İktisadi çılgınlık çağında bir ölü: Homo Economicus
Peter Fleming'in dur durak bilmeyen yarışma ve biriktirme arzusuna son vermek zorunda olduğumuzu çok çarpıcı bir biçimde hatırlatan kitabı "Homo Economicus'un Ölümü" Koç Üniversitesi Yayınları tarafından yayımlandı. Fleming kitapta iktisadi insanın iş yükü, borç batağı ve birikim efsanesinden oluşan bir girdaba nasıl kapıldığını anlatırken adaletsizliğin ve eşitsizliğin, sistemin “sağlıklı” işleyişindeki yerini sorguluyor.
Ali Bulunmaz
Can çekişirken yaşamımızı kuşatmaya devam eden neoliberal kapitalist sistemin rakamlarla ördüğü dünyada bize “kazan ve kazandığından daha fazlasını harca” kuralını dayatıyor. Kâr ve birikim mitiyle desteklenen bu hayat tarzı, hesaplanabilen insan ve yaşamı zorunlu kılıyor: Planlanan, denetlenen ve ölçülen insan, Philip Roscoe’nin ifadesiyle ekonomi kaptanlığında “bireysel ahlaksızlığın toplumsal değere, kişisel çıkarın ortak faydaya dönüştürüldüğü” bir dünyada nefes alıp vermeye çalışırken performans, verimlilik ve kazanç her şeyin belirleyicisi hâline geliyor.
Mükemmel denetim ve tüketim, kişinin kendisini sağlama alması ve konfor alanını genişletmesi için gerekli imkânları sunuyor. Daha doğrusu insanın bu illüzyona kapılması sağlanıyor. Jonathan Crary, mevcut durumu “şeyleşme deneyimi” olarak nitelemişti; sahip olmanın, birikim yapmanın ve güce erişmenin tek değer gibi görülmesi, sistemi başarılı şekilde işletiyordu yakın zamana kadar.
Ben Clift, Karşılaştırmalı Siyasal Ekonomi (Çeviren: Esin Soğancılar, Koç Üniversitesi Yayınları) başlıklı kitabında, neoklasik ekonominin iktisadi insana gereğinden fazla önem atfettiğini ve onun zihinsel yeteneklerini abarttığını söyleyerek bir sistem eleştirisi ortaya koymuştu. Peter Fleming ise Homo Economicus’un Ölümü’nde, iktisadi insanın iş yükü, borç batağı ve birikim efsanesinden oluşan bir girdaba nasıl kapıldığını anlatırken adaletsizliğin ve eşitsizliğin, sistemin “sağlıklı” işleyişindeki yerini sorgulayıp Clift’in eleştirisini bir boy öteye taşıyor.
SÜRDÜRÜLEMEZ EKONOMİ
Homo Economicus’u tanımlarken “rekabetçi”, “üretken”, “7/24 çalışabilen” ve “enerjik” gibi kelimeler anahtar niteliğinde. Oysa basit bir başka tanım yapılabilir: Zamanı ve ürünleri satın alıp mutlu yaşama düşleri görürken zamanı ve benliği sistem tarafından satın alınan iktisadi insan. Bu tanıma mutlu yaşam uğruna girilen borçları, güvensiz çalışma koşullarını ve emeğin karşılığını asla alamamayı da ekleyebiliriz.
Fleming, “ideal insan”ın ya da Homo Economicus’un çöküşünün, önce yerel ardından küresel ekonomik krizlerin lokomotifi hâline geldiğini belirtirken aslında çökenin neoliberal kapitalist sistem olduğunu hatırlatıyor. Tüketim arzusuyla çalışma, satın almak için borç verme-alma (borçlandırma ve borçlanma) eyleminin doğal sonucu olan iflastan bahseden Fleming, göz göre göre gelen tsunaminin, ekonomideki hesap kitapları aştığını hatırlatıyor. Birikim, kâr ve satın alma illüzyonunun para psikozuna dönüşmesi, ardından kurum ve insanları dibe çeken krizlerin gelmesi, Fleming’e göre “sapkın küreselleşmenin” dünyayı getirdiği güncel nokta. Sürdürülemez ekonomi de denebilecek bu deneyim, yazarın ifadesiyle “mitsel” ve “rasyonel Homo Economicus” ayrımı yapmayı zorunlu kılıyor.
Krizlerin normalleşip hayatın olağan bir parçası hâline geldiği günümüzde yalnız, bencil ve toplumla uyumsuz Homo Economicus’un pabucunun dama atıldığı ortada. Fleming’in deyişiyle “kamudan arındırılan” bir nesneye dönüştü kendisi: Borçlandı, mutsuzlaştı, sorunlarının çözümü için çırpındıkça sistem tarafından dibe itildi.
Neoliberal kapitalizm, “ideal insan” diyerek Homo Economicus’a sarıldıkça onu batırırken başka bir gerçekle; “enkaz ekonomisi”yle yüzleşiyoruz. Fleming, “özgürleştirici teknoloji ve bilişim” gibi kavramlara şüpheyle yaklaşıp “enkaz ekonomisini” çözümlerken güç-iktisat-gasp arasındaki ilintiye yoğunlaşarak Homo Economicus’un, “özgürlük idealleriyle geç kapitalizmin korkunç gerçeklikleri arasında çarmıha gerildiğini” anımsatıyor. Böylece ödenecek taksitler, kredi kartı borçları ve sırtındaki daha pek çok yük nedeniyle Homo Economicus, parayı olumsuz anlamda bir takıntı hâline getiriyor artık. Yazar, “günümüzde insanın hayatını nasıl yöneteceğine ilişkin normatif reçete gerçeklikle uyuşmuyor” diyerek meselenin çerçevesini çiziyor.
'ÇALIŞMAK ÖZGÜRLEŞTİRİR (!)'
Homo Economicus’a ölümü gösterip sıtmaya razı bırakan sistem, “esnek çalışma” formülü ve “sıfır-saat” sözleşmeleriyle onu makineye bağlı şekilde yaşatıyor: Sadece borç ödeme ve ipoteğini kaldırma illüzyonunu sürdürmek için herhangi bir sınırlama olmaksızın işe koşulurken âdeta bir çalışma kampında buluyor kendisini.
Fleming’in “sembolik döngü” ya da “sonsuz tekrar” dediği bu ritüel, “ölesiye” ve sırf ölmemek için çalıştırılan Homo Economicus’un hastalanmaması ve hata yapmamasını istediği, küçük vakit öldürme seanslarına tamah ettirdiği Homo Economicus’u, hastalığın ve hatanın ta kendisi hâline getiriyor. Nazilerden kalan karanlık bir sloganla (“Arbeit macht frei”) “çalışırsa özgürleşeceği” ve yaşamını kendisinin kurabileceği söylenen Homo Economicus’a vurulan prangalar, tükenmişlik sendromunu tetikliyor. Fleming, onun yukarıdaki iki ilkeyle tükenişi dengelemeye uğraşırken epey hırpalandığını anımsatıyor: “Homo Economicus’un ölüm süreci, mikroekonominin her noktasında sürüp gidiyor. Bireysel fayda maksimizasyonu peşinde koşanlara (mikroekonomistin bizlere taktığı isim) odaklanıldığında ‘Arbeit macht frei’ mantrası, örtülü biçimde benimseniyor ama ‘hiçlik’e koşan sayısız adımı sembolleştiren bir alt anlam olarak. İşte çağımızdaki sıfırın sayısal temsilî saplantısı: Sıfır hoşgörü, sıfır faiz hadleri, sıfır-saat kontratları, zero marjinal maliyet vb.” Fleming’in adını andığı bu süreç, insani sermaye teorisinin ete kemiğe bürünüşü aslında; su yüzüne çıkması asla istenmeyen bir sınıf mücadelesinin, kaybetmesi muhtemel ve varlıklarından yoksun bırakılan tarafı oluyor böylece Homo Economicus.
DENEYİM VE HAKİKATLERE DÖNMEK
Fleming’e göre piyasa ekonomisinin kıt kaynakları âdil dağıtmaktan uzak araçsal tiranlığı, tüketim kültürünün ateşini harlıyor. Yarışmacı, yolunu kazanma güdüsü aydınlatan ve biriktirme hırsıyla yanıp tutuşan Homo Economicus’un bu ortamın ürünü olduğunu unutmamak gerek. Aynı süreç enkaz ekonomisini de yarattı.
Fleming, mevcut problemlere çözüm bulunacaksa ekonominin, çalışmanın, kârın, biriktirmenin, verimin ve yarışmanın fetişleştirilmesine son vermek gerektiğini söylüyor. İktisadi çılgınlık çağında ekonominin sapmalarla, saçmalıkla ve sahte gerçeklikle iş gördüğünü akıldan çıkarmadan, yaratılacak gelecek için dönüp tarihe bakmayı öğütlüyor yazar. Başka bir deyişle sahte gerçeklik ve bugün hepimizi kuşatan illüzyonlar yerine, yüzümüzü deneyim ve hakikatlere dönmekten bahsediyor.