğsünü gere gere gelecek sözleri karşılıyor. Onlardan birisi Ümit Rona, surlardan aşağıya bakanlara, ellerinde silahlarıyla gelecek “düşmanı” gözleyenlere ses ediyor: “Bir mermiyi ayır kovanından/ Soy bir mermiyi çıplak gelsin gövdeye/ Hiç utanmadan…”