Paris'ten Küba'ya: Devrimin saklı fotoğrafları
Michael Löwy’nin derlediği "Devrimler" çalışması Ayrıntı Yayınları tarafından yayımlandı. Löwy bu çalışmada, Paris Komünü’nden günümüze başlıca devrimci hareketler hakkında geniş bir fotoğraf arşivi derliyor ve tutarlılık kaygısıyla Paris Komünü, 1910-1920 Meksika devrimi, iki Rus devrimi 1905 ve 1917, 1919 Alman ve Macar devrimleri, İspanya devrimi ve iç savaşı 1936-1937, Çin devrimi ve Küba devrimini ele alıyor.
Her devrim, eski düzenin yıkılışıyla başlar. Savaş anlarında, kaos ve çalkantı içinde, kurumların, yaşam biçimlerinin ve hiyerarşilerin kökten değişimi ve altüst oluşuyla yoluna akar. Toplumun tamamını derinden sarsar. Bu sarsma hali, “yeni”nin hikmetinden öte, eskinin yok oluşuyla ilgiliyse de, inşa sürecinin kendisi bile bireyi sarsmaya meyillidir. Zira devrim, varoluşu itibariyle, insanı baştan yaratmaya niyetlidir.
Yakın zamanda Michael Löwy’nin derlediği Devrimler isimli çalışma Ayrıntı Yayınları’ndan çıktı. 1871 Paris Komünü'nden alarak Küba Devrimi’ne kadar uzanan süreçte, toplamda dokuz devrimi –fotoğrafları üzerinden- inceleyen kitap, titiz bir çalışmanın ürünü. Yaklaşık son yüz elli yıllık süreçte yaşanan sınıf kökenli devrimleri odağına alan kitap, okura daha önce hiç görmediği fotoğrafları sunuyor.
Kitapta ilk sırayı 1871 Paris Komünü alırken, 1905 ve 1917 Rus Devrimi incelenen ikinci ve üçüncü devrim olma özelliği taşıyor. Sırasıyla 1919 Macar Devrimi, 1918-1919 Alman Devrimi, 1910-1920 Meksika Devrimi, 1911-1949 Çin Devrimleri, 1936 İspanya Devrimi ve 1953-1967 Küba Devrimi, fotoğrafları odağa alınarak incelenen diğer devrimler… Yazar Löwy, derlediği bu çalışmada, “devrimleri neye göre seçtiğini” şöyle açıklıyor: Tutarlılık kaygısıyla “klasik” devrimleri tercih ettik, toprağı ve zenginlikleri dağıtmayı, sınıfları ilga etmeyi ve iktidarı emekçilere vermeyi hedefleyen eşitlikçi toplumsal devrimleri…
Löwy, çalışmanın sonunda, "Tarih Henüz Bitmedi", başlığı altında bir dizi devrimi daha konu alıyor. Bu bölümde, “kelimenin gerçek anlamındaki devrimlerden ayırt edilmesi gerek” sözleriyle tarif ettiği, Mayıs 68, Portekiz Karanfil Devrimi (1974-1975), Nikaragua Devrimi (1978-1979), Berlin duvarının yıkılışı (1989), Chiapas’taki Zapatist Ayaklanma (1994-1995) gibi toplumsal olay ve olguları odağına alan yazar, kısa bir değerlendirmeye tabii tutuyor.
Yine yazar Löwy, önemsiz olmadığını düşünse de, “farklı bir doğa sahip olan başka devrimci hareketleri dışarıda bırakmak zorunda kaldık” sözleriyle nitelediği sömürge karşıtı devrimler ile ulusal kurtuluş mücadeleleri (Hindiçin ve Cezayir Devrimleri) ya da anti totaliter, anti bürokratik ve demokratik olarak nitelediği 1956 Macar Devrimi bu kitapta yok.
Kitabın “hikmet”i ise şu: Yukarıda bahsi geçen devrimler, kısa ve tanıtıcı yazıların akabinde fotoğrafları üzerinden anlatılıyor. Fotoğraf sanatının, temelde bir “hikâye” anlattığını düşünürsek, bu durumun bir kişinin değil de, bir grubun “büyük hikâyesini” anlatıyor oluşu, son derece etkili bir yöntem. Öyle ki fotoğraf, o dönemde her ne kadar o amaçla kullanılmasa da, 1871 Paris Komünü'nü görüp, bu coşkudan nasiplenmemize sebep olmuştur. Fotoğrafın, odağına barikatları aldığı ilk toplumsal eylemin Paris Komünü'ne tekabül ettiğini söyleyebiliriz. Zira fotoğraf makinesinin icadı da aynı dönemlere denk düşer. Sonraki yıllarda bir tarihsel aktör, bir aidiyet sembolü, bir kimlik işareti, bir propaganda, bir mücadele aracı halini alacak olan fotoğraf, o dönemde öncelikli olarak fişleme amacıyla kullanılmıştır. Gerçi bu dönemde de öyle kullanıyor ama yüz elli yıl önceki sonuç biraz daha sert anladığımız kadarıyla. Roland Barthes fotoğrafın o yıllardaki etkisini şöyle açıklıyor: Bazı komünarlar barikatlarda poz verme konusundaki memnuniyetlerini pahalıya ödediler: Yenilince, Thiers’in polisleri tarafından teşhis edildiler ve çoğu kurşuna dizildi.
Son yüz elli yılın bir panoramasını da gözler önüne seren kitap, dünya işçi sınıfının aynı dönemi konu alan bir kronolojisi olarak da okunabilir. Bu bağlamda fotoğrafın “içeriden” yahut “dışarıdan” olması, yani ideolojik tavrı ise ayrıca inceleme konusu. Kitapta yer alan fotoğrafların hemen tamamına yakını, bir olgu olarak devrimin icra edilişi sırasında burjuva basınının deklanşörlerine yakalanan karelerden oluşuyor, diyebiliriz. Örneğin Alman Devrimi, “karşı cepheden” aktarılıyor. Rosa’nın fotoğrafları onun devlet tarafından takibi esnasında çekiliyor. Veyahut Meksika Devrimi sırasında çekilen fotoğraflar da öyle… Fotoğrafçı, barikatın öte tarafında her zaman. Bu durumu bozan ve fotoğrafa yeni bir soluk getiren “içeriden” örnek ise Kübalı Alberto Korda’nın sayesinde değişiyor. Korda’nın bir cenaze sonrası, Che’nin kararlı bakışlarını yakaladığı -20. yüzyılın en bilindik fotoğrafı- o eşsiz fotoğraf, ziyadesiyle “içeriden” bir kare. Barikatın ayırdığı ve “bizden-onlardan” ayrımının yapıldığı anda, “bizden” olan alanda kayda alınan o portre, devrim mefhumunun bir ideolojik yansıması aynı zamanda.
Fransızcadan U. Uraz Aydın’ın çevirisiyle Devrimler, raflarda okurunu bekliyor.